Oran’da çöl
Oranlılar, hayranlık verici bir görünüm karşısında yaşamak zorunda kalınca, bu korkunç durumdan kurtulmanın yolunu çirkin mi çirkin yapılarla örtünmekte bulmuşlar. Denize açık, akşam meltemiyle yıkanıp serinlemiş bir kent bekler insan. Ancak, İspanyol Mahallesi7 bir yana bırakılırsa, denize sırtını dönmüş, bir sümüklüböcek gibi kendi çevresinde dönerek kurulmuş bir kent bulursunuz. Oran katı bir gökyüzüyle örtülmüş, dairesel ve sarı bir koca duvardır. Başlangıçta, insan labirentte dolaşır, Ariadne’nin8 göstergesi olarak denizi arar. Ama pas renginde ve bunaltıcı sokaklarda dönüp durur ve sonunda, Minotauros Oranlıları yer: Sıkıntıdır bunun adı. Uzun zamandır, Oranlılar başıboş dolaşmıyorlar. Yem olmaya boyun eğdiler.
İnsan Oran’a gelmeden taşın ne olduğunu bilemez. Bu tozlu mu tozlu kentte, taş kraldır. Öylesine sevilir ki, satıcılar kâğıtların dağılmasını önlemek ya da yalnızca göstermek için vitrinlerinde sergilerler. Sokaklar boyunca yığarlar; bir yıl sonra, yığın hep aynı yerde durduğuna göre, hiç kuşkusuz gözleri şenlendirmek için yaparlar bunu. Başka yerde, şiirini bitkiden alan şey, burada taşın yüzünü alır. Tecim kentinde karşılaşılabilecek yüz dolayında ağacı tozlar özenle örtmüştür. Dallarından kekre ve tozlu bir koku dökülen, taşlaşmış bitkilerdir bunlar. Cezayir’de, Arap mezarlıkları o bilinen hoşluğu sunar. Oran’ da, Ras-el-Aïn Koyağı’nın yukarısında, bu kez denize karşı, mavi gökyüzüne yapışmış durumda, güneşin kör edici yangınlar çıkardığı tebeşirimsi ve ufalanabilir taş alanlarıdır bunlar. Toprağın bu kemik yığınları ortasında, erguvan rengi bir sardunya, uzaktan uzağa, görünüme yaşamını ve taze kanını verir. Tüm kent taşlı bir kabuk içinde donmuştur. Planteurs’den bakılınca, kendisini saran yalıyarlar öylesine kalındır ki görünüm madensel olmak yüzünden gerçekdışı olur. İnsan kovulmuştur buradan. Bunca ağır güzellik bir başka dünyadan gelir gibidir.
(İnsanların hayatla ölüm arasında kaldığı ince çizgiyi veba adını vererek tasvir eden Camus, Romanın bir diğer özelliği ise hikâyenin geçtiği Oran şehrini okuyucuya görüyor gibi yansıtmasıdır.)
Eğer çöl tek kralı gökyüzü olan, ruhsuz bir yer olarak tanımlanabilirse, o zaman Oran, peygamberlerini bekliyor demektir. Kentin tüm çevresinde ve yukarısında, Afrika’nın sert doğası gerçekten yakıcı çekicilikleriyle donanmıştır. Üzerine örtülen uğursuz dekoru parçalar, her evin arasında ve tüm çatıların üzerinde zorlu çığlıklar koparır. Santa-Cruz Dağı’nın yamacında bir yola tırmanacak olursanız, göreceğiniz ilk şey Oran’ın dağılmış ve renkli küpleridir. Ama biraz daha yukarı çıktınız mı yaylayı çevreleyen tırtık tırtık yalıyarlar kızıl hayvanlar gibi denizin içine çöküverir. Biraz daha çıkın, büyük güneş ve yel çevrintileri kayalık görünümün dört bir yanına düzensizce dağılmış, çapaçul kenti örter, havalandırır, karıştırır. Burada karşı karşıya gelen, görkemli insan kargaşası ve hiç değişmeyen denizin sürekliliğidir. Tepenin yamacındaki yola doğru altüst edici bir yaşam kokusu yükselmesi için bu kadarı yeter.
Çölde amansız bir şey vardır. Oran’ın madensi göğü, tozla sıvalı sokakları ve ağaçları, her şey, her şey yüreğin ve kafanın kendi kendilerini de, adına insan denilen biricik nesneleri de hiçbir zaman unutamadıkları bu kalın ve duygusuz evreni yaratmaya katkıda bulunur. Burada yaşanması zor sığınaklardan söz ediyorum. Floransa ya da Atina üzerine kitaplar yazılır. Bu kentler öyle çok Avrupalı düşünür yetiştirmiştir ki bir anlamları bulunması gerekir. İnsanı içlendirecek ya da coşturacak her şey vardır onlarda. Anılarla beslenen ruhun belirli bir açlığını yatıştırırlar. Ama hiçbir şeyin usu çekmediği, çirkinliğin bile adsız olduğu, geçmişin hiçe indirgendiği bir kent sizi nasıl içlendirebilir? Boşluk, sıkıntı, umursamaz gökyüzü, nedir bu yerlerin çekici yanı? Yalnızlıktır kuşkusuz, bir de, belki, yaratık. Belirli bir insan ırkı için, yaratık, güzel olduğu her yerde, acı bir yurttur. Oran da onun binlerce başkentinden biri.
Albert Camus
Kaynak: Yaz
Cezayirlilerin, Fransızlara karşı çok zorlu şartlar altında ve ağır bedel ödeyerek verdiği bağımsızlık mücadelesinin etkisi ile başkaldırının sesi olarak ortaya çıkan Rai Müziğin doğduğu yerdir Oran. Cezayir’in 2. Büyük kenti olup, konum olarak ülkenin kuzey batısında bulunmakta, Akdeniz’in daralarak Cebelitarık boğazına doğru uzandığı yerde ve Cezayir’in İspanyaya en yakın olduğu nokta da yer almaktadır. Güzel bir körfeze ve ülkenin önemli ticaret limanlarından birine sahip olan Oran, bu sayede ticari açıdan önem kazanmıştır. Yarı sanayileşmiş bir şehir olmanın yanı sıra kültür, sanat ve eğitim açısından da önemli kazanımlar edinmiştir. Önceleri küçük bir Roma garnizonu iken sonrasında Oran, Endülüslü tüccarlar tarafından kuruluyor ve böylece gelişmeye başlıyor. Emevilerin gelmesinden sonra çok el değiştiren şehir, 1509 yılında İspanya egemenliğine girer ve uzun bir dönem İspanyanın egemenliğinde kalır. Osmanlı İmparatorluğuna geçene kadar ikisi arasında şehir birkaç kez el değiştirmiştir. 1831 e kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış, daha sonra Fransızların yönetimine geçmiştir. Bu nedenle her üçünün de etkisini gözlemleyeceğiniz, onlardan kalan mirasları ziyaret edebileceğiniz, farklı kültürlerin harmanlandığı bir şehirdir.