DOSTOYEVSKİ: RUSÇA, AVRUPA’NIN EN GÜZEL VE EN ZOR DİLİ, OKURLARIM BUNU BİLEREK OKUSUNLAR

Hatırlarıma, geçen yılın 19 Eylülünden, yani tam ona ilk defa rastladığım günden başlayacağım, daha doğrusu öyle başlamak isterdim…

Ama daha hiç kimse bir şey bilmezken, damdan düşercesine kimi gördüğümü anlatmak saçmalık olur. Önce biraz bilgi vermek istiyorum… Aksi takdirde eserin tutulması mümkün olmaz. Ben burada, daha önce de söylediğim gibi, kelime oyunlarına başvurmayacak, mesajlarımı elimden geldiğince yalın verecek, bu sadeliği ön plana alacaktım. Ama ne yazık ki verdiğim sözü şimdiden tutamıyor, Rusçanın büyüsüne kapılarak, daha ilk satırlarda edebi güzelliklere giriyorum. Herhâlde bundan sonra Slavcanın büyü ve güzelliklerinden bolca yararlanacağım. Çünkü Rusça, Avrupa’nın en büyülü ve güzel dili. Ama bu dil güzel olduğu kadar da zor. Lütfen okurlarım eserimi bunu göz önüne alarak okusunlar.

Şu ana kadar yazılanları okudum. Gördüm ki, buraya kadar yazdıklarımdan çok daha akıllıyım. Bir insanın yazdıklarıyla kafasından geçenlerin uyuşmamasını şaşırtıcı buluyorum. Şu uğursuz son bir yıl içinde yaşadıklarım bana gösterdi ki, bu düşüncelerimde bütünüyle haklıyım. Bunu anlamak için birçok işkenceye katlanmam ise işin diğer bir yönü.

Söze 19 Eylül gününden başlamalıyım… Fakat öncelikle kim olduğunu anlatmak istiyorum. Böylece hem okurlarım beni daha iyi tanıyıp geçmişle bugün arasında bağlantı kurabilsin, hem de ben olayları daha ayrıntılı bir biçimde anlatabileyim.

III

Ben, şu an yirmi bir yaşında, kolej mezunu bir gencim. Soyadım Dolgorukiy diye bilinir… Meşru babam Makar İvanov Dolgorukiy, Versilov ailesinin eski kölesiymiş. Aslında meşru yoldan doğsam da, toplumun değer yargılarına göre babasızım ve soyum şüpheli… Dünyaya geliş hikâyem ise şöyle: Bundan yirmi iki yıl önce asıl babam derebeyi Versilov, Tula vilayetindeki çiftliğine gelmiş. O sıralarda yirmi beş yaşındaymış. Öyle sanıyorum ki, o zaman daha kişiliği tam oturmamış bir adammış. Çocukluğumdan beri beni hep şaşırtan, bütün ruhumun derinliklerine giren, hatta uzun zaman geleceğim üzerinde büyük etkiler bırakan bu adamın, şimdi bile birçok şeyde benim için büsbütün çözülmemiş bir bilmece oluşu da meraka değer. Ama iyisi mi gelin de bunu daha sonra konuşalım; bu gibi şeyler öyle gelişigüzel anlatılamaz. Zaten bütün hatıra defterimi bu adam dolduracaktır.

Derebeyi Versilov Tula’ya geldiği sırada dul kalmış. Karısı soylu bir aileden geliyormuş, fakat öyle sanıldığı gibi zengin değilmiş. Bu kadından -kadının soyadı Fanariotov’muş- biri erkek, iki çocuğu dünyaya gelmiş. Genç yaşta ölen bu kadın hakkında öyle çok bir bilgiye sahip değilim. Zaten fazla bir belge de bulamadım. Babamın hayatı ile de fazla ilgilenmedim. Ama şunu çok iyi biliyorum: Versilov tam üç tane yüklü mirası yemiş bitirmiş bir adam. Bunların toplamı en azından dört yüz bin ruble imiş. Şimdi ise aç geziyor.

O zaman köye ne amaçla geldiğini kimse bilmiyormuş, bunu daha sonra, kendisinden öğrendim. Küçük yaşta olan çocukları, her zaman olduğu gibi, akrabalarının yanındaymış. Zaten Versilov, bütün hayatınca hem babalı, hem de babasız çocukları hep aşağılarmış. Bu çiftlikte köle köylülerin sayısı oldukça fazla imiş; bunların arasında da bahçıvan Makar İvanov Dolgorukiy varmış. Şunu bir daha tekrarlamamak üzere hemen söyleyeyim ki, soyadına bütün hayatınca benim kadar kızan az bulunur. Bu, elbette budalaca bir şeydir ama ne yapayım, böyle işte. Herhangi bir okula girdiğim zaman yahut yaşım itibariyle kendilerine hesap vermek zorunda olduğum herkes, kısacası herhangi bir öğretmen dadı, papaz, karşıma çıkan herkes soyadımı sorup da Dolgorukiy olduğumu duyunca bilmem neden, muhakkak:

“Prens Dolgorukiy mi?” diye sormayı bir görev sayardı. Ben de bu işi gücü olmayan yaratıklara hep: “Hayır, sadece Dolgorukiy…” diye durumu açıklamak zorunda kalırdım.

Bu “sadece” sözü en sonunda beni çileden çıkarmaya başlamıştı. Bununla birlikte, meraka değer şunu da ekleyeyim ki, bunu sormayan yoktu. Galiba bu bazılarını hiç ilgilendirmiyordu. Hem de bilmem hangi şeytan suratlı için bunun önemi ve gereği vardı? Ama yine de herkes soruyordu. Sadece Dolgorukiy olduğumu duyunca da soran, her zaman beni kendisinin de niçin sorduğunu bilmediğini belirten anlamsız, budalaca, yabancı gözlerle süzerek çekilip giderdi. Ama okul arkadaşlarımın soruları merak değil tam bir aşağılama biçimindeydi. Okul öğrencisi, bir acemiyi nasıl sorguya çeker? Zaten şaşkına dönen, utancından kızarıp bozaran acemi, okula girişinin birinci günü -hangi okula girerse girsin- herkesin eğlencesi olur. Ona emrederler, onu alaya boğarlar, uşak gibi kullanırlar. Gürbüz, tombul bir çocuk birdenbire gelip kurbanının karşısında durur, gözlerinin içine uzun, sert ve gururlu bakışlarla bakıp bir an karşısındakini süzer. Acemi öğrenci de onun önünde durur, eğer korkak değilse yan gözle bakar, “Dur bakalım ne olacak?” diye bekler.

– Bana baksana, senin soyadın ne?
– Dolgorukiy…
– Prens Dolgorukiy mi?
– Hayır… Sadece Dolgorukiy.
– Ya, demek sadece!.. Aptal!

Hakkı da yok değil ki! Prens olmadan Dolgorukiy soyadını taşımak kadar budalaca bir şey yoktur. Ben de hiç günahım olmadan bu budalalığı sırtımda taşıyıp duruyorum. Sonraları, çok kızmaya başlayınca: “Prens misin?” diye sordukları zaman hep, “Hayır, bir köylünün, eski bir kölenin oğluyum…” diye cevap veriyordum.

Daha sonraları büsbütün çileden çıkınca, “prens misin?” dedikleri zaman sert sert, “Hayır, sadece Dolgorukiy’im, eski efendim derebeyi Versilov’un gayri meşru oğlu!..” diyordum.

Bu yalanı da lise son sınıftayken uydurmuştum. Ama burada şunu çok iyi anlamıştım: Ben bir budalayım. Bu durum, belki de işime geldiğinden, rolümden oldukça memnundum. Bir gün öğretmenim intikam alma ve siyasi fikirlerle dolu olduğumu anlamış, bunu büyük bir sessizlikle karşılamıştı. Kendimi aşağılanmış hissetmeye başlamıştım. Bu gibi durumlarda hiç tepki görmemek, adam yerine konmamakla eşdeğer bir şeydi. Üstelik sınıf arkadaşlarımda da aynı tepkisizlik vardı. Fakat en sonunda arkadaşlarımdan lafını sakınmayan, aynı zamanda acı dilli birisi yanıma geldi. Çok önemli bir şey söyleyeceği tavırlarından belliydi. Tam burnumun dibine geldi ve:

– Böyle duygular beslemek sizin için elbette bir şeref sayılabilir, şüphesiz bununla istediğiniz kadar övünebilirsiniz. Ama ben sizin yerinizde olsam, piç oluşuma gene de pek sevinmezdim… Sizse sanki bayram yapıyorsunuz, dedi.

O günden sonra piçliğimle övünmekten vazgeçtim.

Yine tekrarlıyorum: Rusça yazmak çok güç; işte ben soyadıma kızdığımı anlatmak için tam üç sayfa yazı yazdım, okuyucu ise benim prens değil de sadece Dolgorukiy oluşuma kızdığımı sanmıştır. Yeni baştan anlatarak kendimi temize çıkarmak için uğraşmayı kendime yakıştıramıyorum.

IV

O dönemde köylüler arasında kölelik oldukça revaçtadır. Bu köle köylülerin arasında Makar İvanov adlı biri, kendisi gibi köle bir kızı beğenir ve evlenmek ister. Kız daha on sekiz yaşındadır. Ama kölelerin evlenmesi ancak efendilerinin izniyle olduğu için bu evlilik hemen gerçekleşemez. İşte o sıralarda çiftlikte oldukça zengin ve varlıklı olan Tatyana Pavlovna adlı bir teyze vardır. Oldukça saygın biri olan bu teyzeyi ben de tanıdım. Hatta kendisine Versilov’un çocukları bile ‘teyze’ diye seslenirlerdi. O zaman gene o vilayette, o ilçede kendisinin de otuz beş kölesi varmış. Tatyana Pavlovna, Versilov’un beş yüz kölelik çiftliğini idare etmeyip sadece geçici olarak yönetiyormuş. Hem de bu geçici yönetim, işittiğime göre, en bilgili bir vekilharcın idaresinden aşağı değilmiş. Ama onun bu bilgileri beni hiç ilgilendirmez. Hiç yaltaklanmadan, pohpohlamadan şunu söylemek isterim ki, Tatyana Pavlovna hem soylu, hem de değerli ve oldukça ilginç bir insandır.

İşte bu Tatyana Pavlovna, asık yüzlü Makar Dolgorukiy’in evlenmesine engel olmak şöyle dursun, nedense onları elinden geldiği kadar bu işe teşvik etmiş. Sofya Andreyevna -on sekiz yaşındaki köle kız, yani benim annem- birkaç yıldan beri öksüzmüş. Dolgorukiy’e çok saygı gösteren, hem bilmem neden kendini borçlu hisseden kızın babası, ki o da köleymiş, bu olaydan altı yıl önce ölüm döşeğine düşünce, söylediklerine göre son nefesini vermezden on dakika önce -köle olduğu için zaten hiçbir hakka sahip olmadığından durum gereği bunu bir sayıklama gibi kabul etmek de mümkündür- Makar Dolgorukiy’i yanına çağırmış, uşakların, orada bulunan papazın önünde kızını göstererek herkesin işitebileceği bir sesle, hem de ısrarla, “Onu büyütün ve evlendirin…” demiş. Bu sözleri herkes duymuş. Makar İvanovna gelince onun sonradan büyük bir memnunlukla mı, yoksa sadece bir görevi yerine getirmek için mi evlendiğini pek iyi bilmiyorum. Herhâlde tam bir ilgisizlik göstermiştir. Zaten adam öyle bir adammış ki daha o zaman “kendini göstermesini” bilirmiş. Onun için bilgi hamalı ya da okumuş denemezdi. Gerçi İncil’i, ayrıca da bazı azizlerin hayatını ezbere bilirmiş ama bunları şunun bunun ağzından duyarak öğrenmiş. Kölelere akıl hocalığı ettiği de söylenemezdi, kısacası inatçıymış, bazen bu inat tehlikeli bir hâl alırmış. Makar İvanov, önce kendi onurunu gözeterek konuşur, kesin hükümler verir, yani -kendisinin şaşırtıcı deyimiyle- “saygı ile yaşarmış. “ İşte onun o zamanki durumu! Doğal olarak böylece herkesin saygısını kazanmış ama söylediklerine göre, çekilmez adamın biriymiş. Yalnız özgürlüğüne kavuşunca konu büsbütün değişmiş. Bu sefer kendisini çilekeş bir aziz, diye anmaya başlamışlar. Bunun da muhakkak böyle olduğunu söyleyebilirim.

Anneme gelince: Kâhya tarafından ne pahasına olursa olsun okutulmak istenmiş, fakat bu duruma Tatyana Pavlovna el koymuş. Olan da Moskova’ya okumaya gidemeyen anneme olmuş. Annem on sekiz yaşına kadar Tatyana Pavlovna’nın yanında kalmış, dikiş dikmesini, hanım kızlar gibi yürümesini, kısacası Tatyana’nın terbiyesini öğrenmiş, fakat zavallı okuma yazma öğrenmemiş, kaderine hep başkaları yön vermiş. Makar İvanov ile görücü usulüyle evlenen annem, başına gelen her şeyi güzel bulan bir yapıya sahipti. Evlilik onun için güzel bir kurumdu, yaşatılması, büyüklere hayır denmemesi gerekirdi. Annemin takma adı, Tatyana Pavlovna’nın dilinde “Balık”mış. Annemin o zamanki kişiliğini gösteren bütün bu bilgileri yine de Tatyana Pavlovna’dan öğrenmiştim. Versilov, düğünden tam altı ay sonra köye gelmiş.

Fyodor Dostoyevski
Kaynak: Delikanlı

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz