KİTLELERİN DUYGULARI, BASKICILIĞI, MUHAFAZAKARLIĞI VE AHLAKÇILIĞI – GUSTAVE LE BON

177

Kitle, öldürme, yangın ve her nevi cinayet yapmaya kabiliyetli olduğu gibi, fedakar ve sadık fiiller icrasına da, bireyden çok daha yüksek derecede yeteneklidir. Özellikle şan, şeref, din ve vatan duygularına hitap edilerek kitle halindeki bireyin duygularından yardım beklenir. Tarih Haçlı akınlarına ve 93 gönüllülerine benzer örneklerle doludur. Büyük sadakatlere ve diğer kanılıklara yalnız kalabalıklar yeteneklidir. Pek az anladıkları inançlar ve düşünceler için kendilerini kahramanca ölüme teslim etmiş olan kalabalıklar ne kadar çoktur.  

Kolay kışkırtılmak, kızgınlık, muhakeme yeteneksizlikleri, hüküm verme ve eleştiri yeteneklerinin olmaması, duygulardaki mübalağa gibi kitlelere has karakterlerin bir çoğunu, olgunluğun aşağı şekillerine bağlı olanlarda mesela çocuk ve vahşilerde de görmek mümkündür. Bu benzeyişi, söz arasında arzediyor ve geçiyorum. Bunun uzunca izahı ve ispatı bu eserin çerçevesi dışına çıkar. Zaten bunun izahı, iptidailerin psikolojisine vakıf olanlar için lüzumsuz olur, bunu bilmeyenler için de zayıf bir kanaat verirdi.
Şimdi, kitlelerin bir çoğunda gözlenmesi kolay olan çeşitli karakterleri inceleyelim:

1-) Kitlelerin Kışkırtılma Yeteneği, Hareketliliği ve Kızgınlığı

Esas karakterlerinden bahsederken söylediğimiz gibi; kitleler hemen hemen tamamen bilinçaltı tarafından yönetilir. Fülleri beyinden ziyade omuriliğin(murdarilik) kontrolü altındadır. İcraları bakımından fiilleri tam olabilir, fakat bunları beyin idare etmediğinden, birey kışkırtmaların durumuna göre hareket eder. Dışardan gelen bütün etkilerin oyuncağı haline gelen kitle, bu etkilerin ardı arası kesilmeyen değişmelerine maruz kalır. Kendi başına bulunan birey dahi, kitle halinde bulunan bireyin tabi olduğu tahriklere maruz kalabilir, fakat aklı, bu tahriklere boyun eğmenin sakıncalarını kendine gösterdiğinden bunlara baş eğmez. Fizyolojik tabirle, bu durumu yalnız bulunan birey, tepkilerine hakim olmak yeteneğine sahip olduğu halde, kitle bu yetenekten mahrumdur, diyerek tanımlayabiliriz.

Kitlelerin bağlı bulundukları değişik mecburiyetler, onları tahrik eden sebeplere göre, mertçe yahut zalimce, kahramanca yahut korkakça olabilir. Fakat fert üzerinde kitleler o derece hakim olurlar ki, bunların önünde doğal nefsi koruma duygusu bile silinir.

Kitleleri telkin altına alabilen kışkırtmalar çeşitli ve onlar da her zaman bu tahriklere bağlı olduklarından, durumları son derece kararsızdır. En kanlı vahşilikten en mutlak mertliğe yahut kahramanlığa bir an içinde geçtikleri görülür. Kitleler kolaylıkla cellat, fakat aynı zamanda aynı kolaylıkla yüksek bir dava uğrunda şehit olabilirler. Her inancın zaferi için istenilen kan selleri tarih boyunca kitlelerin sinesinden akmıştır.

Kitlelerin neler yapmaya güçlü olduklarını görmek için kahramanlık dönemlerine kadar inmeğe lüzum yoktur. Hayatlarını pazarlığa koymazlar. Daha birkaç sene önce birden bire halk adamı kesilen bir general, davası için canlarını fedaya hazır yüz bin adamı buldu. Buna göre, kitlelerde hiç bir şey daha önceden düşünülmüş olamaz.
O zaman dilimi içerisinde birbirine karşıt duygu perdeleri arasında dolaşır dururlar. Kasırganın yerden kaldırdığı, her yöne savurduğu sonra tekrar yere düşürdüğü yapraklara benzerler. Bazı devrimci kitlelerin incelenmesi, bunların duygularının değişikliği hakkında bize örnekler sunar.

Kitlelerin bu değişken durumları, özellikle genel kuvvetlerin bir kısmı ellerine geçince kendilerini pek zor zaptedilir duruma getirir. Günlük hayatın gereksinimleri, olayların bir çeşit görünmeyen yönünü oluşturmasaydı, demokrasiler zor dayanabilirdi.
İstediklerini çılgınca bir şiddetle elde etmeyi arzu eden kitleler, bunları uzun süre istemezler.Devamlı düşünceye yeteneksiz oldukları gibi devamlı bir iradeye de yeteneksizdirler.

Sadece geleneklerine bağlı ve kararsız değildir. Vahşi bir insan gibi, arzu ile arzusunun gerçekleşmesi arasında hiçbir engeli kabul etmez ve üstelik sayının çokluğu, kendisine karşı konulmaz bir güç hissi verir. Kitle halinde bulunan bir bireyde imkansızlık mefhumu kaybolur.

Tek başına olan bir adam bir sarayı ateşe
veremeyeceğini, bir mağazayı yağmalayamayacağını bilir ve böyle bir şeye girişmek hemen hemen hiç aklına gelmez. Fakat bir kitleye bağlı olunca, çokluğun kendisine verdiği gücü anlar, cinayet yahut yağma için aldığı ilk telkine derhal kendisini teslim eder. Beklenilmeyen bir engel büyük bir şiddetle parçalanıp yıkılır. Eğer insan, yapısı öfke duygusunun devamlılığına uygun olmuş olsaydı, suyunca gidilmeyen kitlenin doğal hali öfkedir denebilirdi.

İnceleyecek olduğumuz bütün topluluklara ait duygularda görüleceği gibi, kitlenin kışkırtılma yeteneğinde, hareketliliğinde ve yapısındaki öfkesinde daima ırkın esas yapısının büyük rolü vardır. Bu karakterler, üzerinde duygularımızın filizlendiği değişmez yeri oluşturur.

Kitlelerin hepsi, büyük oranda farklarıyla, kızgınlık ve atılganlıklarına tabidir. Mesela, bir La’in kitle ile bir Anglo-Sakson kitle arasında çok büyük farklar vardır. Tarihimizin yeni olayları bu nokta üzerinde keskin bir ışık saçar. 1870’de, uydurma bir hareketten bahseden bir telgrafın yayınlanması, derhal müthiş bir darbeye sebep olan bir hiddet patlamasının meydana gelmesine yeterli oldu. Bir kaç yıl sonra Langson’da önemsiz bir başarısızlık haberini veren telgraf, yeni bir öfke kasırgası patlattı ve hükümetin derhal düşmesine neden oldu. Aynı tarihte bir İngiliz sefer heyetinin Hartum önünde daha ağır bir başarısızlığı, İngiltere’de ancak zayıf bir heyecan uyandırdı. Hükümet düşmediği gibi hiç bir bakan değişmedi.

Kitleler her yerde kadın gibidirler, fakat bunların
en çok kadın gibi olanı Latin kitleleridir. Onlara dayanan kimse az zamanda, çok yükseklere çıkabilir, fakat daima Tarpeirine kayasına (Romanın kurulduğu 7 tepeden biridir. Suçlular, buradaki kayadan aşağıya atılırdı) sürülerek ve bir gün oradan aşağıya atılmak korkusuyla yükselir.

2-) Kitlelerin Telkine Kapılma Yeteneği ve Çabuk İnanırlığı:

Kitlelerin genel karakterlerinden birinin de aşırı
bir şekilde telkine kapılmaya uygun bulunmaları olduğunu söylemiş ve her insan yığınında, bir telkinin kadar sirayet edici olduğunu gösterdik. Bu durum ise duyguların belli bir tarafa çabuk yönelmesi olayını açıklar.
Ne kadar yansız olduğu sanılırsa sanılsın, kitleler çoğu zaman telkine hazır bir dikkat ve bekleme durumu içerisinde bulunurlar. İlk yapılan telkin derhal sirayet yoluyla bütün zihinlere kendisini kabul ettirir ve hemen yönünü belirler.

Telkin olunan kimselerde, sabit fikir fiil haline gelmeğe hazırdır. Ateşe verilecek bir saray veyahut yapılacak bir bağlılık gösterisi mi var, kitle aynı kolaylıkla bunları yapmaya atılır.
Her şey kışkırtıcı unsurun uygulamasına bağlıdır ve tek bir adamla olduğu gibi, telkin olunan fiil ile bu hareketin icrasına engel olabilecek akıl ve muhakeme nisbetlerine bağlı kalmaz.

Bunun gibi, kitleler daima bilinçaltı sının üzerinde dolaşarak bütün telkinlere maruz bulunurlar. Akli etkilerin yardımından mahrum bulunan kitleler, fazla bir safdillik ve her şeye kolay inanırlık gösterir.
Onlar için olmayacak hiç bir şey yoktur. En garip ve akıl almaz hikayelerin, masalların kolaylıkla uydurulup yayıldıklarını anlamak için bu durumu hatırlamak gerekir.

Kitleler arasında kolayca kabul olunan hikayelerin ortaya çıkması bütünüyle bir saflık eseri değildir. Bu, bir yerde toplanmış bireylerin hayalgücünde olayların hedef olduğu hayret verici değişmelerin sonucudur da. Kitle tarafından basbayağı görülen bir olay çok geçmeden şekli değişmiş bir olay haline girer. Kitle hayallerle düşünür. Uyanan ilk hayal de kendisi ile hiç bir mantıki bağlantısı olmayan diğer bir takım hayaller meydana getirir.

Herhangi bir olayın uyandırılmasıyla zihnimizde doğan düşünceler zincirini göz önüne getirirsek, bu durumu kolayca anlarız. Akıl ve muhakeme böyle hayallerin ilgisizliğini ferde gösterir fakat kitle bunu görmez. Değiştirici hayal gücünün olaya eklediği şeyi de olay ile karıştırır. Sübjektifi objektiften ayırmaktan aciz olduğu için, zihninde uyanan, çoğu defa görülen olay ile hiç bir yakınlığı bulunmayan hayalleri gerçek diye kabul eder.

Bir olay üzerinde kalabalıkların yaptığı değiştirmelerin pek çok ve çeşitli yönlerde olması icabeder. Çünkü kalabalığı oluşturan bireyler çok değişik yaradılışta gibidir, fakat gerçekte hiç de böyle değildir.

Topluluğu oluşturan bütün bireyler için, zihni
sirayet eseri olarak, bu değiştirmeler aynı içerikte ve aynı yönde olur. İçlerinden biri tarafından duyulmuş olan, olayın şekil değiştirmesi, sirayet eden telkinin çekirdeğini oluşturur. Kudüs surları üzerinde bütün haçlılara görünmeden önce, Sen Jorj, hiç şüphesiz orada bulunanlardan ancak bir kişi tarafından görülmüştü. Haber verilen mucize, telkin ve sirayet yolu ile derhal herkes tarafından kabul edildi.

Tarihte örneğine pek sık rastlanan ve binlerce kişi tarafından gözle görülmüş olduğu söylenilen ve doğruluğun bütün klasik vasıflarını nefsinde toplamış gibi görünen toplum yapısının mekanizması işte böyledir.

Kitleyi oluşturan bireylerin zihni düzeydeki üstünlük bu prensibi ortadan kaldırmaz. Bilgisiz ve bilgin, bir kere kitle içinde bulununca olayları objektif olarak gözlemlemek bakımından aynı yetenek düzeyine inerler.

Zihni bakımdan yüksek seviyede olmanın önemi yoktur. Bu tez çelişkili görünebilir. Bunu ispat için bir çok tarihi olayları tekrar etmek gerekir. Ancak ciltler buna kafi gelmez.

Okuyucuyu ispatsız iddiaların etkisi altında bırakmak istemiyorum. Bunun için tarihi olaylardan gelişigüzel bir kaç örnek vereceğim:

Şimdi anlatacağım tipik vakıa, içinde alim ve cahil her nevi insanın bulunduğu bir kalabalık üzerinde hüküm sürmüş kollektif birsamlardan biridir. Deniz cereyanları hakkındaki kitabında kıdemli bahriye yüzbaşısı Juilen Felix şöyle bir vak’a kaydediyor:

Belle-Poule firkateyni, şiddetli bir fırtınanın kendisinden ayırmış olduğu, Bercau korvetini bulmak için denizde dolaşıyordu. Güpegündüz ve hava tamamiyle güneşli idi. Birdenbire nöbetçi, denizde serseri bir binek gösterir, gemi adamları işaret edilen noktaya doğru bakarlar.
Herkes, zabitler ve tayfalar, üstü insanla dolu ve üzerinde imdat işaretleri dalgalanan kayıklar tarafından çekilen bir salı, açıkça görürler. Amiral Desfosssee kazaya uğrayanların imdadına koşmak üzere bir sandal hazırlatır. Sandala binenler kaza yerine yaklaştıkları vakit, insanların çabaladıklarını ve ellerini uzattıklarını görür ve bir takım seslerin boğuk ve karışık gürültülerini duyarlar. Bu sözde salın yanına varıldığı zaman, yakın sahillerden kopmuş koca bir ağaç dalının karşısında bulunulduğu anlaşılır ve bu kadar elle tutulur bir bedahet karşısında da birsam (hallucination) kaybolur.”

İzah ettiğimiz veçhile, bu misal kollektif his delaletinin (birsam) mekanizmasını açık surette gösterir. Bir tarafta bütün dikkatini teksif etmiş bir kalabalık, diğer tarafta deniz üzerinde kalmış bir kütüğü kayık olarak haber veren nöbetçinin yaptığı telkin ve bir de sirayet yoluyla telkinin tesiri altında kalan subaylar, tayfalar ve diğer hazır bulunanlar var.

Doğru görmek melekesinin (faculte) kaybolması ve gerçek vak’aların, onlarla hiç bir yakınlığı olmayan hayallerle yer değiştirmesi için, bir kitlenin fazla kalabalık insanı bir araya toplamış olması şart değildir. Birkaç kişi birleşince bir kitle teşkil ederler ve o zaman bunlar alim dahi olsalar, ihtisasları dışında olan mevzularda tam bir kitle karakteri gösterirler. Her birinin tek tek malik olduğu müşahede hassası ve tenkit kudreti kaybolur.

Derin bir psikolog olan Davey ‘”Ruhi İlimler Yıllığında böyle bir halin dikkate şayan misalini vermiştir ki, burada zikre değer. Muharrir şöyle yazıyor:

“Davey, içlerinden İngiltere’nin sayılı ilim adamlarından Wallace’ın da bulunduğu bir seçkin heyeti topladı, bazı şeyleri onlara gösterdi, muayene ettirdi ve istedikleri yerleri mühürletti. Bu, ruhların maddeleştirilmesi, yazı levhası üzerine yazı yazılması gibi spritizmanın artık herkesçe bilinen klasik mevzuları idi.
Müşahede olunan hadiselerin ancak tabiatüstü vasıtalarla elde edilmiş olduğuna dair bu ilim adamlarından kendi el yazılarıyla raporlar aldıktan sonra, bunların pek basit hileler neticesi olduğunu kendilerine bildirdi. Davey’in hayrete değer müşahedesi, bizzat hilelerdeki ustalık veya keramet değil, fakat bu işi bilmeyenlerin verdikleri raporlarda görülen son derece zaaflar idi. Muharrir diyor ki, şu halde şahitler tamamiyle yanlış olan bir takım hikayeler rivayet edebilirler, fakat onların tasvirleri doğru olarak kabul olunduğu takdirde, neticede tasvirettikleri hadiselerin hile ile izahı mümkün olmaması icabeder. Davey’in kullandığı usuller o kadar basit idi ki, bunları kullanmak cesaretinde bulunuşuna şaşılıyordu. Fakat kitle üzerine öyle bir tesire malik idi ki, görmediğini görmüş olduğunu kitleyi inandırıyordu.”

Mesele, ipnotizmacının medyum üzerinde icra ettiği tesirledir. Fakat evvelden haberdar edilen yüksek zekalar üzerine böyle bir tesir yapıldığı görülünce, basit kitlelerin ne kadar kolaylıkla evhama düştükleri anlaşılır.

Bunlara benzer misaller hesapsızdır. Bir kaç sene önce Seine nehrinde boğulup da cesetleri çıkanlar iki küçük kızın hikayesini gazeteler yazdılar. Bu çocuklar önce takriben on iki şahit tarafından “kesin olarak” tanındı. Bu kadar birbirine uygun tasdikler karşısında sorgu hakiminin zihninde hiç bir şüphe kalmadı. Gömülmelerine izin verdi. Fakat cenazeler mezara konulmak üzere iken boğulmuş sanılan kızların hayatta oldukları ve ölü kızlara ancak pek uzak bir benzerlik arzettikleri bir tesadüfle anlaşıldı. Evvelce de verilen misallerde görüldüğü gibi, bir vehmin kurbanı olan ilk şahidin iddiası bütün öteki şahitlere aynı kanaati telkine yetmişti.

Bunlara benzer hallerde, telkinin başlangıç noktası bir fertte az çok müphem hatırlama (reminiscence) vasıtasıyla husule gelen bir vehmin teyid ve iddia (affirmation) yoluyla sirayetidir. Eğer ilk şahit tesirlere karşı pek hassas ise, tanıdığı inancında olduğu cesette her türlü benzerlik dışında kendisi için o cesedin başka bir kimseye ait olduğu fikrini uyandırmağa elverişli bazı alametler, mesela bir yara nişanı, bir tuvalet teferruatı görmesi kafi idi. Uyandırılan bu fikir, o zaman idrak sahasına yayılan ve bütün tenkit hassalarını felce uğratan bir nevi yanlış anlayış billurlaşmasının çekirdeği olur. O zaman şahidin gördüğü artık bizzat nesnenin kendisi (objet) değil, belki de zihninde tasavvur ettiği bir hayal olur. Mekanizmasını izah etmiş olduğum iki nevi telkinin açıkça gösterdiği ve artık eskimiş olan aşağıdaki vak’ada da görüleceği veçhile, çocuk cesetlerinin bizzat anneleri tarafından yanlış teşhis edilmeleri böylece izah olunabilir.

“Çocuk, başka bir çocuk tarafından teşhis olundu, fakat teşhis eden aldanmıştı. Yanlış teşhisler serisi ondan sonra sökün etti.

Ve bu esnada garip bir şey oldu; bir talebenin, cesedi teşhisinin ertesi günü bir kadın: “Ah, Allahım, bu benim çocuğum” diye bağırdı.

Kadını cesedin yanına götürdüler, cesedi yakından görünce alnında bir yara bulunduğunu farketti ve “evet”, bu benim geçen temmuzdan beri kaybolmuş olan oğlumdur, zavallıyı çalıp götürdüler ve öldürmüşler” dedi.

Chavandret adlı bu kadın Four sokağında bir evde kapıcı idi. Bundan sonra kadının kayın biraderi çağrıldı, o da cesedi görür görmez, tereddüt etmeden, “işte küçük Philibert!” dedi. Bundan başka adı geçen sokakta oturan birçok kimse çocuğun evvelce okumuş olduğu okulun öğretmeni de dahil olduğu halde Philibert Chavand; et’yi güzelce teşhis ettiler. Okulun öğretmeni için çocuğun madalyonu bir işaret teşkil ediyordu.

Lakin komşular, kayın birader, muallim ve anne hepsi aldanıyorlardı. Altı hafta sonra bu cesedin hüviyeti anlaşıldı. Bu, Bordeaux’lu bir çocuktu ki, orada öldürüldükten sonra, nakil sureti ile, Paris’e getirilmişti.

Şu noktaya dikkat edilmelidir ki, bu gibi teşhisler hemen umumiyetle kadınlar ve çocuklar gibi en ziyade tesir altında kalanlar tarafından yapılmaktadır. Bu hadiseler, bu gibi şahitliklerin adalet bakımından ne derece inanılmağa layık olduğunu da gösterir.
Çocukların iddia ve şehadetleri üzerine ise hiç istinat edilmemelidir. Hakimler bu yaşta yalan söylenmediğini, herkesçe malum bir mütalaa olarak, iddia ederler. Pek sathi olmayan bir psikoloji bilgisi, kendilerine öğretirdi ki, tersine, bu yaşta hemen daima yalan söylenir. Yalan, şüphesiz, masumdur; fakat bundan dolayı da yalanlıktan çıkmaz. Çok defa yapıldığı veçhile, bir çocuğun şahitliğine dayanarak karar vermekten ise, bir mazmunun mahkumiyet veya beraat kararına “yazı mı, tur mı” ile karar vermek daha isabetli olur.

Kollekiif Gözlemlerin Yanlışlığı

Kollektif gözlemler, gözlemlerin en fazla yanlış olanıdır ve çoğu defa sirayet yoluyla başkalarına telkinde bulunan bir bireyin sadece vehim ve hayalinden başka bir şey değildir.

Kalabalıkların gözlemlerine asla inanmamak
gerektiğini bir çok olaylar ispatlamıştır. 1870’teki Sedan Savaşının ünlü süvari hücumunda binlerce kişi hazır bulundu. Bununla beraber olayı gözleriyle gören tanıkların, birbirine zıt şehadetleri dolayısıyla bu hücuma kimin kumandanlık ettiğini bilmek imkansızdır. Yeni bir eserde bir İngiliz Generali, Woterloo Savaşının en büyük olayları hakkında şimdiye kadar pek büyük hatalarda bulunulmuş olduğunu ispat etti. Halbuki bu olaylar yüzlerce şahit tarafından doğrulanmıştı. Bu misaller kitlelerin gözlemlerinin ne değerde olduğunu bize göstermektedir.

Mantık kitapları tanıkların görgü birliği durumunda olmasını bir olayın doğruluğuna en sağlam delil diye gösterir. Fakat kitleler psikolojisi hakkındaki bilgimiz, mantık kitaplarının bu noktada halaya düştüğünü ispatlar. En fazla şüpheli olaylar, en çok sayıda kimseler tarafından gözlenen olaylardır. Bir olay aynı zamanda binlerce kişi tarafından görüldü demek, gerçek olayın hikaye olunan olaydan genellikle pek farklı olduğunu söylemek demektir.

Bu sözlerimizden açıkça anlaşılır ki, tarih kitapları genellikle kuruntu ve hayal ürünüdür. Bunlar sonradan uydurulmuş açıklamalarla birlikte, yanlış gözlemlenmiş olayların fantezili hikayeleridir. Eğer geçmiş edebi, artistik ve anıt eserlerini bize miras bırakmasaydı, onun hakkında gerçek bir şey öğrenemezdik.

Hz. Muhammed, Hz. İsa, Herkül, Buda gibi insanlık tarihinde pek önemli roller oynamış olan bu insanların hayatı hakkında doğru olarak tek bir kelime biliyor muyuz? İhtimal dahilindedir ki tek bir kelime bile bilmiyoruz. Pek Onların hakiki hayatlarını tam anlamıyla merak edip okumuyoruz.

Ne yazıktır ki menkıbelerin de hiç bir kıvamı yoktur. Kitlelerin hayal gücü bunları çağlara ve özellikle ırklara göre değiştirir. Kutsal kitabın kan dökücü Yahova’sı ile Sen Terez’in sevgi dolu tanrısı arasında çok büyük fark vardır. Çin’de tapınılan Buda ile Hindistan’da tapınılan Buda arasında hiç bir münasebet yoktur.

Menkıbelerinin, kitleler tarafından değişikliğe uğratılması için kahramanların üzerinden çağların geçmesine gerek yoktur. Değişiklik bazı defa bir kaç sene zarfında meydana gelir. Zamanımızda en büyük tarihi kahramanlarımızdan birinin hikayesinin elli seneden az bir zaman zarfında bir çok defa değişikliğe uğradığını gördük.

Bourbon hanedanı zamanında Napolyon, insanlığı sever, liberal, cömert ve şairlerin dediklerine göre, hatırasını kalplerinde uzun zaman saklamış olan köylülerin yardımcısı, bir nevi efsanevi kişilik oldu. Otuz yıldan sonra bu yumuşak kahraman, kanlı bir baskıcı, kendi hırsları uğruna 3 milyon insanı kurban etmiş ve hükümeti gaspetmiş bir adam oldu. Şimdiki halde efsane yine değişikliğe uğramaktadır.

Hele bunun üzerinden birkaç on asır geçince geleceğin bilginleri bu birbirini tutmayan rivayetler karşısında bu kahramanın yaşayıp yaşamamış olduğunda, bizim Buda’nın varlığından şüphelendiğimiz gibi, şüpheye düşecekler ve onda bir güneş efsanesinden yahut Herkül hikayesinden başka bir şey göremeyeceklerdir. Böyle bir şüpheden de kolayca teselli bulacaklardır. Çünkü bu alimler kitlelerin psikolojine bugünden daha çok hakim olacaklarından, tarihin efsanelerden başka bir şeyi tasvir etmediğini de bileceklerdir.

3-) Kitle duygularının abartıldığı ve basitliği

Bir kitle tarafından açığa vurulan iyi veya fena duygular, abartılı ve basit olmak gibi iki kat özellik gösterir. Diğer birçok noktalarda olduğu gibi, bu noktada da kitle içindeki birey, ayrıntıyı kavramaktan aciz, ilkel bir yaratığa benzer. Eşyayı bir blok halinde, bütünüyle görür ve nüansları ayıramaz. Kitle içinde bir duygunun aşın hale gelmesi şöyle olur:

Telkin ve yayılma yoluyla duygular büyük bir hızla yayıldığından, katılma sonucunda, o duygunun gücü büyük oranda artmış olur.

Kitle duygularının abartılması ve sadeliği, onları şüpheden ve kararsızlıktan uzak bulundurur. Kitleler de hemen büyük aşırılıklara giderler. Ortaya atılan herhangi bir şüphe, derhal münakaşa kabul etmez bir gerçeğe çevrilir. Tek başına bulunan bir bireyde pek az belli olacak bir nefret duygusu, yahut uygun görmemek başlangıcı, kitle içinde bulunan bir bireyde vahşi ve yırtıcı bir kine çevirebilir.

Sorumluluk duygusuna sahip olmadıkları için, kitlelerin duygularının şiddetliliği daha farklı cinsten kitlelerde aşırı bir hal alır. Kitleyi oluşturan bireylerin çokluğu ve bu çokluğun ortaya getirdiği geçici kudret nispetinde kuvvetli olanın cezasız kalma kanaati, tek başına birey için mümkün olmayan duygu ve fiilleri, kitle için mümkün kılar. Kitle içinde bulunan budala, cahil ve haris olan bireylerde, hiçliklerinin ve iktidarsızlıklarının yerine, geçici fakat büyük bir yıkıcı kuvvete sahip oldukları kanaati meydana gelir.

Kitlelerdeki aşırılık, kitle bireylerinde, atalarından yadigar kalan ilkel, irsi içgüdülerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Halbuki tek başına bulunan ve sorumlu olan birey ceza görmek korkusuyla bu duygularını frenlemeğe çalışır. İşte kitlelerin en kötü aşırılıklara kolayca saplanmaları, bu şekilde izah edilebilir.

Kendilerine ustalıkla telkinde bulunulduğu zaman kitleler kahramanlığa, nefsi fedaya ve feragate yetenekli olurlar. Hatta bu konuda yalnız başına olan bireylerden çok daha yeteneklidirler. Biraz sonra kitlelerin ahlaklılığını incelerken, bu nokta üzerinde durmak imkanını bulacağız.

Kitleler ancak şişirilmiş ve aşırı duygulardan etkilendiklerinden, onları etkilemek ve elde etmek isteyen hatibin, şiddetli iddialar, ateşli ifadeler sarfetmesi gerekir. Abartılı konuşmak, tekrar tekrar iddia etmek, ve hiçbir şeyi kesinlikle akılcı bir yargılama yoluyla ispatlamaya kalkışmamak… İşte halk topluluklarına hitap eden hatiplerin alışmış oldukları, ortaya atılan iddiaları isbat usulleri…
Kitle, kahramanlarının duygularında da aynı abartıyı ve aşırılığı görmek ister. Görünürdeki özellik ve üstünlükleri her zaman şişirilmeli ve büyütülmelidir. Tiyatro kahramanından hakiki hayatta asla görülmeyen üstünlükler, cesaret ve ahlak beklenir.

Tiyatroya ait özel bir seyir, temaşa ve görüş ilminden haklı olarak bahs edilmiştir. Tiyatroya ait özel bir ilim (optigue) vardır. Fakat bunun kuralları çoğu defa selim akıl ile ve mantıkla hiç bir yakınlık göstermez. Kitlelere hitap etmek aşağı derecedeki sanatlardan biridir, fakat tamamen özel yetenekler ister. Çok beğenilmiş bazı piyesler okunduğu zaman, bunların nasıl rağbet kazanmış oldukları kolayca açıklanamaz.

Tiyatro müdürleri oynanacak piyeslerin metinlerini aldıkları zaman bunların beğenilip beğenilmeyeceği konusunda kendileri de genellikle şüpheli ve kararsızdırlar, çünkü bu konuda bir karar verebilmek için “kitleleşmiş” olmaları lazımdır.

Bu konuda ayrıntılara girebilseydik ırkın üstün etkisini de göstermek kolay olurdu. Bir memlekette kitleyi heyecana getiren bir tiyatro eseri diğer bir memlekette bazı defa rağbet göremez, yahut ancak bir nezaket rağbeti görür. Çünkü bu tiyatro eseri, yeni seyircilerini hareket ve heyecana getirmeğe uygun zemberekleri işletemez.

Kitlelerdeki abartıcılığın hiç bir şekilde zekaya değil, duygulara ait olduğunu eklemeye gerek yok. Yalnız bir kitle halinde olmanın etkisiyle bireyin akıl düzeyi göstermiş olduğumuz gibi, önemli bir derecede aşağılanır. M. Tarde dahi kitlelerin cinayetleri hakkında incelemeler yaparken bu yönü meydana çıkarmıştır. Böyle olunca kitleler yalnız duygular sahasında ya yukarıya çıkar veya aşağıya inerler.

4-) Kitlelerin taassubu, baskıcılığı ve muhafazakarlığı

K itleler ancak basit ve bireylik duygulan kavrar. Onlara aşılanan görüşler ve inançlar genel olarak ya kabul veya reddolunur ve kesin gerçekler veya kesin hatalar olarak kabul edilir.
Akıl ve yargılama yoluyla değil de, telkin yolu ile meydana gelen inançlarda durum hep aynıdır. Dini inançların ne kadar hoşgörüsüz olduğunu ve insanlar üzerinde ne kadar baskıcı etki uyguladıklarını herkes bilir.

Hakikat veya dalalet olduğuna inandığı şeyler
hakkında hiç şüphesi bulunmadığından, diğer taraftan da kendi kuvveti hakkında açık bir bilgisi olduğundan, kalabalık, tahakküm edici ve tahakküm edici olduğu kadar da mutaassıptır. Birey, itiraz ve münakaşayı kabul edebilir, fakat kalabalığın buna asla tahammülü yoktur. Genel toplantılarda bir hatip tarafından yapılacak en hafif bir itiraz, hiddetli gürültülerle ve sövüp saymalarla karşılanır ve hatip sözlerinde biraz ısrar edecek olsa, çok geçmeden ona hücum edilir ve kapı dışarı edilir. Hatta hükümet memurlarının can sıkıcı varlığı olmasa itiraz eden hatip linç bile edilebilir.

İstibdat ve taassup kitlelerin her sınıfında geneldir, yalnız bu vasıflar pek değişik dereceler gösterir. Burada da insanların duygu ve fikirlerinin hakimi olan, ırk ana kavramı tekrar ortaya çıkar. Baskı ve taassup, özellikle Latin kitlelerinde fazladır.
Anglo-Saksonlarda bile pek gücü olan kişisel bağımsızlık hislerini mahvedecek dereceye varır.

Latin kitleleri yalnız mezheplerinin genel istiklaline karşı hassastırlar ve bu bağımsızlığın ayırıcı özelliği, derhal ve büyük şiddetle bütün aykırı olanları kendi inançlarına tabi kılmak ihtiyacıdır. Bütün Latin kavimlerinde her devrin jakobenleri, engizisyonlardan beri, hürriyetin başka bir anlayış şekline yükselememişlerdir.

Kitleler için baskı ve taassup, kolayca katlandıkları gibi uyguladıkları gayet açık duygular oluşturur.

güce karşı saygı beslerler ve zayıflığın bir şekli gibi anladıkları iyiliğe karşı pek az ilgili görünürler. Kitlelerin eğilim ve sevgisi hiç bir zaman iyi . hükümdarlara değil, kendilerini şiddetle baskı altında bulunduran baskıcılara karşı olmuştur. Kitleler, en yüksek heykelleri her zaman bunlar için dikmişlerdir. Yıkılan baskıcı kişileri kitlelerin çiğnemesi şundadır ki, baskıcı makamından düşünce gücünü kaybettiğinden, onların hor gördükleri ve korkmadıkları zayıflar bölümünün içine girer. Onlarca kabul edilen ve sevilen kahraman tipi Sezar karakterinde olan kimsedir. Sorgucu onları çeker, gücü ve egemenliği onlara saygı aşılar, kılıcı onları korkutur.

Zayıf bir hükümete karşı ayaklanmaya her zaman hazır olan kitle, güçlü bir hükümet karşısında esir gibi eğilir. Eğer hükümetin etki gücü değişiklikler gösterirse kitle daima en taşkın hislerine bağlı olduğundan, birbiri ardınca esirlikten anarşiye ve anarşiden esirliğe geçer.

Kitlelerde devrimci içgüdülerin güçlü olduğunu
sanmak, onların psikolojisini bilmemektir. Onların şiddetleri bizi bu noktada hataya düşürür. İsyan ve yıkım patlamaları daima çabuk geçer.
Bilinçaltının yönetiminde fazla kaldıkları ve dolayısıyla asırlar boyunca birikmiş irsi etkilere fazla bağlı oldukları için son derece tutucudurlar. Kendi hallerine bırakıldıkları zaman aradan çok geçmeden karışıklıklardan yorgun oldukları halde içgüdülü olarak köleliğe doğru
yöneldikleri görülür.

Bonapart bütün özgürlükleri kaldırdığı ve demir yumruğunu olanca şiddetiyle duyurduğu zaman, jakobenlerin en kibirlileri de hiç sözden anlamayanları da, onu içten alkışladılar.

Kitlelerin fazla muhafazakar olan içgüdüleri bilinmezse, halk devrimlerinin tarihini anlamak çok güçleşir. Onlar müesseselerinin isimlerini değiştirmek isterler ve bu değişikliği elde etmek için bazı defa şiddetli devrimler yaparlar. Fakat bu kurumların temeli ırkın gereksinimlerinin o derece bir açıklamasıdır ki, onların bu kurumlara her halde tekrar dönmemeleri mümkün olamaz. Kitlelerin devamlıolan hareketlilikleri yalnız yüzeysel şeylerdedir. Onlar zayıflamayan muhafazakarlık içgüdülerine sahiptirler ve bütün iptidailer gibi geleneklere puta taparcasına saygı duyarlar. Hayatlarının gerçek şartlarını değiştirecek her yenilikten, bilinçsiz olarak nefret ederler.

Demokrasilerin bugünkü gücü, vapur ve tren gibi mekanik araçların keşfedildiği dönemde bulunsaydı, bu keşiflerin ortaya konması gerçekleşmezdi, veya sürekli tekrarlanan devrimler pahasına mal olurdu. Uygarlığın ilerlemesi namına iyi ki, kitlelerin üstünlüğü, bilimin ve sanayinin büyük keşiflerin olup bittiği bir zamana rastlamıştır.

5-) Kitlelerin ahlaklılığı

Ahlaklılığa bazı toplumun değerlerine saygı ve bencil eğilimlere devamlı bir baskı anlamını verirsek; kitlelerin ahlaklılığa yetenekli olmayacak derecede eğilimlere fazla bağlı ve kararsız oldukları açıkça görülür. Fakat bu ahlaklılığa fedakarlık, bağlılık, çıkarını düşünmemek, nefsini feda etmek, hakseverlik gibi bazı özelliklerin geçici olarak ortaya çıkmasını anlamını verirsek, aksine, kitleler bazı defa pek yüksek bir ahlaklılığa yeteneklidirler, diyebiliriz.

Kitleler üzerinde incelemelerde bulunan pek az psikologlar, onların yalnız cinayetle ilgili fiillerini ele almışlar ve sıkça meydana gelen bu durumlara bakarak onlarda pek aşağı bir ahlak durumu bulunduğu kanaatine varmışlardır.

Şüphesiz kitleler çoğu defa aşağı bir ahlak düzeyinde bulunduklarını göstermişlerdir. Fakat bu neden böyledir? Sadece şunun içindir ki, yıkıcı gaddarlık içgüdüleri, her birimizin ruhunda uyuyan, ilkel devirlerin sonuçlarıdır. Tek başına birey için bu içgüdüleri tatmin etmek tehlikeli olur, halbuki bireyin sorumsuz ve cezasız kalacağından emin bulunduğu bir kitleye karışması, kendisine bu içgüdülere uymak için bütün serbestlikleri verir.

Bu yıkıcı içgüdülerimizi kendi cinslerimize uygulamadığımız vakit, onları hayvanlara yönelterek sakinleştirmeye çalışıyoruz. Av merakı ve kitlelerin gaddarlığı aynı kaynaktan meydana gelir. Savunmasız bir zavallıyı paralarken kitleler pek alçak bir gaddarlık gösterirler, fakat bu alçak gaddarlık, bir filozofun gözünde, köpeklerinin zavallı bir ceylanı nasıl paraladığını seyretmekten zevk almak için düzine düzine toplanan avcıların alçak gaddarlığının yakın akrabasıdır.

Kitle, öldürme, yangın ve her nevi cinayet yapmaya kabiliyetli olduğu gibi, fedakar ve sadık fiiller icrasına da, bireyden çok daha yüksek derecede yeteneklidir. Özellikle şan, şeref, din ve vatan duygularına hitap edilerek kitle halindeki bireyin duygularından yardım beklenir. Tarih Haçlı akınlarına ve 93 gönüllülerine benzer örneklerle doludur. Büyük sadakatlere ve diğer kanılıklara yalnız kalabalıklar yeteneklidir. Pek az anladıkları inançlar ve düşünceler için kendilerini kahramanca ölüme teslim etmiş olan kalabalıklar ne kadar çoktur.

Kişisel çıkar yalnız bireyin hemen biricik düşüncesi olduğu halde, bu çıkar kitleler için pek seyrek durumlarda güçlü bir kışkırtma aracı olur. Zekalarınca anlaşılmaz olan savaşlara, kitleler avcının aynasiyle, hipnotize edilmiş bir çayır kuşu gibi, atıldıkları zaman onlarda kişisel menfaat endişesi yoktur.

Toplumun en kurnaz çapkınları, külhanbeyleri bir kitleye girdikleri zaman bazı defa en sıkı ahlak prensiplerine sadık kalırlar. Tain’in işaret ettiği gibi. Eylül canileri öldürdükleri kimselerin üzerlerinde buldukları ve çalınması pek kolay para cüzdanlarını ve mücevherleri komitelerin masası üzerine koymuşlardır.
1848 ihtilali esnasında Tuileries Sarayını basmış olan gülünç, sefih sürüler, gözlerini kamaştıran ve yalnız bir tanesi günlerce geçimlerini temine yetecek olan eşyadan hiç birine dokunmamışlardır.

Bireyin kitle tarafından ahlak sahibi kılınması şüphesiz değişmez bir kural değildir, fakat çoğu defa ve hatta zikrettiğim durumlardan daha az ciddi durumlarda bile bu durum görülebilir. Yukarıda da söylediğim gibi, tiyatroda kalabalık, piyesin kahramanından abartılı bir fazilet bekler ve sıradan kimselerden toplanmış seyirciler bile bazı defa pek faziletperver görünürler.
Profesyonel sefih, alaycı külhanbeyi biraz açıkça bir sahne yahut biraz ciddiyet dışı bir konuşma karşısında söylenirler. Halbuki bu tür konuşmalar onların her zamanki geleneklerinin yanında pek hafiftir.

Çoğu zaman sefil içgüdülere bağlı olan kitleler, bazen yüksek bir ahlaklılığa örnek oluşturur. Eğer kişisel çıkardan uzak kalmak, her şeyi oluruna bırakma durumu olan tevekkül, veya hayali ya da gerçek bir ideale gönül bağlamak ahlaki üstünlüklerden ise, kitleler bazı zaman en ahlaklı filozofların dahi ender olarak sahip olabilecekleri bir ahlak seviyesine yükselirler.

Şüphesiz onlar bu faziletleri bilinçsiz olarak taşırlar. Fakat ne önemi var? Eğer kitleler çoğu defa akıl ve yargılama ile hareket etseydiler ve yalnız kendi çıkarlarını düşünseydiler, arz küresi üzerinde hiç bir uygarlık gelişemez ve insanlığın tarihi olamazdı.

Gustave Le Bon
Kitlelerin Duyguları Ve Ahlakçılığı 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz