Burjuva demokrasinin azınlık-çoğunluk açmazı üzerine | Çoğunluğun tiranlığı – Armağan Öztürk

AKP kamusal müzakereye sırt çevirerek, kararlı bir şekilde kendi çoğunluğu için, sanki bu ülke sadece muhafazakârlardan oluşuyormuş gibi, yeni bir düzen inşa ediyor.
AKP ile muhalifleri arasındaki mücadele, yarışmacı demokrasi özelinde sonuç doğuran bir partiler arası rekabet durumunu değil de, büyük toplumsal blokların karşı karşıya geldiği bir hegemonya mücadelesini andırıyor. İki blok arasında, ülkedeki siyasal ve ekonomik liderliğin kimde kalacağı noktasında, başı sonu belli olmayan bir savaş yaşanıyor. Bahsi geçen kavgada epey bir süredir reel politik üstünlük, muhafazakâr kesimin eline geçti. Muhafazakâr siyasetin alternatifini tasfiye etmesinde tüm ülke için ilerletici bir yan gören ve önemli ölçüde AKP’nin organik aydınları tarafından formüle edilmiş ideolojik reçete ise çoğunlukçu bir halk egemenliği tezine dayanıyor. Yazıda böylesi bir tezin eleştirisi yapılacak.

Milletin iktidarı
Muhafazakâr hegemonya, kendi varlığını önemli ölçüde demokrasi özleminde meşrulaştırıyor. Savunulan standart sağcı teze göre, ülkede reel politiğin sınırlarını ve bu sınırlar içerisinde nelerin dile getirileceğini, bir anlamda temel politik gündemi belirleyen askeri-bürokratik bir vesayet var. AKP yürüttüğü siyasetle kurucu ideolojiyi halka karşı koruyan elit kesime meydan okuyor ve halkına yabancılaşmış bu asalak zihniyete karşı milletin iktidarını gerçekleştiriyor. Bu iddia bir hayli sorunlu: Çünkü Türk milletinin çıkarlarını savunan sağ ile buna direnen halkına yabancılaşmış bir avuç laik elit imgeleri ampirik açıdan doğrulanacak nitelikte değil. Sadece referandum deneyimi bile laik kesimin hiç de öyle birkaç elitten ibaret, marjinal bir gruba karşılık gelmediğini gösteriyor. Halkın çoğunluğunu oluştursa da tamamını ifade etmeyen muhafazakâr kesim, bu çoğunluğu tüm halk iradesi olarak yorumluyor ve her türlü farklılığı boğmak ve siyasal çoğulculuğu bozmak pahasına fetişleşmiş bir yarı-faşist millet egemenliği tezinin arkasına sığınıyor. Ancak AKP sözcülerine çoğunlukçu demokrasiyi mahkum ederek böylesi bir itirazda bulunduğunuzda, “ne olacak peki, biz çoğunluğuz, ülkeyi çoğunluk değil de bugüne kadar olduğu üzere azınlık mı yönetecek, her halükarda çoğunluğun yönetmesi azınlığın yönetmesinden daha demokratik olacaktır” yanıtını alacağız. Bu tür bir itiraza karşı çoğunluğun karar verme yetkisinin ideolojik sınırları hakkında da esaslı bir şekilde düşünmemiz gerekir.

Çakılı azınlık ve çoğunluk
Şüphesiz ki çoğunluğun ülkeyi yönetmesi, azınlığın yönetmesine göre daha demokratiktir. Ancak iktidar çoğunluğa bırakılmalıdır tezi, çoğunluk ve azınlığın yer değiştirdiği yerde söz konusu olmalıdır. Çakılı çoğunluklar ve çakılı azınlıklar varsa, yani sınıfsal, ideolojik ya da etnik-dini nedenlerle halkın bir kısmıyla diğer kısmı arasında belirgin bir şekilde ayrım yapılabiliyor ve bu ayrıma konu olan kesimlerden biri sürekli olarak azınlıkta kalıyorsa, bu yolla yönetilen bir ülkede özel olarak azınlıklar genel olarak ise tüm toplum için bir özgürlükleri yaşama sorunu var demektir. Türk demokrasisinde bu çakılı çoğunluk-çakılı azınlık ikilemi sorunu, iki noktada önplana çıkıyor. Halkın çoğunluğu Türk kökenli, azınlık ise Kürt kökenlidir. Bu nedenle Kürtlere verilecek hakların niteliği ve sayısı yoğun bir şekilde siyasi tartışmalara konu oluyor. Çünkü çakılı çoğunluğu elde tutan Türkler, azınlıktaki Kürtlere kendileriyle Kürtler arasındaki farkı ortadan kaldıracak nitelikte eşitleyici haklar verilmesine şiddetle karşı çıkıyorlar. Kürtçenin eğitim dili haline getirilmesine yönelik talepler ve bu taleplere çoğunluğun verdiği tepki, çoğunluk-azınlık ikileminin Türkiye siyasetinde ne denli belirleyici olduğunu gösterir nitelikte. Benzeri bir belirleyicilik alanı Sünniler ile Aleviler arasındaki tartışmada da baş gösteriyor. Sünni çoğunluk zorunlu din dersi yoluyla Alevileri Sünnileştiriyor ve Alevi ibadethanelerinin Sünni ibadethanesiyle eşit hukuki statüye kavuşturulmasına şiddetle karşı çıkıyor. Tıpkı Türk-Kürt meselesinde olduğu üzere Sünni-Alevi ikiliği de bir çoğunluk-azınlık ikilemi olarak iş görüyor ve ülkedeki siyasal özgürlükler yelpazesinin çeşitlenmesine engel oluyor.

Muhafazakâr çoğunluk
Şu an geldiğimiz noktada Türk-Kürt ve Sünni-Alevi ikiliklerinin yanına bir de muhafazakâr-laik ikiliğinin eklendiğini görülüyor. Tıpkı diğer çatışma eksenlerinde olduğu üzere muhafazakâr kesim de laikleri yok sayıyor ve devlet organlarını kullanarak onları kararlı bir şekilde kamusal hayatın dışına itiyor. Muhafazakâr çoğunluk ya da onun adına siyaset yapan AKP, laiklerin iktidar nimetlerinden yararlanma olanaklarını her geçen gün biraz daha tıkıyor. Kamusal müzakereye sırt çevirerek kararlı bir şekilde kendi çoğunluğu için, sanki bu ülke sadece muhafazakârlardan oluşuyormuş gibi yeni bir düzen inşa ediyor. Bu inşa süreci sayısız çifte standart ve haksızlıkla birlikte yürüyüp gidiyor. Mesela Ahmet Necdet Sezer rektör adaylarından birini daha düşük oy almasına rağmen sırf Kemalist olduğu için atadığında herkese demokrasi dersi verip özgürlük adına mevcut uygulamayı mahkum edenler, Abdullah Gül en çok oyu alan adayı atamayıp onun yerine bir muhafazakârı rektör yaptığında sessizliğe gömülmeyi tercih ediyor.
Tüm bu tartışmaların nihayetinde kendimize şu soruyu sormamız gerekir. Muhafazakârlar hep çoğunlukta kalacaksa -ki çoğunluklarını kaybedeceklerine dair hiçbir sosyolojik belirti yok- ve bu muhafazakâr kesim laiklere hep dışlayıcı bir şekilde davranmaya devam edecekse, laikler ile muhafazakârın aynı ülkede, tek bir ülkede, bu tek ülkenin eşit haklara sahip özgür vatandaşları olarak kalmaları için gerçekten bir sebep kalıyor mu? Demokrasinin temeli eşitliktir. Eşitlik aynı zamanda bir arada yaşamanın ahlaki dayanağıdır. Eşitliğin olmadığı yerde ise –Türkiye’de olduğu üzere- ortak yaşam istenilir bir şey olmaktan çıkar ve külfete dönüşür.

Armağan Öztürk
Ankara Üni., SBF
(06/03/2011 Radikal İki)

1 Yorum

  1. Kürt Türk,Sünni Alevi bağlamında yapmış olduğunuz analize katılıyorum.Ancal Laik muhafazakar ikilemi üzerine tezleriniz sorunlu duruyor.Laik diye tanımlamaya çalıştığınız kesim çoğunlukla statükocu,sistemden yana özellikle inançlı bireylerin kendilerini ifade biçimine ve yaşam tarzına yıllarca set olmuş,sistemin silahlı unsurlarıyla işbirliği yapmış ve yargı ile yüksek öğrenim kadrolarını tek tipçi idealarını kabul ettirmek için olabildiğince kullanmış bir kesimi oluşturuyor.Bu ülkede kimlikler üzerinde baskı oluşturan iki çoğunluk var biri ulusalcı türkler ikincisi sünni dindarlar.Özellikle muhafazakarlığı tanımlarken bir inanç bağlamında Aleviliğinde muhafazakarlık yanı olabileceğini dikkate alalım.Sorun dindar seküler(laik)sorunu değil kanımca.Kendine Laik denilen hepsi değil ama belirli elit kesimin farklı mezheplerdende olsa inançlı kesimin eğitimden çalışma hayatına kadar bir çok alanda ki yaşam alanlarına müdahale etmeleridir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz