PROMETHEUS* CEHENNEMDE
“Karşısına çıkarılacak hiçbir şey bulunmadığı sürece tanrısallıkta bir şey eksikmiş gibi geliyordu bana.” “Prometheus Kafkasya’da”, LUKİANUS
Bugünün insanı için Prometheus ne anlam taşır? Hiç kuşkusuz, tanrılar karşısında ayaklanmış olan bu başkaldırmışın çağdaş insanın örnekçesi olduğu ve binlerce yıl önce Skitia çöllerinde yükselen bu karşı çıkışın bugün bir benzeri daha bulunmayan bir tarihsel kargaşada son bulduğu söylenebilir. Ama, aynı zamanda, bir şeyler bize bu ezilmişin ezilmesinin, bizim aramızda da sürdüğünü ve yalnız işaretini verdiği insan başkaldırısının büyük çığlığı karşısında hâlâ sağır kaldığımızı söyler.
Bugünün insanı gerçekten de bu dünyanın dar yüzeyinde baş döndürücü yığınlarla acı çeken kişidir, özgürlüğe şimdilik bekleyebilecek bir lüks diye bakan, ateşten ve besinden yoksun kişidir; bu kişi için henüz biraz daha acı çekmekten başka bir şey söz konusu değildir, tıpkı özgürlük ve son tanıkları için biraz daha silinmekten başka bir şey söz konusu olamayacağı gibi. Prometheus’a gelince; insanları kendilerine ateş ile özgürlüğü, teknik ile sanatı aynı zamanda verecek ölçüde seven kahramandır. Bugün, insanlık teknikten başka bir şeye gereksinim duymuyor, teknikten başka bir şeye kulak asmıyor. Makineleri içinde başkaldırıyor, sanatı da, sanatın varsaydıklarını da bir engel ve bir tutsaklık göstergesi olarak görüyor. Prometheus’un özelliğiyse, tam tersine, makineyi sanattan ayıramaması. Prometheus, bedenlerin ve tinlerin aynı zamanda kurtarılabileceğini düşünür. Günümüzün insanı, tin geçici olarak ölecek bile olsa, önce bedeni kurtarmak gerektiğine inanıyor. Ama tin geçici olarak ölebilir mi? Gerçekte, Prometheus geri gelecek olsaydı, bugünün insanları da o zamanın tanrıları gibi yaparlardı: İlk simgesi olduğu şu insancılık adına kayaya çivilerlerdi onu. O zaman yenilmişi aşağılayacak düşman sesler Aiskhylos tragedyasının eşiğinde çınlayan seslerin aynı olurdu: Güç’ün ve Şiddet’in sesleri.
Kısır zamana, çıplak ağaçlara, dünyanın kışına boyun mu eğiyorum? Ama bu ışık özlemi bile beni haklı çıkarıyor: Bana bir başka dünyadan, gerçek yurdumdan söz ediyor. Bunun kimi insanlar için hâlâ bir anlamı kaldı mı? Savaş yılı, Odysseus’un gezisini baştan yapmak için gemiye binecektim. O dönemde, yoksul bir genç bile ışıkla karşılaşmak üzere bir denizi geçmenin görkemli tasarısını yapabilirdi. Ama ben de herkes gibi yaptım o zaman. Gemiye binmedim. Cehennemin açık kapısı önünde bekleyenler arasında yerimi aldım. Yavaş yavaş, girdik buraya. Ve öldürülen suçsuzluğun ilk çığlığında, kapı arkamızda şakladı.
Cehennemdeydik, bir daha da çıkmadık. Altı uzun yıldan beri, ona alışmaya çalışıyoruz. Mutlu adaların sıcak ateşleri artık yalnız başka uzun yılların dibinde görünüyor bize, daha gelecek olan, ateşsiz, güneşsiz yılların.
O zaman, bu nemli ve kara Avrupa’da, yaşlı Chateaubriand’ın Yunanistan’a giden Ampère’e şu haykırışını nasıl bir keder titremesi ve zor bir suç ortaklığı duygusuyla karşılamazsınız: “Benim Attika’da gördüğüm zeytin ağaçlarının tek bir yaprağını, üzümlerin tek bir tanesini bile bulamayacaksınız. Benim zamanımın otlarına bile yanıyorum. Bir fundayı yaşatacak gücüm bile olmadı.” Biz de, genç kanımıza karşın, bu son yüzyılın korkunç yaşlılığına gömülmüşüz, bazı bazı biz de tüm zamanların otlarına, artık kendi kendisi için görmeye gitmeyeceğimiz zeytin ağacının yaprağına ve özgürlüğün üzümlerine yanacağız. İnsan her yerde, her yerde çığlıkları, acısı ve tehditleri. Toplanmış bunca yaratık arasında, cırcırböceklerine yer yok artık. Tarih fundalar yeşermeyen bir kısır toprak. Gene de bugünün insanı tarihi seçti; ondan ne vazgeçebilirdi ne de vazgeçmesi gerekirdi. Ama onu boyunduruk altına alacak yerde, ona her gün biraz daha tutsak olmaya boyun eğiyor. Prometheus’a, bu “düşünceleri gözüpek, yüreği hafif” oğula işte burada ihanet ediyor. Prometheus’un kurtarmak istemiş olduğu insanların düşkünlüğüne işte burada dönüyor. “Görmeden görüyorlardı, anlamadan dinliyorlardı, düşlerdeki gölgeler gibi…”
Evet, daha her şeyin yapılmayı beklediğini görmemiz için bir Provence akşamı, kusursuz bir tepe, bir tuz kokusu yeter. Bedenin açlığını yatıştırmak için ateşi yeniden bulmak, meslekleri yeniden kurmak durumundayız. Attika, özgürlük ve bağ bozumları, tinin ekmeği daha sonraya. Kendi kendimize, “Artık hiç olmayacaklar ya da başkaları için olacaklar!” diye haykırmaktan ve hiç değilse bu ötekilerin yoksun kalmamaları için gerekeni yapmaktan başka ne yapabiliriz ki? Bunu acıyla duyan, gene de üzüntüden uzak bir yürekle karşılamaya çalışan bizler, geç mi kaldık, yoksa erken mi geldik, fundaları yeniden yaşatmaya gücümüz yetecek mi?
Yüzyılın içinde yükselen bu soruya Prometheus’un vereceği yanıtı tasarlamak kolay. Gerçekte, o bu yanıtı çok önceden vermişti: “Ey ölümlüler, bu işi ellerinizle yapacak oranda becerikli, erdemli, güçlüyseniz, size düzeltme ve onarma sözü veriyorum.” Kurtuluşun kendi ellerimizde olduğu doğruysa, yüzyılın sorgusuna tanıdığım birkaç kişide sezdiğim bu dönüşlü güç ve bilgili gözüpeklik nedeniyle “Evet” yanıtını vereceğim. “Ey adalet, ey ana, bana çektirilenleri görüyorsun!” diye haykırır Prometheus. Hermes de kahramanla alay eder: “Bilici olup da gördüğün işkenceyi önceden görememene şaştım.” “Biliyordum,” diye yanıtlar Başkaldırmış. Sözünü ettiğim insanlar da adaletin oğullarıdır. Onlar da, ne yaptıklarını bilerek, herkesin mutsuzluğunun acısını çekerler. Kör adalet olmadığını, tarihin gözsüz olduğunu ve yerine, elden geldiği ölçüde, tinin tasarladığı adaleti koymak üzere, onun adaletini yadsımak gerektiğini bilirler. Prometheus işte burada yüzyılımıza döner.
Söylenlerin kendi başlarına yaşamı yoktur. Kendilerini cisimleştirmemizi beklerler. Dünyada tek bir insan çağrılarına yanıt vermeyegörsün, el değmemiş özsularını sunarlar bize. Bunu korumamız ve dirilişin olanaklı olması için uykunun ölümcül olmamasını sağlamamız gerek. Bazı bazı bugünün insanını kurtarıp kurtaramayacağımız konusunda kuşkuya düşerim. Ama bu adamın çocuklarını bedenlerinde ve tinlerinde kurtarmak hâlâ olanaklı. Onlara aynı zamanda mutluluk ve güzellik şanslarını sunmak olanaklı.
Güzellikten ve belirttiği özgürlükten yoksun yaşamaya boyun eğmemiz gerekiyorsa, Prometheus söyleni bize insanın her türlü sakatlanmasının ancak geçici olabileceğini ve insanın tümüne hizmet edilmedikçe hiçbir şeyine hizmet edilmediğini anımsatacaktır.
Ekmeğin ve fundalığın açlığını duyuyorsa ve ekmeğin daha gerekli olduğu doğruysa, fundalığın anısını korumayı öğrenelim. Tarihin en karanlık odağında, Prometheus’un adamlarının, çetin işlerine ara vermeden, gözleri dünyanın ve yorulmak bilmez otun üzerinde olacaktır. Zincire vurulmuş kahraman tanrısal yıldırımın ve gök gürültüsünün altında insana beslediği dingin inancı sürdürecektir. İşte böylece, kayasından daha sert, akbabasından daha sabırlıdır. Bu uzun inat, tanrılara karşı ayaklanmasından daha anlamlı bizim için. Bir de insanların acılı yüreğiyle dünyanın baharlarını her zaman barıştırmış ve her zaman barıştıracak olan bu hayranlık verici istenç, hiçbir şeyi ayırmama, hiçbir şeyi atmama istenci.
(1946)
Albert Camus
Kaynak: Yaz, Fransızca Aslından Çeviren: Tahsin Yücel, Can yayınları
*Prometheus, yaygın olarak bilinen, günümüzde sanattan spora pek çok alanda canlılığını gösteren bir mittir; ilk insanın yaratılışında, çeşitli yetenekler verilmesinde ve insanoğlunun Olympos’un tanrılarına başkaldırısına önderlik eden mitolojik karakterdir. Prometheus, kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi vererek bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır.