Babamın Sesi (Dengê Bavê Mın) filmi yönetmeni ve başrol oyuncusu Zeynel Doğan’la söyleşi


Bu yıl 19’uncusu düzenlenen Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini yönetmenliğini Zeynel Doğan ve Orhan Eskiköy’ün yaptığı İstanbul Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü kazanan “Babamın Sesi” filmi aldı. “İki Dil Bir Bavul”la Kürt çocuklarının zorunlu Türkçe eğitimi elle alan ekip, bu filmde Maraş Katliamı’nın gölgesinde yaşamını sürdüren bir Alevî-Kürt ailenin hikâyesini anlatıyor.

“Babamın Sesi”nde sürekli bazı ses kayıtları dönüyor. Bu kasetlerin hikâyesiyle başlayalım mı?

Zeynel Doğan: Babam 1979’da Suudi Arabistan’a çalışmaya gitti. Bazen yılda bir, bazen iki yılda bir kısa süreliğine izne gelir, beş-on gün kalıp dönerdi. O zaman telefon yok. Bizde de okur-yazarlık olmadığı için, bir-iki sene köyüne gelemeyen babam duygularını nasıl ifade edebilsin ki! Yazsa da sözcükleri yetmez veya bizim köyde mektup okuyacak insan bulunmaz. Kasetlere konuşmalarını kaydedip izne gelenlerle yollardı, biz de aynı şekilde ona yollardık. Telefon köy muhtarının evine gelene, yani 1989’a kadar, bu kasetler Elbistan-Arabistan arasında gidip geldiler.

Baban ne iş yapıyordu Arabistan’da?

Kepçe operatörüydü.

Aynı işi Türkiye’de yapamaz mıydı?

Bunu anlatmak için Maraş katliamına, o dönem uygulanan politikalara, Kürt Alevîlerinin yaşadıklarına gitmek gerek. Maraş, Sivas, Çorum, Dersim, Malatya… Buralarda pasaportlu insanların sayısı çok fazladır, çünkü herkesin bir gözü hep yurtdışındadır.

 

O dönemde yurtdışına gitmek veya pasaport almak çok da kolay değildi…


Evet, ama bizim bölgemizde pasaport almak devlet eliyle adeta teşvik edilirdi. Bildiğim kadarıyla, Türkiye’de pasaport dairesi açılan ilk ilçe Maraş-Pazarcık’tır. Pazarcık gelişmiş bir ilçe mi, hayır. İhracat-ithalat mı var, yok. Sınır hattında mı, değil. Ama Maraş katliamından sonra, devlet yurtdışına gidişleri teşvik etmeye başlıyor. Keza o bölgede son beş-on yılı hariç tutarsan, ticaret yapan Alevîlerin sayısı çok azdır. İnsanlar çoğunlukla yurtdışına gidip çalışmayı veya orada kalmayı, yapamazsa Türkiye’nin büyük metropollerine yerleşerek hedef olmaktan çıkmayı tercih eder. Konya’da Kulu ve Cihanbeylililerin de yurtdışına gidişlerinin teşvik edildiğini düşünüyorum; onlarınki Alevîlikten değil ama, Kürtlükten dolayı orada istenmiyor olabilirler. Bunlar tesadüfî kitlesel göçler değil. Bizim taraflardaki göçler zaten hiçbir zaman tesadüf değil. ‘78’de Maraş katliamı oluyor; Kürt ve sol hareketlerin hızlı çıkış yaşadığı dönem. Sol hareketlerin en rahat örgütlenebilecekleri bölgelerdir Kürt-Alevî hattı.

Evrim Alataş “Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer”de solun Kürt Alevîleriyle ilişkisinin ‘60’larda başladığını anlatıyor…

Devlet her zaman Kürt ve Alevî dinamiklerinin bir araya gelmesine engel olmaya çalışmıştır. Babamın kepçe operatörlüğünü neden Türkiye’de değil de Arabistan’da yaptığına dönersek, kasetlerde, hem ekonomik hem de siyasî gerekçelerden söz ediyor. “Hem Kürt hem de Alevî olarak zorlanıyorduk, ayrıca ekonomik koşullar da uygun değildi” diyor.

Kasetlerde baban annen Besê’ye seslenerek “çocuklara Türkçe öğret, toplum içinde kendilerini açığa vurmasınlar” diyor…

Babam Türkçe konuşamamanın ne tür sıkıntılar yaratacağının farkında, Alevî olmanın da ağır bedelleri olacağını biliyor. Bizim orada genelde babalar çocuklarının okuyup memur olmasını ister. Tüm Türkiye’de bu böyledir, ama bizde ayrıca, baba sırf bunun için gurbettedir. “Ben çektim, çocuklarım çekmesin” der.

“İki Dil Bir Bavul”un yönetmenlerinden, aynı zamanda “Babamın Sesi”nin yapımcısı Özgür Doğan, Kürt Alevî anne-babaların çocuklarını subay olmaya teşvik ettiğini söylemişti…

Alevîler için subay olmak çekicidir, Kemalizmin temsil edildiği bir alanda bulunmak güvence gibi gelir. Kürtlük kimliğini bir kenara bırakıp Türk Alevîlerle ilişki kurma gayreti de var burada. Diğer yandan, bizim orada korucu Alevî köyü de yoktur; devlet de çok bastırmıyor zaten, çünkü Alevîlerin korucu olmayacaklarını biliyor. Bazı köylerde PKK’ye sempati var, ama genel tabloya baktığında, Alevîler içinde PKK’ye katılımın Sünnî Kürtlere nazaran çok az olduğu da biliniyor. 1990’larda daha fazla bir ilgi vardı. Ama o dönem PKK’ye katılıp da cenazesi gelmeyen kalmadı. Terzi Cemal gibi PKK içindeki ajanlar, daha örgüte katılmamış gençleri öldürttü.

Terzi Cemal kim?

Örgütün içine girmiş bir ajandı. Sonradan öldürüldü. Evrim’in (Alataş) “Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” kitabında anlattığı Fidel’in hikâyesine benzer çok olay vardır. Fidel de örgüte katılmak için gider, ama daha örgüte varmadan öldürülür… Böyle pek çok arkadaşım hayatını kaybetti.

blank

Sivas katliamı bölgedeki Alevîleri nasıl etkiledi?

Alevîler, Sivas katliamından sonra, tarihlerinde hiç olmadığı kadar direnişten vazgeçti. Bugün devletle aynı dili yakalamaya çalışan Alevî siyasetçiler çoğunlukta, “bize dokunmayın, sizinle anlaşabiliriz” diline hapsoldular.

Alevî gençler için de geçerli mi bu?

Babalarla oğulları veya kızları arasında bu konuda bir çatışmanın olduğunu söyleyebilirim. Teslimiyetin veya uzlaşmanın dilini kuran babaya karşı direniş vardır. Filmin görünmeyen kahramanlarından Hasan (abim) böyle bir karakterdir. Babama hep kafa tutar. Ancak bu gençler hep kaybedişin sembolü olarak sunulur. Deniz’ler, Mahir’ler, ağabeyim Hasan… Onlar hep kaybeden olarak görülür. Diyarbakır, Mardin, Hakkâri gibi şehirlerdeki Sünnî Kürtler arasında ise durum tersinedir. Anne-babalar çocuklarını direnişe teşvik eder, çocuklarından daha devrimci, daha direnişçidirler. Bizde Kürtçe bir kaset dinlemek, bir kitap okumak veya bulundurmak devletten önce baba tarafından yasaklanırdı. Filmdeki Mustafa karakteri (babam) aslında devletin aile içindeki temsiliyetidir. Elbette, kendisi de mağdurdu.

Film boyunca annen, babanın ses kayıtlarını sana vermemekte direniyor; neden?

Çünkü annem için onlar çok kıymetli. Kasetlere kayıt yapmak, sözlü kültürün aktarılması için de önemli. Nenem de ağıtlarını zamanında kaydetmiş. Annem için o kasetlerin ayrı bir yeri de var; sürekli onlardan babamın sesini dinler. Bir kasette, Türkçe öğrenmediği için veya bize Türkçe öğretmediği için babam anneme kızmıştı. Bir sonrakinde de onun gönlünü alıyor. Babam öldükten sonra, annem sürekli o kaseti dinliyor.

Baban ne zaman, nasıl öldü?

1990’dan sonra Türkiye’ye geldi. İki-üç yıl Adana’da çalıştı. Tekrar yurtdışına gidecekken, olmadı. Elazığ-Bingöl yolu üzerinde çalışırken vinç devrildi, öldü. Yıl 1995. Babam 1947 doğumlu. Ben 15 yaşındaydım.

Annen bir kasette babana “Hasan dağa gitti” diyor. Ağabeyin ne zaman dağa çıktı?

Aslında, babamın ölümünden sonra çıktı dağa. Bu memlekette dağ hep sığınak olarak, çözümün, direnişin, hak elde etmenin yeri olarak görülmüştür. Dağ sadece Kürtler için değil, her ezilen grup için yol bilinmiş. Hâlâ dağda yaşayan, kurtuluşu dağda görenler var. Hasan Maraş katliamını gördü, Kürt olduğu için ailesinin yaşadığı sıkıntıları gördü, Alevî olduğu için ayrımcılıkla karşılaştı… 1997’de çıktı dağa.

Hasan’ın dağa çıkışını annen nasıl karşıladı?

Bu sürecin en büyük ağırlığını anneler yaşıyor. Babam öldükten sonra annem yıkılmıştı, Hasan’ın gidişi onu ikinci kez yıktı. Yaşına göre fazlasıyla çökmüş bir kadındır. Çok örnek biliyorum; çocuğu gerilla olan anne evini terk etmez, olur da bir gün gelirse, onu kaçırmamak için. Bir an olsun evini boş bırakmaz. Annem evde tek başına yaşarken telefona uzun bir kablo takmıştı, banyoya gittiğinde bile telefonu yanına götürürdü. Böyle yaşayan çok kadın var. Yıkıldı yıkılacak evlerini bile terk edemezler. Beklemek her şeyden daha zordur. Bazı kadınlar akşama kadar Roj TV’nin önünden ayrılmaz, gördüğü her gerillayı oğluna benzetir. Annemin yoldan geçen gençleri Hasan’a benzetip peşine düştüğü olurdu. Pencerenin dibinde oturup beklerdi… Diyarbakır’daki askerî havaalanından her uçak kalkışında pencerenin önüne koşup dua eden anneler var. Annem belki de şanslıydı, oğlu ölmedi. Ama oğlunun cenazesini bile göremeyen, hiç haber alamayan binlerce kadın var.

Hasan dağdayken sizinle hiç temas kurmuş muydu?

Hayır, daha Romanya’da eğitim alırken, bir defa telefon açmıştı. “Ben iyiyim” demişti sadece. O gece sabaha kadar uyuyamadığımızı hatırlıyorum.

Şimdi annenle daha sık haberleşiyorlar mı?

Filmi Rotterdam’da izledikten sonra Hasan annemi aradı, ama genelde uzak bir tavrı var. Hasan ve onun gibiler çizginin diğer tarafını biliyor ama, onları bekleyenlerin neler yaşadığını pek bilmezler. Hasan bana şöyle bir şey anlatmıştı: “Hani anneler evlerini, telefon numaralarını değiştirmez ya, her gerillanın günlüğünde de ailesinin telefon numarası vardır. O numarayı kaybetmezler. Gün gelir, ailelerini aramak zorunda kalabileceklerini düşünürler…”

Filmde bir kız isteme sahnesi var. Dağdaki Hasan için niye kız isteniyor?

Hasan on yıl dağda mücadele etti, 2005’te örgütten ayrıldı. Kendisinden bir yıl önce örgüte katılmış olan bir kızla evlendi. Şu anda İsviçre’de yaşıyorlar. Dağdan inseler bile bu ülkede yaşayamadıkları için yurtdışında bir hayat kurmaya çalışıyorlar. “Ne değişti ki” diyor.

Dağdan inenler, burada sosyal yaşamda nasıl karşılanıyor?

Özellikle küçük köylerde barınmaları çok mümkün olmuyor, ya büyük şehirlere gidiyorlar veya yurtdışında yaşıyorlar. PKK’den ayrılmak da aslında başlı başına bir film. “Babamın Sesi”nde anlatmak istediğimiz şeylerden biri de, “terörist” denen insanların çok yakınımızdaki evlerden dağa çıktığıydı. Besê dağa çıkan oğlu Hasan’a nasıl “terörist” diyebilir! Komşusu bunu nasıl  söyleyebilir! Hasan’ı dağa çıkaran yapısal sorunlar. Dağdan indiğinde de bu memlekete dönemiyor.

Alevîler PKK’yi daha çok “Sünnî bir örgüt” olarak mı görüyor?

Bizim Elbistan’da böyle görenler az değil. “Yarın bu hareket kazanırsa, ilk kafasını kesecekleri kişiler yine Alevîlerdir” diyenler bile var. Ama ben de diyorum ki, “bünyesinde çalıştığım Diyarbakır Belediyesi cemevi açtı”. Ayrıca, devlet Sünnîlere “PKK komünist bir örgüttür” veya “bunlar Zerdüştlüğe inanır” derken, Alevîlere ise “bu Sünnî bir örgüttür” diyor. Dediğim gibi, devlet Kürt hareketiyle Alevîleri birbirinden uzak tutmak için hep mücadele etmiştir.

Anneni filmde oynamaya nasıl ikna ettin?

Bence annem performansının çok azını kullandı  filmde. İletişim Fakültesi’ndeyken, fotoğraf dersi için annemin portrelerini çekerdim, bir belgesel çalışması olduğunda onunla röportaj yapardım. O da bana yardım etmek için elinden geleni yapardı. Bu açıdan idmanlıydı. Ayrıca, anlatmak istediği çok şey vardı. Senede bir ay giderim Elbistan’a, günlerce oturup anlatır bana. Filmi önce belgesel olarak düşünmüştük. Annem “ne biliyorsam anlatacağım” demişti. Projeyi Orhan (Eskiköy) ve Özgür’le (Doğan) paylaştığımda, bu hikâyenin kurgusal bir film olabileceğini söylediler. Orhan beni ikna etti. Gerçeklerden yola çıkarak kurgusal bir film çekmeye karar verdik. Zor olan, annemin kurgusal kısımlarda oynamasıydı. Ev boyanınca, bahçede çalışmalar başlayınca, işin içine ekip, ışık-kamera girince, kadının sabrı tükendi. En çok, Maraş katliamını anlattığı sahnede zorlandı. Doğrudan tanık olmadığı bir olaydı. “Bunu oynamam, konu komşu ‘görmediği bir olayı görmüş gibi anlatmış’ der” dedi. Zar zor ikna ettik. Yine de ekip olarak bizim düştüğümüz anlarda bile o hep ayaktaydı. Tabii sürekli “bitirip gidin başımdan” diyordu. Üç buçuk haftada Maraş çekimlerini bitirdik.

Film Diyarbakır’da başlayıp Elbistan’da devam ediyor ve köyde sonlanıyor. Köydeki yıkık ev sizin mi?

O bizim köyümüz değil, ama hikâyesi anlamlı. PKK’lilerin öldürüldüğü bir ev. Büyük ölçüde boşaltılmış bir köy. Okulu bomboş, öğrencisi yok. Bizim kendi köyümüz de o halde.

Filmde “İki Dil Bir Bavul”a göndermeler var. Mesela köy okulunu dolaştığın sahne, Türkçeyle ilişkinize dair anlatımlar…

Aslında bu film “İki Dil Bir Bavul”daki  Zülküf ve Vehip’in büyümüş halini anlatıyor. Zülküf gibi çocuklar büyüyor ve bu ülkedeki başka şeylerle karşı karşıya kalıyorlar. İlkokulda bu çocuklara Türkçe öğretmekle bu iş bitmiyor. Belki Zülküf büyüyüp dağa çıkan Hasan oldu, Vehip (“İki Dil Bir Bavul”da muhtarın oğlu) belki de Zeynel oldu… Bu çocuklar büyüyor veya dağa çıkıyorlar veya kimliklerinden dolayı kuşaktan kuşağa aktarılan sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. İnsanlar o sorunlarla büyüyerek, ama o sorunları da büyüterek yaşıyor. Film biraz da bunu anlatıyor.

Öğrencisi olduğun Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde de filmin gösterildi. Oradaki öğrenciliğin nasıl geçmişti?

Filmi önce Rotterdam’da gösterdik. Sonra İstanbul Film Festivali’nde gösterimi yapıldı. Ardından, Anadolu Üniversitesi… 1997’de İletişim Fakültesi’ne girdim. 2002’de Kürtçenin seçmeli ders olması kampanyasına dilekçe verdiğim için, sırf bu nedenle üç dönem uzaklaştırma cezası aldım. Sonraki dönemde de alacağım ders olmadığı için toplam iki yıl okuldan uzak kaldım. 2002’den sonra ilk kez Eskişehir’e gittim. On yıl sonra, yüzde 95’i Kürtçe olan bir filmin yönetmeni olarak, beni anadilde eğitim talep ettiğim için uzaklaştıran okuluma gitmek benim açımdan anlamlıydı. Ancak, bu okula, YÖK’e öfkem geçmiş değil. Filmimi göstermeleri de demokrat oldukları anlamına gelmiyor.

On yıldır Diyarbakır’da yaşıyorsun; orada durumlar nasıl?

Tüm sorunlar aynen devam ediyor. Sabah havaalanına gelirken, dağda vurulmuş bir gerilla defnediliyordu. Polis benim de üstümü aradı. Değişen bir şey yok… Hayat da, ölüm de devam ediyor. Roboski katliamı, 1970’lerden bildiğimiz Maraş katliamı benzeri olayların geçmişe has olmadığını gösteriyor.

Söyleşi: İrfan Aktan
Bir+Bir, sayı 17, Mayıs-Haziran 2012

19. Altın Koza Film Festivali ödülleri
En iyi film: Babamın Sesi (Orhan Eskiköy, Zeynel Doğan)
Yılmaz Güney ödülü: Şimdiki Zaman (Belmin Söylemez)
Yönetmen: Pelin Esmer (Gözetleme Kulesi)
Senaryo: Orhan Eskiköy (Babamın Sesi)
Kadın oyuncu: Nilay Erdönmez (Gözetleme Kulesi)
Erkek oyuncu: Engin Günaydın (Yeraltı), İlyas Salman (Lal Gece)
Yardımcı kadın oyuncu: Nihal Yalçın (Yeraltı ve Araf), Laçin Ceylan (Gözetleme Kulesi)
Yardımcı erkek oyuncu: Menderes Samancılar (Gözetleme Kulesi)
Görüntü yönetmeni: Özgür Eken (Gözetleme Kulesi)
Müzik: Verilmedi.
Sanat yönetimi: Osman Özcan (Araf)
Kurgu: Siirt’in Sırrı (İnan Temelkuran, Kristen Stevens)
Türkan Şoray umut veren genç kadın oyuncu: Neslihan Atagül (Araf)
Umut veren genç erkek oyuncu: Barış Hacıhan (Araf)
İzleyici ödülü: Lal Gece (Reis Çelik)
SİYAD jürisi en iyi film: Şimdiki Zaman (Belmin Söylemez)
Film-Yön jürisi en iyi yönetmen: Erden Kıral (Yük)/ özel ödül: Belmin Söylemez (Şimdiki Zaman)
Jüri Özel: Siirt’in Sırrı
Jüri Özendirme ödülü: Evin Demirhan (Siirt’in Sırrı belgesilde hikayesi anlatılan kadın güreşçi)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz