Anneme gelince: Kâhya tarafından ne pahasına olursa olsun okutulmak istenmiş, fakat bu duruma Tatyana Pavlovna el koymuş. Olan da Moskova’ya okumaya gidemeyen anneme olmuş. Annem on sekiz yaşına kadar Tatyana Pavlovna’nın yanında kalmış, dikiş dikmesini, hanım kızlar gibi yürümesini, kısacası Tatyana’nın terbiyesini öğrenmiş, fakat zavallı okuma yazma öğrenmemiş, kaderine hep başkaları yön vermiş. Makar İvanov ile görücü usulüyle evlenen annem, başına gelen her şeyi güzel bulan bir yapıya sahipti. Evlilik onun için güzel bir kurumdu, yaşatılması, büyüklere hayır denmemesi gerekirdi. Annemin takma adı, Tatyana Pavlovna’nın dilinde “Balık”mış. Annemin o zamanki kişiliğini gösteren bütün bu bilgileri yine de Tatyana Pavlovna’dan öğrenmiştim. Versilov, düğünden tam altı ay sonra köye gelmiş.
Şunu da eklemek istiyorum: Annemle onun arasında olup bitenlerin nasıl, ne şekilde başladığını ne öğrendim, ne de bu yolda ikna olacağım bir tahmin yürütebildim.
Geçen yıl kendisi pek saygısızca, senli benli bir hâlde, pek zekice bir tavırla bana bunları anlatırken -ama buna rağmen yine de yüzü kızarıyordu- aralarında öyle aşka benzer bir şey geçmediğini, bütün bunların öylece oluverdiğini anlatmaya ve beni buna inandırmaya çalışmıştı. Hem ben de zaten buna inanmaya hazırım, öylece oluverdiğine inanıyorum, hem de Rusçada bu “öylece” sözü öyle nefis bir sözdür ki!.. Ama bununla birlikte, bu işin aralarında nasıl başlamış olabileceğini her zaman öğrenmek istemiştim. Bana gelince, bütün bu iğrenç şeylerden tüm ömrümce tiksinmişimdir. Elbette bunu bilmek isteyişim yalnız küstahça bir merak yüzünden değil. Geçen yıla kadar annemi hemen hemen hiç tanımıyordum. Versilov’un rahatı için çocukken beni yabancı ellere vermişlerdi; bunu daha sonra anlatacağım. Bu nedenle o zaman annemin yüzünün nasıl olabileceğini bir türlü gözlerimin önünde canlandıramıyordum. Eğer güzel değilse, o zamanki Versilov gibi bir adamı nesi kendine çekebilirdi? Bu sorunun benim için büyük önemi var, çünkü onda Versilov’un en meraklı tarafı gizleniyor. İşte ben de ahlaksızca bir amaç için değil, sadece bu yüzden öğrenmek istiyorum. Bu asık suratlı kapalı adam, o sevimli saf tavrı ki, gerek duyduğu zaman kim bilir nasıl -sanki cebinden çıkarır gibi- hemen takınıveriyordu? Ancak o zamanın genç nesli üzerinde geniş ölçüde medenileştirici bir etkisi olan Anton Goremika ile Politika Saks adlı ölümsüz yapıtı henüz okuduğunu söylemişti. Belki de sadece bu Anton Goremika -Çilekeş Anton- yüzünden o zaman köye gittiğini ekliyor, hem de bunu çok ciddi söylüyordu. Peki, öyleyse bu “budala köpek yavrusu” annemle nasıl ilişki kurmuştu? Şu anda bir okuyucum olsaydı, herhâlde budalaca günahsızlığını yitirmeyerek aklının almadığı şeyler üzerinde fikir yürütmeye, karar vermeye kalkışan, bu işlere burnunu sokan çok gülünç bir delikanlıyla alay ettikleri gibi, kahkahalarla gülerek benimle dalga geçecekti. Şu bir gerçek ki, bu işlerden hâlâ anlamıyorum. Çünkü yirmi yaşındaki bir genç, nasıl hayatı tam kavrayacak kadar tecrübeli olabilir?.. Bunu, bana gülen okuruma çok iyi anlatır ve kanıtlayabilirim. Doğru, kadınlardan hiç anlamıyorum, hem anlamak da istemiyorum. Çünkü kendi kendime ömrüm boyunca onlara tükürmeye söz verdim. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki, bazı kadınlar vardır, güzelliğiyle yahut sadece kendisinin bildiği bir şeyle hemen insanı büyüleyiverir; ama başka birisinin de neyin nesi olduğunu anlayabilmek için tam altı ay incelemek gerekir. Bu işlerden hiç anlamıyorsam da, bunun bu şekilde olduğuna inancım tam. Zaten bunun aksi olsaydı, bütün kadınları hep birden evcil hayvanlar mertebesine indirip ancak bu şekilde yanımızda tutabilirdik. Belki bunu birçokları da isterdi. Gerçi bilmem nerede bulunan o zamanki portresini görmedim ama birkaç yerden kesin olarak öğrendiğime göre, annem çok güzel denecek bir kadın değilmiş. Demek ki kendisini görür görmez âşık olmak imkânsızdı. Gönlünü eğlendirmek isteseydi, Versilov, başka birini seçebilirdi. Zaten böyle birisi varmış, bu da Anfisa Konstantinovna İpojkova adında bir odalıkmış. Hâlbuki Anton Goremika’yı düşünerek gelen bir adamın derebeylik haklarına dayanıp kölesinin de olsa evlilik haklarını çiğnemesi kendi vicdanına karşı bile ayıptı. Çünkü Versilov, birkaç ay önce, yani aradan yirmi yıl geçtiği hâlde, bu Anton Goremika üzerinde çok ciddi konuşmuştu. Öyle ama Anton’un sadece atını aşırmışlardı, buradaysa karısını! Demek ki bambaşka bir şey oldu, sonunda Damelle Sapojkova oyunu kaybetti -bence kazandı. Geçen yıl onunla konuşmaya imkân olduğu zaman birkaç defa bütün bu sorularla kendisini sıkıştırmıştım ama bütün kibarlığına, aradan da yirmi yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen elinden geldiği kadar cevap vermekten kaçınmıştı. Ama ben yine direndim. Hiç değilse her zaman benimle konuşurken takındığı o kibarlıktan gelen titiz tavrıyla, bir defa hatırlıyorum, tuhaf tuhaf mırıldandı:
“Annem, kendisini koruyabilecek bir güçten ve arkadan hep yoksundu. Onu ilk gören aşktan öte, değişik şeyler hissederdi. Ben buna acımak diyorum. Bu, uysallığı da olabilir, başka bir yönü de. Burasını kimse bilemez ama uzun zaman acırsın, öylesine acırsın ki en sonunda bağlanıverirsin… Sözün kısası, aziz dostum, bazen öyle olur ki bir daha yakanı kurtaramazsın!”
İşte bana söylediği sözler bunlardı. Gerçekten de böyle olmuşsa, kendinin söylediği gibi, onu pek de öyle “budala bir köpek yavrusu” olarak kabul edemeyeceğim. Benim için gerekli olan da zaten buydu.
Kendisinin de söylediği gibi annemle, koruyucusuz olduğundan kendisine acıdığı için ilgilenmişti. “Kölelik hukuku böyle gerektirdiği için böyle yaptım!” diyecek hâli yoktu ya. Belki incelik olsun diye uydurdu, belki de vicdanını, onurunu, kandırma yolunu seçti.
Bütün bunları, doğal olarak annemi övmek için söylemişim gibi algılandım. Aslında daha önce o zamanki halini hiç bilmediğimi anlatmıştım. Bundan başka çocukluğundan beri içinde bulunduğu, sonra da bütün hayatınca etkisi altında kaldığı o çevrenin, o değersiz inanışların yenilmez gücünü çok iyi bilirim. Buna rağmen felaket gelmiş, kapıya dayanmış. Sırası gelmişken gözlerimi düzeltmeliyim! Bulutlara doğru yükselirken her şeyden önce ileri sürülmesi gereken olayı unuttum, yani aralarındaki şey asıl yıkımla başlamış. Kısacası Sapojkova’nın “yaya” kalmasına karşın, aralarında her şey derebeyce başlamış. Bundan sonra artık bütünüyle annemin tarafını tutacağım. Belki de yapmam gereken bu idi. Şöyle, düşünüyorum da; Versilov gibi bir derebeyi annemde ne bulabilirdi? Bulsa, onu sevse bile ne konuşabilirlerdi? Feleğin çemberinden geçmiş adamların birinden zamanlar şöyle bir şey duymuştum: Bir erkekle bir kadın birleşirlerken erkek hiç konuşmadan işe girişirmiş. Bu çok hayvanca, iğrenç bir şey… Ama Versilov’un da annemle başka türlü ilişkiye girmesine zaten imkân yoktu. Ona hikâyeler anlatacak, güzel sözler söyleyecek değildi herhâlde. Zaten buna zamanları da yokmuş. Tam tersine yine kendisinin söylediğine göre -bir defa coşarak anlatmıştı- köşe bucak saklanır, birbirlerini hep merdiven başlarında bekler, oradan biri geçerse kızarmış yüzlerle lastik top gibi birer yana fırlarlarmış. Bütün derebeylik haklarına rağmen de “baskıcı derebeyi” en adi bir bulaşıkçının önünde tir tir titrermiş. Gerçi işler derebeyce başlamıştı ama gerçeğe bakıldığı zaman yine de bir şey anlaşılmıyor. Bunun tersine işler gittikçe karışıyor. Aralarındaki sevginin gelişerek git gide artmış olması da çözümü zor bir bilmece meydana çıkarıyor. Çünkü Versilov gibilerin birinci şartı, hedefe ulaşır ulaşmaz hemen bırakmaktır. Ama hiç de öyle olmamış. Sevimli bir fındıkçı köle kadınla günah işlemek -ama annem hiç de fındıkçı değildi- aşağılık “genç bir köpek yavrusu” için yalnız imkânsız değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir şeydi. Hele onun genç bir dul olmasından ötürü romantik durumunu göz önüne getirecek olursak… Ama bütün ömrünce sevmek… Sevip sevmediğini pek söyleyemem ama hayalince peşi sıra sürüklediği de inkâr edilmez.
Kendisine bir şey sormak istiyor ama bir türlü başaramıyordum. Sorum şu idi: Altı aydan beri evli olan, nikâh denilen şeyin kutsallığı hakkındaki kavramların altında tıpkı zayıf bir sinek gibi ezilen, Makar İvanoviç’i hemen hemen bir Tanrı gibi sayan bir kadın, iki haftalık kısa bir zaman içinde nasıl olmuş da böyle bir günah işlemişti? Annem suçlu bir kadın mıydı? Aksine, önceden söyleyeyim ki ondan daha temiz ruhlu olan, sonra bütün hayatınca böyle kalan bir yaratık düşünmek bile güç. Bunu kendini bilmeyerek yaptığını söyleyerek açıklamak belki de mümkün olur. Yani şimdi avukatların katilleri, suçluları savunurken iddia ettikleri anlamda değil, hayır, bunu o kuvvetli izlenimin altında yapmış olabilir, böylece kurbanın saflığı hhâlinde bu duygu onun benliğine en korkunç, en uğursuz bir şekilde hâkim olur. Kim bilir, belki de elbisesinin biçimini, Paris modasına uygun saç tuvaletini, Fransız ağzıyla Fransızca konuşmasını, org çalarak söylediği romansı ölesiye sevmiştir. O zamana kadar hiç görmediği, duymadığı bir şeyi sevmiştir. Belki de çok yakışıklı bir erkek olan Versilov’a delicesine âşık olmuştur. İşittiğime göre kölelik devrinde köle kızların, hem de en namuslularının başından böyle şeyler geçermiş. Bunu anlıyorum, bunu da sadece kölelik hukuku ile açıklayacak kimse alçaktır! Öyleyse bu genç adamın o zamana kadar temiz kalan bir yaratığı kendine çekebilecek ayartıcı bir kuvveti, hem de daha önemlisi böyle kendinden büsbütün ayrı bir cinsten, başka bir dünyadan, bambaşka bir topraktan olan bir yaratığı ayartıp böyle bir yıkıma sürükleyebilecek bir gücü vardı demek? Umarım ki annem de bütün ömrünce bunun bir yıkım olduğunu anlamıştır. Fakat yıkımın kollarına kendini atarken işin böyle biteceğini hiç düşünememişti. Yoksa kendini kim bile bile uçuruma atabilir.
***
Gereksiz sorular ve rezillikler üstünde durmak istemiyorum artık. Çünkü bunlar boşuna zamanımızı alacak yararsız şeyler. Neyse, tekrar konuya gelelim: Makar İvanoviç’ten annemi satın alan Versilov köyden çıkmış, annemi bundan sonraki bütün kaderine ortak etmişti. Versilov ne zaman uzun bir yolculuğa çıksa, annemi Tatyana Pavlovna’nın yanına bırakırmış. Moskova’da, köylerde, Rusya’nın başka kentlerinde dolaşan Versilov ile annemin hikâyesi aslında tam olarak açığa çıkmamıştır. Yalnız şunu söyleyeyim ki, annemin Makar İvanoviç’ten ayrılmasından bir yıl sonra ben dünyaya gelmişim. Benden bir yıl sonra kız kardeşim, ondan bir yıl sonra da en küçük kardeşim doğmuş. Yalnız, en küçüğümüz olan bu erkek kardeşim hastalıklı imiş ve üç dört aylıkken ölmüş. Ama ne yazık ki, annemin bütün güzelliğini almış götürmüş. Kadıncağız bundan sonra yaşlanmaya, sararıp solmaya başlamış.
Annemin her şeye rağmen Makar İvanoviç’le olan ilişkisi kesilmemiş. Versilovalar nerede yaşarlarsa yaşasınlar, birkaç yıl bir yerde kaldıkları yahut oradan başka bir yere göç ettikleri zamanlar bile, Makar İvanoviç muhakkak ailesine kendine dair bir haber yollardı. Böylece biraz resmi, hemen hemen de ciddi, garip bir ilişki kurulmuştu. Beylerin hayatında bu gibi ilişkilere biraz da komik bir şey karışacağını bilirim ama burada böyle bir şey olmamış. Mektuplar yılda, ne fazla ne eksik, iki defa gelirdi. Mektupları ben de görmüştüm; bunlarda kişiye ait şeylerden çok az söz edilirdi. Tam tersine mümkün olduğu kadar yalnız en genel olaylar, en genel duygular yazılırdı. Her şeyden önce kendi sağlığı bildirilir, sonra ötekilerin sağlıkları sorulur, sonra dilekler, parlak selamlar, hayır dualar, hepsi bu kadar. Galiba bu basmakalıp sözler söylemekten, kendi duygularından kaçınmaktan ileri gelen kibarlık, bu yöredeki âdetleri bildiğini belirtmek isteği olsa gerek. “Çok cömert, sayın eşimiz Sofya Andreyevna’ya sonsuz saygılarımı sunarım…” “Aziz çocuklarımıza sonsuza kadar devam edecek olan babalık hakkımızı helal ederiz”. Bu çocuklar çoğaldıkça hepsi adlarıyla birer birer sıralanıyordu. Ben de elbette bu aradaydım. Bununla birlikte şunu da belirteyim: Makar İvanoviç o kadar ince zekâlıydı ki hiçbir zaman “Saygıdeğer Andrey Petroviç’e “efendim” diye yazmıyordu. Gerçi her mektubunda saygı ve selamlarını bildiriyor, ondan yardım bekliyor, kendisini de Tanrı’nın kutsamasını diliyordu, Makar İvanoviç’e verilecek cevapları hemen annem verir, konusu da onunkilerin aynı olurdu.
Versilov, zamanla mektuplaşma işleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Makar İvanoviç ise Rusya’nın her tarafından, en uzak noktalardan, uzun zaman yaşadığı manastırlardan mektuplar yollardı. O artık bütün manastırları gezmeye çalışan bir yolcuydu. Yaptığı işlerden karşılık beklemez, birçok şeyi Tanrı için yapmaya çalıştığını söylerdi. Versilov’a üç yılda bir misafirliğe gelir ama geceyi, kendi evi saydığı annemin evinde geçirirdi. O öyle oturmak için kanepeler, koltuklar aramaz, paravanın arkasındaki bir yere sessizce yerleşirdi. Gariptir ki, İvanoviç burada beş gün, bir hafta, bazen de on gün kalırdı.
Makar İvanoviç soyadını çok sever, “Dolgorukiy” diye çağrılmaktan büyük mutluluk duyardı. Ona aşırı saygı duysam da, zamanla bunu bir budalalık saymaya başladım. En gülünç bulduğum tarafı ise İvanoviç’in, Dolgorukiy soyadını prenslikten gelme bir unvan saymamdı. Bu tuhaf anlayışa hâlâ güler ve şaşarım.
Bütün ailenin her zaman toplu bir hâlde bulunduğunu söylemiştim ama aralarında ben yoktum. Ben kapı dışarı edilmiş gibi bir şeydim, hemen doğar doğmaz da yabancıların güdümü altına verilmiştim. Ama bu yapılırken ayrı bir maksat güdülmüş değildi, kim bilir neden öyle oluvermişti. Annem beni doğurduğu sırada henüz gençmiş, güzelmiş. Demek ki Versilov’un ona ihtiyacı vardı, viyaklayan bir çocuksa doğal olarak her şeye engel oluyordu, yolculuklarda ise daha çok… İşte bunun için öyle olmuştu ki, çok kısa süren iki üç görüşmeyi saymayacak olursak, yirmi yaşına kadar annemi hemen hemen görmemiştim. Bu annemin duygusuzluğundan değil, Versilov’un kendisini bütün insanlardan üstün görmesinden ileri gelmiştir.
Kaynak: Delikanlı
Fyodor Dostoyevski