Sen kopmaz bağlarla -hani nerdeyse- dinsel bağlarla bağlısın kocana…
Daha niye yazıyorum? Bilmiyorum… Sinirden belki de; gece aldığım ekspres mektubuna, erkenden çektiğim telgraf da sinirdendi anlaşılan!
Bu mektuplaşmalar şu sonuca varıyor: Sen kopmaz bağlarla -hani nerdeyse- dinsel bağlarla bağlısın kocana… (Ne türlü sinirliyim, görüyor musun? Son günlerde rotayı şaşırmış olacağım.) Ben de buna benzeyen bağlarla -kim bilir kiminle?-evliyim…
Korkunç karımın bakışları hep üstümde, duyuyorum bakışlarını. En tuhafı da, bu çeşit evlilik bağlarının kopamamasıdır. Böyle olunca da, bu konuda söz etmemek gerek; birinin kopmaması, ötekinin kopmamasını sağlar, aradaki bağ ya güçlenir, ya da tersine. Ama önemli olan senin vardığın sonuç; “Hiçbir zaman olmayacak” diyorum. Öyleyse, yalnız bugünü yaşayalım, gelecekten hiç söz açmayalım artık. Bu gerçek elle tutulacak kadar canlı, dimdik duruyor ayakta, dünyam bunun üstüne kurulmuş. (Duygularımız öyle değil elbet, ama gerçeği sarsamazsın, yok edemezsin: Bunları açıklamaya yeltenince, keskin kılıçların ortasında kalmış gibi görüyorum kendimi, sivri uçları bana çevrili, yaklaşıyorlar, korkunç bir işkencedir başlıyor: kesip biçmeleri bir yana, şöyle bir dokunsalar yeter, dayanamam bağırırım, bağırmamla da her şeyi ele veririm: seni, beni, her şeyi…) İşte mektuplaşmalarımızda benim duyduklarım… (Ters anlama sakın.)
Sanki ben Orta Afrika’da bir yerde yaşıyorum, hep orda kalmak zorundaymışım da, sana -sen ki, Avrupada’sın- politikanın bugünlerde ne durum göstereceğini, kendi değişmeyecek görüşlerim diye anlatmaya kalkışıyorum.
Bu benzetme yersiz, beceriksizce yapılmış, alıkça, yanlış, ağlanacak kadar kötü… Bilerek, isteyerek yapılmış saçma bir benzetme. Ah şu kılıçlar!
İyi ettin de göndermedin bana kocanın mektubunu (sakın gönderme); aktardığın parçadan pek bir şey anlayamadım, ancak, evlenmek isteyen “bekâr” bir adamın düşündüklerini çıkarabildim, o kadar. Bu adam arada bir “aldatmış”, ne çıkar? Buna aldatma bile denemez, ikiniz de bir yoldasınız… O zaman zaman biraz sola kayıyor; bu “aldatmanın” önemli bir yanı yok; büyük üzüntüne büyük mutluluklar da katmıyor mu sanki? Benim sonsuz bağlılığımın yanında bu “aldatma”nın sözü mü olur?
Kocan konusunda seni yanlış anlamış değilim. Kocandan ayrılmamanın gerçek nedenini, dönüp dolaşıp, onun kunduralarına yüklüyorsun Milena! -Gösterdiğin bu nedende beni inciten bir şey var. Kocandan ayrılırsan, ya başka bir kadınla yaşar, ya da gider bir yerde bir oda tutar… Üzülme, kunduralarını boyayacak biri çıkar elbet! Bilmiyorum, alıkça, belki de değil, ama bunları anlatman incitiyor beni, neden dersin?
Doğum günü burnundan gelmezdi, para için daha önce yazsaydın, gelirken getiririm. -Ama görmeyebiliriz birbirimizi belki de, bu kargaşalıkta olmayacak şey değil hani.
Gecesiyle sabahını birlikte geçirebilenlere geçiremeyenlerden söz ediyorsun Milena. Öyledir… Sonuncuların durumu daha iyidir bence. Yaptıkları kötü, ya da iyi olabilir… Senin de dediğin gibi, bu oyunun pisliği birbirlerine yabancı oluşlarından geliyor; içinde oturulamayan, ama kapısı yalnız bu işler için açılan yabancı bir evde yapılmış olmasından ötürü üstlerine pislik bulaşıyor belki de… Güzel değil. evet… Ama belli bir sonuca götürmüyor ki! Ne bu, ne de öteki dünyada yeri ve izi var bu yapılanın; bir oyundur oynanan. Senin de dediğin gibi: “Topla oynanan bir oyun sanki.” Havva’nın elmayı ağaçtan koparması gibi bir şey. (Günah sayılan bu olayı, kimsenin anlayamayacağı gibi anlıyorum kimi günler…) Havva elmayı yemek yemek için koparmamış da olabilir, hoşuna gittiği, beğendiği için koparmıştır, belki de Adem’e gösterebilmek için yalnız. Koparmak sonucu doğurmuş oldu, elmayla oynamak doğru olmayabilir, ama yasak da edilmemiş ki.
Franz Kafka
Milena’ya Mektuplar