“Bu gidişle tahtı tacı yitireceksin” Kahkahalı Masal – Muzaffer İzgü

O Ülkenin insanlarının yüzleri gülmez olmuş.
Nasıl gülsün ki yüzleri, etin okkası bilmem kaça, tuzun batmanı bilmem kaça. bezin arşını bilmem kaça çıkmış. Hele ekmek hele, ekmek, ötekiler değil de ekmeğin okkasının ederi arttıkça, halkın yüzü yavaş yavaş gülmez olmuş, gün gelmiş artık yüzler gülmezlikten öte somurtmağa başlamış.
Eh, ülkenin koskoca hükümdarı olur da, onun da iki gözü iki kulağı olur da. halkın bu durumu uluların ulusunun gözünden kulağından kaçar mı?
Elbette kaçmamış. Nasıl kaçsın ki, nasıl huzurlu olsun ki, uluların en ulusu, babası ölmezden önce.

“Bak oğlum tahtımı sana bırakıyorum, demiş. Korkacağın en büyük en önemli şey şu olmalı: Şayet halkımın yüzü gülmüyorsa, senin de işin bitiktir. Onun için ne yapıp edeceksin, halkının yüzünü güldüreceksin.”

Hükümdar, “Tez, demiş vezirine, buyruk vermiş. Ülkenin ne denli komiği varsa, hepsini bugünden böyle görevlendirdim. Kendilerine hazinemden çok yüksek maaşlar verilecektir. Kendileri, kentin pazaryerlerine. alanlarına, hanlarına dağılacaklar ve orada çeşitli komikliklerle halkımı güldürecekler. Hangi komiğim halkı daha çok güldürürse, o komik ödüllendirilecektir.”

Hükümdarın buyruğu hemen yerine getirilmiş, ülkenin tüm komiklerine görev verilmiş. Komikler en büyük ödülü almak için birbirleriyle yarışmağa başlamışlar, en büyük hünerleriyle halkın karşısına çıkmışlar. Alanlarda, hanlarda, Pazar yerlerinde, döktürmüşler de döktürmüşler.

Ama olası mı???

Etin okkası kaça fırladı, balın batmanı kaça, et kimin evine giriyor? Kim iki arşın bez alıp üstüne gömlek, altına don yapabiliyor? Kimin boğazından yağ geçiyor, pekmez geçiyor?

Komikler tüm hünerlerini döke dursunlar, ne başlarına biriken varmış, ne de Allah için şöyle ağzını azıcık gevşetip gülen. Halk, homur homur homurdanıp, komiklerin komikliklerini görmüyormuş bile.

Saraya tez uçurulmuş haber.

“Hükümdarım, kulunuzun hiç biri gülmüyor.”

“Ya komikler, komikler güldüremiyorlar mı?”

“Aman efendimiz, bizler kasıklarımızı tuta tuta gülmekten kınlıyoruz, ama halk hiç gülmüyor.”

Hükümdarın o gece gözüne hiç uyku girmemiş. Üstelik düşünde de uluların en ulusu babasını görmüş.

“Ey oğul, diyormuş babası düşünde, tacın tahtın tehlikeye girmekte. Bu gidişle tahtı tacı yitireceksin. Halkın gülmemesi hiç de iyiye işaret değildir. Ne yap yap halkını güldürmeğe bak!…”

Hükümdar, uykusundan kan ter içinde uyanmış. Hemen vezirini çağırtmış, buyruğunu yazdırmış:

“Ey ahali, duyduk duymadık demeyin, hükümdar hazretlerimizin buyruğudur. Her kim ki, bugünden itibaren sokakta sırıtarak dolaşmazsa o kişi askerlerimiz tarafından yakalanacak ve zindana atılacaktır.”

Buyruğu, davullu çığırtkanlar, davulsuz çığırtkanlar, bağıra çağıra yaymışlar kentin dört bir yanma.

Buyruğu duyan, hem pişmiş kelle gibi sırıtmağa başlamış, hem de fısır fısır konuşmağa:

“Yahu etin okkası bu denliyken nasıl sırıtırız?”

“Ya yağın okkası?”

Amman kolcular geliyor…”

“Hi hi hi hüü!”

“Hi hi hi hüü!”

Kolcubaşı bağırıyormuş: “Hükümdarımızın buyruğu, gülerken dişleriniz iyice görünecek…”

“Ha öyle mi kolcübaşı, hah hih hüi. hah hih hüü…”

Ama kolcu şu yana dönünce yüzler yine, asılıyor; balın batmanı, bezin arşını konuşuluyormuş.

Hükümdar bir süre rahat etmiş, rahat uyumuş. Vezirine ne zaman sorsa, veziri: “Efendimiz buyruğunuz çığırtkanlarımız tarafından durmadan kentin her yöresinde yinelenmektedir. Kolcularımız halkın arasında vızır vızır dolaşmakladırlar.”

‘‘Peki, hiç yakalanan var mı?”

“Yok hükümdarım

“Oh oh. demek ki halkımı güldürebiliyorum artık.”

Halk, dışarda sırıtarak dolaştığı için, evine vardığında ağzını bir kapatıyormuş, yüzünü bir asıyormuş ki, o etten yüzler, sanki taştan yüz oluyormuş. Kentin üzeri ne gece inince, ne bir ses. ne bir soluk, samanı yere atsan sesi duyulacak, öyle ki öyle, koca kent bir ölü sessizliğine bürünüyormuş… Bir evden bir kahkaha sesi çıksa ya, ibir ana gülse ya, bir baba kahkahadan duvarları zangırdatsa ya…

Hükümdar korkmuş, çağınmış yine vezirini:

“Yaz demiş, buyruğumu ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Bugünden sonra kolcularımız mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı dolaşıp, kapılara kulak verecekler. Hangi evden kahkaha sesi gelmezse, o evin erkeğiyle kadım zindana atılacaktır.”

Buyruk o günü kentin her yerinde okunmuş. Yine o gece kolcular kente, dört bir koldan dağılarak ev ev dolaşmağa, kapılara kulak vermeğe başlamışlar… Evet, her evden kahkaha sesi geliyormuş.

Evlerin içinde.

“Yahu hanım bugün de açız” diyormuş erkek sesi, fısıltıyla… Ama hemen ardından

hükümdarın buyruğuyla kahkahayı basıyormuş:

Hah haH haH haaaa…

Kadın ağlıyormuş, çocuklarım aç yattı diye. Gözler yaşlı, az sonra kahkahayı basıyormuş:

Hah hah hah haaaa!…

Aldığım para ekmeğe yetmiyor, ne yapacağımı şaşırdım. Hah hah hah haaa.

Son kaşık yağı da kattım aşın içine… Hah hah hah haaaa!…

Hükümdarın buyruğuyla halk, dışarda sırıtıyor, evde kahkaha atıyormuş. Etin okkası kaça fırlarsa fırlasın, ekmeğin batmanı kaça çıkarsa çıksın, zindan korkusuyla halk dışarda sırıtıyor, evde kahkaha atıyormuş.

Açım anacığım açım…

Hiiiş açlığını ağlayarak söyle, ama ardından hemen kahkahayı bas. Sonra beni de babanı da zindana atarlar.

Ama aç insan gülebilir rai ana?

Hükümdarın buyruğuyla güler… Bak ben, içim kan ağlıyor, ama bak. Hah hah hah haaa…

Bir zaman, iki zaman, üç zaman…

Halkın şurasına gelmiş…

Bir gece, tüm kent halkı sanki sözleşmişler gibi sarayın yöresinde toplanmışlar. Çoluk çocuk, kadın kız kızan… Binlerce insan kahkahalarla yıkıyorlarmış ortalığı. Öyle bir kahkaha ki, sanki birisi komut veriyor, binlerce insan hep birden aynı anda kahkahayı basıyor, aynı anda susuyorlarmış. Aradan bir horoz ötümü zaman geçiyor. görünmez bir ol, duyulmaz bir komut, sanki, “Haydi bir kez daim” diyormuş…

Hükümdar çok hoşnut olmuş, o da kahkahalar atmış, penceresinden halkına el sallamış… Eli gören halk, ardarda kahkahaları patlatmış.

İlk kez o gece rahat uyumuş hükümdar, ilk kez o gece babasını düşünde görmemiş. “Halkım buraya dek gelip, sarayımın önünde güldükten sonra tehlike geçti artık” demiş…

İkinci günü, üçüncü günü, halk yine sarayın yöresinde toplanmış, geç zamanlara dek kahkahayı basmış, gülmüş, bağırmış, çağırmış… Tastamam yedi gece üstüste… Yedinci günü hükümdar dayanamamış, kahkahalar kendisini o denli mutlu etmiş, o denli hoşnut etmiş ki, fırlayıvermiş saraydan dışarıya, halkının arasına karışmış…

Karışış o karışış, bir daha hükümdarı ne gören olmuş, ne de izini bilen…

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz