Bir çok tarihi olayda kitlelerde akli değerlendirme gücü bulunmadığını, düşünceleri bütünüyle ya kabul veya red ettiklerini, tartışmaya ve itiraza tahammülleri olmadığını, onların üzerine tesir eden telkinlerin bütün idrak alanlarını kapladığını ve derhal eyleme geçmeğe meyilli olduklarını gördük. Ve kendilerine uygun şekilde telkin olunan bir ideal uğruna canlarım fedaya hazır olduklarını da gösterdik. Nihayet onların yalnız şiddetli ve aşırı hislere sahip olduklarını da gördük. Onların bir kimseye karşı sevgileri, onu beğenmeleri, az zamanda ona tapacak dereceye gelir ve henüz çıkan bir soğukluk da derin bir nefret durumuna gelebilir. Bu işaret ettiğimiz bilgiler kitlelerin kanaatlerini şimdiden anlamaya yardım eder.
Gerek dinin hakim olduğu çağlarda, gerek son zamanların siyasi ayaklanmalarında, kitlelerin kanaatlerini analiz ederken, onlara, daha başka uygun bir isim bulamadığım için her zaman özel bir şekil gösterdiğine bakarak “dini hisler” ismini verdim.
Bu dini his çok sade nitelikleri sahiptir, üstün sanılan bir kimseye fazla sevgi, onda bulunduğu farz olunan kuvvetten korkmak, emirlerine körü körüne itaat etmek, inançlarım tartışma imkansızlığı vs onları etrafa yaymak isteği, bu inançları kabul etmeyenleri düşman görmek gibi.. Böyle bir his ister gözle görülemeyen bir Allah’a, ister taştan yapılma bir puta, bir kahraman yahut bir siyasi fikre bağlı olsun, aslında hep dini içeriktedir. Onda aynı zamanda doğa üstü ve fevkaladelik nitelikleri da vardır. Kitleler bir siyasi düstura veya onları geçişi bir zaman için tutucu yapan muzaffer bir lidere sihirli bir güç yakıştırırlar.
İnsan, yalnız bir yüce varlığa inandığı için dindar değildir, ruhunun bütün kuvvetlerini, iradesinin bütün itaatlerini, taassubunun ateşlerini, bir davanın yahut his ve eylemlerine rehber olmuş bir kimsenin hizmetine vakfettiği zaman, dindardır.
Hoşgörmezlik (intolerance), taassup (fanatisme), bir dini hissin her zamanki arkadaşlarıdır. Bu gibi hisler, dünya veya ahiret saadetinin sırrına inananlar için kaçınılması olanaksız araçlardır. Bu iki duruma, her hangi bir nedenden dolayı heyecanlandıkları zaman bütün topluluklarda, kesimlerde rastlanır. Terör idaresinin Jakobenleri, Engizisyonların katolikleri kadar koyu dindardılar ve zalim gayretleri o duygularına dayanıyordu.
Kitlelerin kanaatleri, körükörüne itaat, korkunç hoşgörmezlik, dini hislere bağlı şiddetli propaganda ihtiyacım taşır. Bu bakımdan onların bütün inançları bir dini içeriğe sahiptir denebilir. Onların alkışladığı bir kahraman onlar için gerçekten bir ilahtır. Napolyon on beş sene böyle bir ilah oldu ve hiç bir zaman hiç bir ilahın bu kadar kusursuz tapıcıları bulunmamıştır. Hiç bir ilah insanları bu kadar kolaylıkla ölüme sürükleyememiştir. Putataparlık ve hıristiyanlık ilahları ruhlar üzerinde bundan daha mutlak bir hüküm sürememiştir.
Dini ve siyasi inançları ortaya koyanlar, insana saadetini ancak tapmakta bulduran ve taptığı için onu canını fedaya sevk eden bu dini taassubun duygularını kitlelere aşılamasını bilmek sayesinde ancak bu inançları yerleştirmeyi başarmışlardır. Her dönemde bu böyle olmuştur. Roma İşgalinde Gaulle (Galya) isimli güzel kitabında Fustel de Coulanges, Roma İmparatorluğunun asla kuvvetle değil, aşıladığı dini hayranlık sayesinde uzun yıllar hüküm sürdüğünü çok iyi izah etmiştir. Bu yazar haklı olarak şöyle diyor:
“Halkın nefret ettiği bir yönetimin beş asır yaşamasının dünya tarihinde örneği yoktur… Ve İmparatorluğun otuz alayının yüz milyon insanı itaate mecbur etmiş olması da izah olunamazdı. İtaat ediyorlardı, çünkü Roma’nın büyüklüğünü onların şahıslarında canlandıran imparator, bir ilah gibi herkesçe tapılan bir kimse idi. En küçük bir köyde bile imparatorun mabedi vardı. Bu devirde imparatorluğun bir ucundan öteki ucuna kadar her tarafında, ruhlarla ilahları bizzat imparatorlar olan yeni bir din meydana çıktı. İs’anın doğumundan bir kaç sene önce altmış sitelik bütün Galya, Lyon şehri civarında imparator Ogüst için bir mabet inşa etti. Galya sitelerinin toplantılarında seçilen papazlar, memleketin birinci sınıf kişilikleri idiler. Bütün bunları korkuya ve adi duygulara bağlamak mümkün değildir. Bütün kavimlerin hepsi de aşağı insanlardan toplanmış değildir ve hiçbir şekilde üç asır boyunca esir kalamazlar. Hükümdara tapanlar köleler değildi, bütün Roma idi. Yalnız Roma tapmıyordu, Galya tapıyordu, ispanya tapıyordu, Yunanistan ve Asya tapıyordu.”
Bugün ruhları fethedenlerin mabetleri yoktur; fakat heykelleri, resimleri vardır. Onlara yapılan ayin geçmiş zamanın ayinlerinden çok de farklı değildir. Kitleler psikolojisinin bu temel unsurunu iyice gördükten sonra tarih felsefesini de anlamaya başlıyoruz: Kitleler için bir ilah olmak veya hiçbir şey olmamak koşulu vardır.
Bu hisler başka bir dönemin mantığınca üretilmiş hurafeleri değildirler. Akla karşı olan sonsuz savaşlarında, hisler hiç bir zaman yenilmemiştir. Kitleler bu kadar uzun müddet kendilerine hakim olmuş olan kutsal varlık ve din kelimelerini artık işitmek istemiyorlar; fakat hiç bir devir onların bir asırdan beri diktikleri heykel ve inşa ettikleri mabet sayısına erememiştir. Boulanjism denen halk hareketi kitlelerin dini duygularının ne kadar kolaylıkla tekrar uyanmıya hazır olduğunu gösterdi. Kahraman sayılan General Boulanger’nin resminin aşılmadığı tek bir köy kahvesi kalmadı. Onun, bütün haksızlıklara, bütün kötülüklere çare bulmak kudretinde olduğuna inanılıyordu ve binlerce insan onun için hayatını fedaya hazırdı. Eğer karakteri bu efsanesini yaşatmaya elverişli olacak derecede sağlam bulunsaydı, tarihte de sağlam bir yeri olurdu.
“Kitlelere bir din gerekir” sözünü tekrar etmek acaba bir gevezelik midir? Siyasi, dini ve toplumsal inançları her zaman tartışmadan uzak tutulmak şartıyla bir dini şekil alarak onların ruhunda yerleşir. Eğer Tanrı tanımazlık inancını onlara kabul ettirmek mümkün olsaydı, bu his dahi en şiddetli hoşgörmezlik ateşine sahip olur ve dışarıdan görünümüyle kısa zamanda bir tarikat durumuna gelirdi. Küçük pozitivist mezhebinin oluşumu bu halin tuhaf bir ispatıdır. Bu mezhep derin görüşlü Dostoyevski’nin hikaye ettiği nihiliste benzer. Günün birinde aklın nurlarıyla aydınlanan bu nihilist, küçük kilisesinin mihrabını süsleyen tanrı ve azizlerin resimlerini kırdı; mumları söndürdü; biraz sonra da o resimlerin yerine bazı Tanrı tanımaz filozofların resimlerini koydu, mumları tekrar yaktı.
Dini inançların konusu değişmişti; fakat dini duyguların de değiştiği söylenebilir mi?
Tekrar söylüyorum: Kitlelerin değer yargılarının almış olduğu dini biçim konusunda fikir sahibi olmadan tarihi olaylar ve bu olayların en önemlileri anlaşılamaz. Birçok sosyal olayların bir sosyologdan çok bir psikolog olarak incelenmesi gerekir. Büyük tarihçimiz Taine, Fransız Büyük ihtilalini bir sosyolog gözüyle tetkik ettiği için olayların gerçek kaynaklarını gözden kaçırmıştır. Olayları çok iyi görmüştür; fakat kitlelerin psikolojisine gereğince nüfuz edemediğinden, hakiki sebeplere inememiştir. Olaylar kanlı, vahşi ve anarşik taraflarıyle kendisini korkuttuğundan, bu büyük destanın kahramanlarında, içgüdülerinin esiri olmuş saralı vahşi sürülerden başka bir şey görmemiş gibidir. İhtilalin şiddetleri, katliamları, propaganda ihtiyacı, bütün krallara savaş ilan etmesi keyfiyetleri; kitlelerin ruhunda yeni bir dini inancın yerleşmekte olduğu dikkate alınırsa, bu ihtilal ancak o zaman açıklanabilir. Reform (Protestanlık,) Saint Barthelemy, din harpleri, engizisyon,
Terreur, bunların hepsi, yeni inançların yerleşmesine engel olan şeyleri kılıçla, ateşle yok etmeyi zorunlu sayan dini duyguların etkisi altında yapılmış aynı takımdan hareketlerdir. Engizisiyon ve Terreur yöntemler tam manasıyla inananların kullandıkları yöntemlerdi. Eğer başka yöntemler kullanmış olsalardı, mümin sayılmazlardı.
Bu söylediklerime benzer olaylar, kargaşalıkla, ancak kitlelerin ruhu işe karıştığı zaman ortaya çıkabilir. En mutlak zorbalar bile bunları zincirden kurtarmaktan acizdir. Tarihçiler, Saint Bartelemy’yi bir kralın eseri diye göstererek, kralların olduğu kadar kitlelerin de psikolojilerini bilmediklerini meydana koyarlar. Bu tür olaylar ancak kitle ruhundan çıkar. En gaddar zorbanın en mutlak iktidarı bunların meydana çıkmasını ya bir parça geciktirir veya çabuklaştırır. Ne Saint Bartheiemy’yi, ne din savaşlarını yapanlar kırallardı. Nitekim Terreur’ü yapanlar hiç de Robespierre, Danton yahut Saint-Just değillerdi. Bu tür olayların ardında her zaman kitlelerin ruhu vardır.
Gustave Le Bon
Kitleler Psikolojisi