“İyi anlamamışsın kimi şeyleri, Milena:
Korktuğun kadar hasta değilim bir kere, hele biraz uyursam, Meran’da duymadığım kadar iyi duyuyorum kendimi.
Hastalıkların en sevimlisidir verem çoğu zaman, hele sıcak yaz aylarında. Kışa yaklaşırken ne yapacağımı düşünmüyorum şimdiden. Bugünlerde birtakım küçük sıkıntılarım var: Sözgelişi çalışamıyorum, sana mektup yazmıyorsam başka iş de yapamıyorum, koltuğa yaslanıp, pencereden, tek katlı bir ev var karşıda, hem dışarıyı seyrederken daralmıyor yüreğim, hayır üzüntü duymuyorum, yalnız silkinip kurtulamıyorum bu durumdan.
Sonra, para sıkıntım hiç, yok… Ne yapacağımı bilemeyecek kadar param var; sana gönderemediğim paralar da duruyor, sıkıyor beni. İyi olmam için gerekli tek şeyi yaptın, yapmaktasın da Milena: Beni sevmen. (Rahat ol Milena, bana gelince: ben son günde de ilk gün beklediğim gibi bekleyeceğim.) Prag yolculuğun için durumsamanı anlamıyor değilim, anladığım için de “haklısın” diye telgraf çekmiştim. Ne var ki, telgraftaki haklısın sözü kocanla konuşma konusun-daydı, yapılacak tek doğru şey de oydu Milena. Bu sabah birdenbire kuşkulandım, korktum; yüreğim ezilerek, yüreğim sevgi dolu korktum, düşünmeden, yanlış bir adım atıp Prag’a gelmeye kalkışırsın diye korktum. Ama sen, düşünmeden iş görür müsün hiç? Yanlış bir adım atar mısın? Sen ki, yaşamını son damlasına değin yaşamasını bilen birisin… yapar mısın böyle bir şey? Viyana’da geçen günler bile şaşırtmamalı, gözünü kamaştırmamak. Akşam kocana kavuşmanın bilinçaltındaki sevincine borçluyuz belki de Viyana’daki mutluluğumuzu.
Yeter artık… hayır, bir şey daha demek istiyorum: İki yeni salkı var mektubunda: Biri Heidelberg’e gitme tasarısı, ötekisi de bankayı bırakıp Paris’e kaçmak. Birinci tasarıda kendimi bir çeşit “kurtarıcı”, bir çeşit “zorlayıcı” öğelerin arasında görüyorum. Gene de benim ilintim yok, hayır. İkinci tasarıdan da şunu anlıyorum: Gelecek için birtakım planlar kuruluyor, birtakım olasılıklar, dilekler gözden geçiriliyor anlaşılan; hem de senin dileklerin. Bir şey daha çarptı gözüme mektubunda: Bana her gün yazmanın da payı var kendini yiyip bitirmende – çektirdiğin tek üzüntü bu Milena- her gün yazma bana, ama ben her gün yazarım gene eskisi gibi, bir pusulacık da olsa gönderirim -istersen tabii- sen daha az yazarsan, çalışmak için, sevdiğin işi yapmak için daha bol vakit bulursun.
(Ben de sana kitap gönderemez miyim?) Bugünlerde okuyabileceğimi ummuyorum. Küçük sıkıntılarımdan biri de okuyamamak bu ara, ama umursadığım yok, yalnız yakıştıramıyorum kendime. Max Brod’un “Yahudilik, Hıristiyanlık ve Dinsizlik” adlı büyük kitabının karalamalarına da bakamadım, oysa oku diye zorluyor her gün. Genç bir ozan gelecek bugün de, şiirlerini getirecekmiş. 75 şiiri nasıl gözden geçiririm, çoğu uzun şiirler… Düşman edeceğim çocuğu gene, bir kez daha böyle olmuştu.
Kızın mektubuma verdiği karşılığı ekliyorum, ona ne yazdığımı karşılıktan anlayabilirsin, nasıl sepetlendiğimi göresin diye ekledim mektubu. Karşılık verecek değilim artık.
Geçen pazarkinden daha iyi geçmedi dün günüm. Oysa kötü başlamamıştı: Gömütlüğe gitmek için evden çıktığımda ısı gölgede 36’yı bulmuştu; tramvaylar işlemiyordu, grev yapmıştı vatmanlar, özellikle buna sevinmiştim; bütün yol boyunca sevinçliydim, tıpkı geçen pazar borsanın yakınındaki o küçük bahçeye gidişim gibi sevinçliydim. Ama gömütlüğe girince, bir türlü bulamadım gömütü, kimsecikler de yoktu oralarda, danışma yeri kapalıydı, bekçi yoktu görünürlerde, karşılaştığım kadınlar da bir şey bilmiyordu, adlarının yazdı olduğu eski kâğıtlara baktım, onlarda da bir şey bulamadım, saatlerce dolandım durdum oralarda, gömüt taşlarını okumaktan başım dönmüştü, çıktım gömütlükten.
F.”
Franz Kafka
Milenaya Mektuplar
Çeviri: Adalet Cimcoz | Say Yayınları