Balzac’tan Eluard’a 10 Edebiyatçıya göre “Aşkın en güzel halleri”

Cogito

“Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum. Sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var. Bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan, ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Öylesine mutsuz ediyor ki beni neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var.”

Sören Kierkegaard
Regine’ye Mektuplar

Regine’m
Bu mektup tarih taşımıyor, taşıyamaz da, çünkü içeriğinin özünü bende her an var olan bir duygunun bilinci oluşturuyor. (…)
Saint-Martin akşamı saat sekizdeki yokluğum sırasında Fredensborg’ daydım. Dün müydü ya da evvelki gün müydü söyleyemeyeceğim, çünkü bugün diye bir kalkış noktam yok benim. Arabada beni görenler şaşırıp kalmışlar. Biliyorsun eskiden hep yalnız başıma giderdim, ama o zaman üzüntü, kaygı ve melankoli sadık dostlarımdı benim. Şimdiyse yolculuk maiyetim daha da küçülmüş durumda. Gezintiye çıktığımda senin anınlayım, eve dönünce de sana yönelik özlem dolu bir arzuyla birlikteyim. Fredensborg’ taysa şu yol arkadaşları birbirlerinin boyunlarına atılırlar ve öpüşürler. Ben işte en çok bu anı seviyorum, çünkü bilirsin, ben Frendensborg’ u sözle anlatılamaz bir an için, yalnızca bir an, ama bana göre paha biçilmez bir an için severim.
Bu mektup tarih taşımadığına göre ve öyleyse, herhangi bir zamanda yazılmış olabileceğine göre ne zaman olsa okunabilir ve eğer gece herhangi bir kuşku içini kemirirse o zaman da okuyabilirsin onu, çünkü aslında sana “benimsin” diyebileceğimden bir an bile kuşku duymadım (bu deyişin içine yerleştirdiğim her şeyi biliyorsun. Eğer senden ayrılmak zorunda kalırsam yaşamının benimle birlikte duracağını sen kendin yazmıştın, bunu biliyorsun. Ah! İzin ver de yaşamına birlikteliğimiz kadar uzun süre bende saklı kalsın, çünkü biz yalnız o zaman gerçekten birleşmiş oluruz, bir an bile kuşkulanmadım bundan. Hayır, bunu ruhumun en derin inancıyla yazıyorum ve ben dünyanın en karanlık, en gizli köşesinde bile sana ait olduğumdan kuşku duymayacağım.

Honoré de Balzac
Honoré de Balzac’ tan Madam de Berny’ ye

Mutsuzsunuz, biliyorum bunu. Oysa ruhunuzda sizin bilmediğiniz ve sizi hâlâ yaşama bağlayabilecek zenginlikler var.
Karşıma çıktığınızda, mutsuzluğu yüreğinden kaynaklanan bütün insanlardaki o çekicilik vardı üstünüzde. Ben acı çekenleri peşinen severim. Böylece melankoliniz benim için büyülü bir güzellik, mutsuzluklarınız benim için bir çekicilik haline geldi ve bütün düşüncelerim ruhunuzun hoşluklarını gösterdiğiniz andan başlayarak bendeki sizinle ilgili tatlı anılara bağlanıverdi elimde olmadan.
Size yazsam mı yazmasam mı? İşte ayrıldığım zamandan beri düşüncelerimin tek değişmez sorunu, bütün derin düşüncelerimin konusu buydu. Size eğer uzun süredir sizi gözle görmediğimi söylersem, genellikle kendini beğenmişlik duygularıyla dopdolu genç bir ruhun bir tutkuyu umudun hazineleriyle güzelleştirmeye çalışmak yerine tasarlayabildiğine, koruyabildiğine ve besleyebildiğine şaşırıp kalırsınız; ama ben böyleyim işte ve her zaman da böyle kalacağım; aşırı derecede çekingen, taşkınlığa varan derecede âşık ve seviyorum demeye cüret edemeyecek kadar bakir. Bu bekâret içine, bu utanma içine, reddedilmeme yol açan bütün korku ve utangaçlık da girmektedir elbette. Bu yüzden de hiç başıma böyle bir şey gelmedi, çünkü hiçbir zaman kendimi böyle bir tehlikeye atmadım; ama bugün ilk kez hissettiklerimi dile getirme tehlikesini göze alıyorum. Evet Madam, cüret ediyorum buna, ama bunu yaparken de bu mektubun bütün sonuçlarını hesaplamak için aklımın kendine ayırmış olduğu en son bölgeye çekilmeyi de ihmal etmiyorum.
Siz bu mektubu okurken, tabii eğer okursanız, aklınızdan geçecek olan en küçük düşünceyi bilmediğimi sanmayın sakın.(…)
Böylece Madam bilin ki bu mektup kesinlikle bir oyun değildir, bu sizinle aynı durumda olan genç bir ruhun açık ifadesidir. (…)
Üzgünsünüz ve çoğunlukla yalnızlık içindesiniz. Bu mektubun sizi bir an için eğlendireceğini düşünüyorum. Sizin yerinizde ben olsaydım bu mektuplaşmada orijinal bir şeyler bulurdum. (…)
Ama ben her şeyi hesapladım demiştim size, çünkü eğer bana bir yanıt verme lütfunda bulunursanız bunun belki de beni tanımaya çalışmanız ve benimle alay etmeniz; son olarak da bir yolcuyu karanlıkta bir an umutlandıran, ardından da onu bir uçurumun dibine yuvarlayan o hafif parıltıları taklit etmeniz için bir tuzak olabileceğini alıngan karakterim bana çoktan telkin etmişti bile.
Yok, hayır… Bundan korkmama hiç gerek yok, çünkü siz bana yanıt vermeyeceksiniz. Binlerce neden var bunda sizi alıkoyacak(…) Ne olursa olsun ben sizi büyük zevkle düşünmekten hiç bıkmayacağım. Düşünün ki Madam sizden uzakta biri var; ruhu hayran olunacak bir ayrıcalıkla mesafeleri aşan, göklerde ideal bir yolu izleyen ve yanınızdan hiç ayrılmamak için sarhoşlukla size koşan, yaşamınıza, duygularınıza tanık olmaktan hoşlanan birinin(…), sizin bir dosttan, bir abladan daha ötede olduğunuz, neredeyse bir anne olduğunuz bir insanın bulunduğunu düşünün. Bütün bunlardan da ötede siz benim için bir tanrıçasınız(…), siz benim için gerçek bir koruyucusunuz hiç farkında olmadan.(…) Her ne olursa olsun sizi her zaman seveceğim.
Sizden ne aşk bekliyorum, ne şaşkınlık, ne alay, ne küçümseme, ama ben her zaman bütün kadınların yüreğinde şefkat ve dostluk sınırlarında bulunan bir duygunun var olduğundan kuşkulanmışımdır. (…)
Hoşça kalın Madam. Buraya mektupları bitiren sıradan sözler yerine, bu yere ben ruhumu koyuyorum bütünüyle, lekesiz bir ruh, kusursuz bir ruh, kabul edilebilecek en saf armağanlardan biri olarak size sunmaya cüret ettiğim bir ruh. Hoşça kalın.

Honoré de Balzac’ın ilk aşkına, asıl adı Laure Hinner olan 1821′de tanıştığı ve kendisinden 22 yaş büyük olan madam de Berny’ ye yazdığı mektuplar yanmıştır; ama araştırmacıların uzun çabaları sonucu müsveddelerden hareketle birkaç mektup yeniden oluşturulabilmiştir.
Burada Balzac’ ın “la Dilecta” diye adlandırdığı Madam de Berny’ ye göndermiş olduğu bir mektuba yer veriyoruz. (Bkz. ]ean-Claude Carrière’ in hazırladığı Lettres d’Amour, Paris, J’ai lu, 1962, s. 471-506.)
Balzac’ ın ileride evleneceği Madam Hanska’ ya (Yabancı Kadın’a) yazdığı mektuplar içinse bkz. Mehmet Rifaf’ ın hazırladığıBalzac Kitabı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1994, s. 327-344. (Ç.N.)

Voltaire
Voltaire’ den Mektuplar

Sevgili aşkım, Bay de M… ile birlikte yedi sekiz gün içinde göreve gidebileceğimi öğrendim; ama aynı zamanda sizin bulunduğunuz kentte kalma zevkinin bana gözyaşlarına mal olacağını da! Hareket gününe kadar hiçbir yere çıkmamam ya da hemen gitmem gerektiğini bana zorla kabul ettirdiler. Akşam sizi görmeye gelmek, size ihanet etmek olur. Size daha iyi hizmet etmek için yanınızda olmak mutluluğundan kesinlikle yoksun kalmam gerekiyor, ama yine de siz eğer mutsuzluklarımızı eğlenceye çevirmek isterseniz bu yalnızca size kalmış bir şey. Lisbeth’ i saat üç sularında gönderin. İçinde erkek giysileri bulunan bir paket vereceğim ona sizin için. Onun evinde hazırlanırsınız. Eğer, sizi taparcasına seven zavallı bir tutsağı görmek isteyecek kadar incelik gösterirseniz, akşama doğru otele gelmek zahmetinde bulunursunuz. Sizin köleniz olma mutluluğu bana …’de tutsak olduğumu unutturacaktır, ama alışkanlıklarımı bildikleri, dolayısıyla da sizi tanıyabilecekleri için üstünüzdeki jüstokor ‘u ve yüzünüzü örtecek bir pelerin göndereceğim size.

François Marie-Arouet ya da yazın ve düşünce alanında tanındığı adıyla Voltaire 1713′te henüz on dokuz yaşındayken elçilik ataşesi olarak gittiği Hollanda’da Pimpette adıyla bilinen Olympe Dunoyer’ e âşık oldu ve ona pusulalar gönderdi. Ne var ki kızın annesi olanları öğrendi. Doğruca Fransız elçiliğine gitti. Fransız elçisi de henüz François-Marie Arouet olarak tanınan Voltaire ‘i kentten ayrılıncaya kadar odasına hapsetmeye karar verdi, ancak iki sevgili yine de gizlice buluşmayı başardılar. Genç adam sevgilisine sürekli olarak düzyazı ve şiir karışımı mektuplar yazdı.
Voltaire Fransa’ya döndükten sonra bu ilk aşkım kısa sürede unuttu. Hareketli bir yaşam içine daldı. Pek çok kadın tanıdı ve sevdi; bu kadınlar arasında adı en belirgin olanlardan biri Châtelet Markizi. öbürü de kendi yeğeni kırk iki yaşındaki dul Madam De- nis’ tir. Altmış yaşına gelmiş Voltaire’ in sıkıntılı günlerinde kendisine destek olan Madam Denis’ e yazdığı mektuplardan en önemlileri 1753-1754 yılları arasına rastlar.

Denis Diderot
Diderot’ tan Mektuplar

Paris 7 Haziran 1759
Merhaba sevgilim. Dün sizi hiç görmedim. Dostlarına bazen çok garip davranan Baron akşam yemeğinde evinde değildi. Palais-Royal’ e gittim ve dostumuzun kapıcısına benim için gelecek bir mektup olursa onu almasını tembih ettim. Akşam oraya uğradım, mektup falan yoktu. Akşama doğru da sizi göremezsem bugün de yine sizi görmemiş olacağım. Hava eğer çok fırtınalı, çok yağmurlu, kapkara olsaydı bir faytona atlar gelirdim. Böyle bir hava olabilir mi acaba? Sevgilimi görebilecek miyim acaba? Söyler misiniz bana neden ben sizi günden güne daha sevimli buluyorum? Ya siz benden niteliklerinizin bir bölümünü gizliyordunuz ya da ben onları fark etmiyordum. Evvelki gün birlikte geçirdiğimiz kısacık süre boyunca üstümde bıraktığınız etkiyi size anlatmayı beceremeyeceğim. Açıkçası sanırım siz beni daha çok seviyorsunuz. İşte şu anda Baron’dan aldığım pusula ve dün Madam Le Gendre için almış olduğum mektup. Kendisine saygılarımı iletin. Siz de Sophie’ciğim, benim ne isem o olduğuma her zaman inanın.
Paris 10 Haziran 1759
Görmeden yazıyorum. Geldim. Elinizi öpüp geri dönmek istiyordum. Eğer size sizi ne kadar sevdiğimi gösterdiysem bu ödülü almadan dönerim. Saat dokuz. Sizi sevdiğimi yazıyorum size, en azından size bunu yazmak istiyorum, ama bilmem, kalemim benim bu arzuma katılır mı? Bir gelseniz de size bunu söyleyip savuşuversem, yoksa hiç gelmeyecek misiniz? Hoşça kalın, Sophie’ciğim, iyi akşamlar. Demek ki yüreğiniz size hiç benim burada olduğumu söylemiyor, öyle mi? İşte bakın, ilk kez karanlıkta yazıyorum. Bu durumun bana tatlı şeyler esinlemesi gerekir. Oysa ben yalnız bir tek şey hissediyorum, o da buradan çıkamayacak olmam. Sizi bir an için görme umudu alıkoyuyor beni ve sizinle konuşmaya devam ediyorum. Harfleri yazıp yazmadığımı bilmiyorum. Hiçbir şey olmayan her yerde sizi sevdiğimi okuyun.

Fransız yazarı ve filozofu Deniş Diderot kırk iki yaşındayken iyi öğrenim görmüş, felsefe sorunlarıyla ilgili otuz dokuz yaşında bir kadın olan Sophie Volland’ a rastladı. Kötü bir evlilik yapmış, çalışmalar ve malî sıkıntılar içinde boğulmakta olan Enycyclopedie’ nin kurucusu, Sophie Volland’ da hem bir sevgili hem de ideal bir mektup arkadaşı buldu.
Yazarın mirasçıları onun mektuplarından büyük bir bölümünü yok etmiş oldukları için, bu uzun sürmüş tutkunun (yaklaşık otuz yıl) başlangıcını yansıtan ancak birkaç mektup bugüne kadar gelebilmiştir. Özellikle son altı yıla ait mektuplar da kaybolmuştur.

Stendhal
Matilde’e Mektuplar

4 Ekim 1818
…Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum. Sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var. Bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan, ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Öylesine mutsuz ediyor ki beni neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var (…)
Yarın gidiyorum. Sizi unutmaya çalışacağım eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum, çünkü yine bu akşam da sizi görme isteğine karşı koyamadım.
Bugün, bütün gün en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu.
Sizi, yanınızdayken değil de sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı hoşgörülü ve iyi olduğunuzu düşünüyorum. Oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.(…)

Paul Eluard
Gala’ya Mektuplar

(Eaubonne?) 29 Mayıs (sonunda) (1927)
Güzelim, taparcasına sevdiğim, özlüyorum seni ölesiye. Her şey bomboş, elbiselerin var yalnız sarılabileceğim. Bedenini, gözlerini, ağzını, bütün varlığını özlüyorum senin. Biriciksin sen, çok eskilerden beri seviyorum seni. Çektiğim tüm sıkıntıların hiçbir önemi yok. Aşkım, aşkımız onları yakıyor. Geri geldiğinde seni öyle bir süsleyeceğim ki. pijamalarının ölçüsünü ver bana (!!!). Edinilebilecek her şeyi, var olan en güzel şeyleri istiyorum senin için. Olabildiğince kısa sürsün yokluğun. Çabuk dön. Sensiz bir hiçim ben. Bütün öbür arzuları düşümde yaşama geçiriyorum. Sana karşı duyduğum isteği gerçekliğin içinde yaşama geçiriyorum.(…)
Gala, dorogoyum, hep sevdiğim hep seveceğim bir tanem benim olabildiğince çabuk dön. Hiçbir şey bizim böyle birbirimizden ayrı düşmemize değmez. Burada her şey yolunda, üzüntülü olmama karşın. (IC)

Bu mektup, Paul Eluard’ın Gala’ya 1924-1948 yılları arasında gönderdiği mektupları içeren Lettres à Gala (Galaya Mektuplar,Gallimard, 1984) adlı kitaptan seçilerek dilimize aktarılmıştır. Paul-Eugène Grindel ya da öbür adıyla Paul Eluard, 1912′de henüz 17 yaşındayken Davos yakınlarındaki Clavadel sanatoryumunda 17 yaşındaki Helena Dmitrievna Diakonova’ ya rastladı ve ona âşık oldu. 1917′ de evlendiği bu Rus kızına Fransız şairi, Gala adını verdi. 1918′de kızları Cécile doğdu. 1929′da Gala ile Salvador Dali’ nin karşılaşması birlikteliklerinin sona ermesine yol açtı. 1932′de de birbirlerinden kesin olarak ayrıldılar, ancak aşkları yıllarca sürdü yaşamlarını başkalarıyla paylaşmış olsalar bile. Gala her zaman Eluard için bir esin kaynağı oldu. Birbirlerini sık sık gördüler ve yazıştılar. Gala, Eluard’ın ardından otuz yıl yaşadı. Onun kendisine yazmış olduğu mektupları, çektiği telgrafları, gönderdiği kartpostalları özenle sakladı. Sonra da bunları kızı Cécile’ e aktardı. (Bkz. Jean-Claude Carrière’ in Önsözü, a.g.y., s. 3-9)
Moy dorogoy: “Azizim”, “Sevgilim” anlamında Rusça deyiş. Eluard mektuplarında Gala’ya kimi kez dorogaya, maya daragaya kimi kez de eril biçim olan moy dorogoy diye hitap eder. (bkz. a.g.y., s. 405, Mektup 3, not 1)

Enis Batur
Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme

(…) Lacan, bir kadına yazdığı mektuptaki yazımsal sürçme nedeniyle bıyıkaltından kendisine eşcinsel olduğunu ima edenlere “İnsan sevdi mi seks söz konusu değildir” der. Lacan’ ın sözü aşkın cinsellikle kaynaştırıldığı perspektiflere İskender kılıcı gibi iner. Şaşırtıcı bir yan yoktur oysa bu önermede: Bütün klâsik ölçütler gelir söz konusu ayrımı doğrular. Yalnızca kavuşamamamın, buluşamamanın yol açtığı bir kopuş değildir üstelik bu. Ters kutupta kavuşmanın ve buluşmanın durmadan tekrarlandığı, keşfe vakit bırakmayan fethin esas olduğu örneklerde de kopuş geçerlidir: Ne Casanova aşkı yaşama hakkına sahip olabilmiştir, ne de Don Juan ya da Acquitaine dükü Guillaume. Öteki’ni bulamamanın temel gerekçesi kendini gözden kaybetmektir.
Erotizm vakit, sabır, emek isteyen tutku kültürü. Musil’in “Niteliksiz Adam” ın merkezinde, Ulrich-Agatha çiftinin sıra dışı ilişkilerinde sınırlarına ışık tuttuğu teğet mantığı. Orada egemen fiiller değişir: Dokunmak, değmek, bakmak ince ayar ister. Bir başka denememde değinmiştim, Musil’ in kediler konusundaki gözlemine: Çiftleşme mevsimi gelip geçtiğinde birbirlerinden hepten uzaklaşmazlar, göz mesafesinden uzaklaşmaksızın yeni konumlar seçerler. Sonra, gene yakınlaşacaklardır.
Klasik ölçüler böyle de, çağdaşlarınki farklı mı? Batı Avrupa’da yapılan bir araştırma günümüz insanının Aşk’ı hayvan ve spor tutkusunun, meslek ve serüven tutkusunun hizasına koyduğunu gösteriyor. Melâlden yorgun modernler Tutkuyu “coşku” ve “neşe” yle özdeş sayıyorlar. Aşk, artık kan ve gözyaşı ile yoğrulan bir imge olmaktan çıkıyor. İnsanlar onu yaşamak istiyorlar. Onunla yaşamak. Hayatın bir olanaksızı saymaktan yana değiller Aşk’ı.
Onun olabilirlik payı ne, peki?
Bu olabilirliğin ifade edilme payı var mı?

Nermi Uygur
Sevgi, Sevgi, Sevgi

Az kişinin önem vermemesine, çok kişinin de önem veriyormuş gibi yapmasına bakma. Herkesi kavrayan yaşama niteliğinin en önemli göstergelerinden biri, hiç kuşku yok buna, sevgi. Sevgi olmasaydı neyle, nasıl geçerdi yaşam? Akıl, sanat gibi bir-iki gerçeklikle birlikte sevgiyi de çıkar, boş, bomboş yaşam.
*
Sis, tutku, karmaşa, dalga, deniz, durgun göl, gezi, serüven, tatlı iş, tanrılık öge, benzersiz gizem, özlem, bilmece, zor varlık, erdem, safsata, gençlik ateşi, yaşlılık hüznü, erişilmez aşama, görkemli başarı… Daha nice nice benzetmelerin çevresinde dönüyor da dönüyor sevgiyi az çok kavramaya çalışanlar. Hiçten iyidir, ama hepsi, hepsi boşuna.
*
O sözcüğün, bir tek sevgi sözcüğünün gözümüze kulağımıza çarpmasıyla hemen oracıkta oluşan bir duygu ve duyarlık ikileminde buluyoruz kendimizi. İçimiz dışımız: hoşluk, ateş, uyanma, pay alma, çekiliş.
Sevgiyi sanki sözcüklerle derlenebilirmiş gibi sözcüklerle toparlayamayız. Gerekmez de, istediğim yok zaten.
*
Sevgi, sevgi, sevgi…
Üstüne yok karmaşıklıkta. Yalına indirgenemez bir tüm gerçeklik. Bazı tedirginlikleri dindirir gibi görünse de iler tutar yol-yordam arama sakın yalına indirgemede. Düpedüz göz kamaştırır, giderek uyutur. Gözler açılınca da olanca karmaşıklığıyla dolanık dolanık, açmaz açmaz karşımızda gene sevgi.
Sevgi, sevgi, sevgi… Kendimi tutmasam üç kezle bile yetinmeyeceğim. Şimdiye dek kitaplaşan yazılarımda “birden-çok-kez’ li” denemeler yaşadım. Biri: “Doğa! Doğa! ; öbürü: Shakespeare, Shakespeare, Shakespeare” Yaşama Felsefesi ile Güneşle çağlarımın hep süregiden coşkularıydı bu “çok-kez” ler. Kendi bilinçaltıma inmiş değilim, ama öyle sanıyorum ki doğanın da Shakespeare’in de sevgiyle en içten içli dışlı olmasından kaynaklanıyor bu; nitekim bundan itelenmiş oldum ben de o çok-kezli yinelemelere.
Sevgi, sevgi, sevgi… Bol bol gerçeklik ilintilerinin tadına doyum olmayan dilsel, bilgimsi, hayalci çağrışımların üşüştüğü yerde bir tutamcık değinmeden öteye geçemez.
Sevgi bu, n’etsen toparlayamazsın.

Artun Ünsal
Aşka Dair

Dünyevi aşk, heyhat! İnsanla sınırlı, ama, aşk pişirir insanı derler Yunus’unki gibi olmasa da. Pişmek için ille aşk mı gerek? Bilemem. Kişisel anılara bir yolculuk, biraz nostalji biraz da itiraflar saati.
Mavi gözlü güzel annem genç kızlığında pek sevdiği dizeleri arada yinelerdi, hangi ozanın bilemem:
“Bir bakış insanı aşkından emin eder
Âşıklar gözleriyle yemin eder…”
Aşk, bir “bakış”, hem de “manalısından” bir bakış mı acep? Bir ezgi, ya da delilik, çılgınlık, kendini yitirmek mi yoksa? Seveni göklere uçuran bir duygu mu? Ama aşkta tek kanatla uçulmaz ki ille de iki kişi gerek sevdiğini yalnızca sevenin bildiği, sevilenin haberi olmadığı aşklar da olsa…
Tango severdi annem. “Mikrofonda temsil” saati gibi radyoda çalınan tangoların tiryakisiydi. Bazen annemle babamı yemek masasının yanı başında dansa kaldıran nağmeler:
“Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını
Her şey beni ona bağlar, kalbim durmadan ağlar
Gitti o dönmeyecek, aşkım hiç sönmeyecek
Uzun yıllar geçse bile, yaşarım hayaliyle…”
“Aşkım hiç sönmeyecek…” Acaba annemle babamın aşkları oldu mu birbirlerinin dışında? Olmuştur elbet annemi genç kızken sevip istemeye cesaret edemeyenler ya da onun gözlerini aradığı erkekler. Babam da bin türlü serencam yaşamıştır şüphe yok. Doğuştan çapkındı hınzır. Annesi onu 6 yaşındayken Kadıköy’deki Aziziye Hamamı’na götürdüğünde öteki kadınlar “Bari babasını da getireydin” diye sözüm ona cilve etmişlerdir. Evet, babamın da “Fahriye Ablaları” olmuştur, olmadıysa ne yazık. Sonra Mekteb-i Tıbbiye, Yel değirmen ‘le Despinalar, Cihangir’de pencereden başlayan, sokakta süren komşu flörtleri filan. Kesin annemle babam birbirlerini severek evlenmişler, ama sevgi de uçuyor zamanla. Kıskançlık, geçimsizlik, endişe, kin, nefret, ayrılık, intikam, boşanma ve perde! Biri Temmuz’ da, öbürü de aralıkta öldü aynı yıl, ayrı evlerde. Annem tek başına, babam bir başka eşiyle… Hani annemle babamın aşkı? Onlarınki aşk mıydı bilemem. Soramam da artık, çünkü toprağa döndüler. Her neyse, onlarınki bitmişti önce yürekte, sonra vücutta. Oysa tek tek her ikisi de sevgi doluydu. Tatlı benciller…

Yıldırım Türker
Eşcinsel Aşkın Çevresinde

Eşcinsel bir aşk her aşk kadar özel, her aşk kadar biricik. Dünyaya tutulduğunda her aşk kadar kimsesiz ve bu toplumsal koşullarda biraz daha savaşçıdır. Her aşk göze aldıklarının toplamıdır. Eşcinsel aşk, bu anlamda başlı başına bir göze alma, cüret etme hanesine yazılabilir. Bunun dışında aşklarımızı yalınkat, toplu olarak gözetlenebilir, birkaç sözcükle hemen anlaşılabilir kılmayı amaçlayan düz cinselliğin hegemonyası zaten eşcinsel olalım, düz cinsel olalım hepimizi kurutmakta değil mi?
Mitoloji ancak üretildiği dile ve tüketicisinin hayatına tahvil edilebilir. Bizden uzağa itmeye çalıştığımız, evcil bir “öteki” lik yüklediğimiz eşcinsellik de mitlerin bereketli örgütlenme alanlarından biridir. Mitolojiyle evcilleştirilen bütün hayat alanlarında olduğu gibi o mitler o hayatın sakinlerince de kabul ve itibar görür. “Eşcinsel Dâhiler” adında, popüler olmaya aday bir kitap ne kadar eşcinsellerin toplum içindeki varoluşlarını meşrulaştırmaya katkıda bulunsa da eşcinseller tarafından gururla kabul görse de uzun vadede onların hayatını ağır bir cendere altına sokacak saldırgan bir yaklaşıma zemin hazırlar. Eşcinseller hayatlarını meşrulaştırmak için dahi olacaklar, öyle mi? Yok öyle yağma! Eşcinseller zekidir, duyarlıdır, ince ruhlu, becerikli, edepsiz, dengesiz, çok eşli, ağlak vb.’ dir. Eşcinsellerin artılardan eksileri çıkararak ferahlamaları, düz cinsellerin kendi dışlarındaki bir dünyayı açımlamanın tadını çıkarmalarına koşut bir aymazlık. Görünürlük mücadelesi veren eşcinseller bu yüzyılların ürünü mitolojinin bulutu yüzünden ciddi vakit kaybediyor. Dünyanın düz cinsel sağlamasında “Cinselliğin Loş Köşeleri”, “Aşkın Öteki Yüzü” vb. başlıklar altında söze sıvanan bu hayata giden bütün yollar kesilmiş oluyor.
Aydınlığı kim görmüş? Beriki yüzü nereye bakıyor? Öteki diyenler kim? Dünyanın dışına itilmekten neden bu denli korkuyoruz? Korkuyorsak eşcinselleri neden rahat bırakmıyoruz? Hümanist sosyalistlerin “insani olan hiçbir şey bana yabancı değil” büyüklenmesiyle kendilerini en sevecen, en hoşgörülü merci ilan etmelerinde canavarca bir şey görürken fazla mı ileri gidiyorum? Görenin görülen karşısında iktidarı üstüne kurulu hiyerarşinin tecavüzü hangi insanlığı aydınlatabilir?
Eşcinsel aşka edebiyatın hangi kapısından girilir? Mann’ın Aschenbach’ ıyla Forster’ ın Maurice’i aynı tutkuya mı yazıldılar? Proust’ la Rimbaud tanışır mıydı? Burroughs, Tennessee Williams’ın dünyasına sığabilir miydi? Stein ile Woolf o mektupları birbirlerine yazarlar mıydı? Gide ile Genet aslında aynı çağda yaşamadılar mı? Sait Faik’in aşkı Nahid Sırrı’ nın yazısında karşılığını bulabilir miydi? Bilge Karasu ile Selim İleri aynı iklimin aşkını mı yazdılar? Murathan Mungan kimin akrabası? Küçük İskender hangi eşcinselliği yazıyor? Yazısında eşcinsel aşka yer vermiş bütün yazarların dökümü ve incelenmesi eşcinselliğin ne tür bir duyarlık olduğu konusunda kesin bir sonuca ulaşmamızı sağlayacak mı? Hayır. Her aşkın dünyayla ve nesnesiyle ilişkilenme biçimindeki biriciklik üstüne aydınlanırız olsa olsa.
Bir erkek, bir erkeği; bir kadın, bir kadını sever. Kuracağımız ikinci cümle mutlaka politik olacaktır.

Kaynak: Cogito’nun 1995 yılı  4. sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial