Aşkın özünde kendini adamışlık vardır – Peter Lauster

Aşkın özü ile daha yakından ilgilenince, ilk önce aşkın çok genel bir söylemle, kendini adama olduğundan söz etmek isterim. Daha somut bir söylemle, aşk olumlu bir adanmışlıktır. Buna karşın nefret ise olumsuz bir adanmışlıktır.

Peki, olumlu adanmışlık nedir? Olumlu adanmışlık, özellikle anne sevgisinde belirgin biçimde ortaya çıkar. Annenin, çocuğun gereksinimlerine olumlu yönde kendini adaması olmasa çocuk ya ölür ya da ruhsal ve bedensel gelişimi durur. Anne sevgisi, her insanın ilk gördüğü sevgidir ve tüm yaşamı boyunca da onun için temel sevilme modeli olarak kalır. Yetişkin bir insan, sevildiğini hisseder. Ve bir kimse ayrımında olsun olmasın eğer kendisini bir başkasına verebiliyorsa, sevmektedir.

Kendini adama başkaları karşısında dikkatliliktir, gözü açıklıktır, uyanıklıktır ama yanlış bulmak için gözünü dört açmak değildir; ilgi duyan, olumlu, anlayışlı bir uyanıklılıktır. Aşkın özünün ne olduğuna ilişkin bu ilk açıklama ile öğrenme pratiği çok yakından bağlantılıdır.
Burada bu konu üzerine bir kaç şey daha söylemek istiyorum. Olumlu adanmışlık ve ilgi duyucu dikkatlilik aşkın önkoşulu ise, bu ifademizden bir şeyler öğrenilebilecek demektir. Söz, gelecekte başka insanlara daha bilinçli biçimde nasıl kendinizi adayabileceğinizi öğrenebilirsiniz. Bu karar ve tutum, çok etkili olur. Yani siz genel edilgen ve tekdüze yaşam biçimini terkedersiniz ve etkinleşirsiniz, başka insanlara kendinizi adarsınız, daha dikkatli, daha uyanık ve daha bilinçli olursunuz, duyularınız keskinleşir ve bu adanmışlık eğer gerçekten eleştirisiz, retsiz ve aşağılamasız gerçekleşirse, daha baştan, seven bir tutuma girilmiş demektir. Başkalarına ne denli dikkatli bir biçimde kendinizi adarsanız, bunun aynı ölçüde daha fazla seven bir yönelişe çıktığını ve ondan sonra da kendinizin sevme noktasına ulaşmış olduğunuzu duyumsayacaksınız.

Adanmışlık elbette ki yalnızca insanlara olmaz, bizi çepeçevre seven, bir anda oluveren şu anda var olan her şeye olabilir. Demek ki adanmışlık tutumu; ağaçlar, hava, kuşlar, gökteki bulutlar, insanlarla yaptığımız konuşmalar, müzik, ışık ve gölge, rüzgar, havadaki kokular kısacası şu anda olmakta olan her şey için söz konusu olabilir.

Bu adanmışlık, çok basit gibi görünür ama gene de pek çok yetişkin, hiçbir zaman böyle bir adanmışlık yaşamamıştır. Daha çocukluk döneminde bu kendini adama yeteneğine, bu tam dikkat yeteneğine büyük ölçüde sahibizdir. Bu yüzden de çocuklarda yetişkinlere oranla sevme yeteneği daha fazla gelişmiştir. Peki acaba yaşın ilerlemesiyle birlikte kendini adama yeteneği neden gitgide kayboluyor? Her şeyi bildiğimizi sanıyoruz, yaşamımız şemalarla, güvenlik çemberleriyle belirli planlara, çerçevelere oturtuluyor ve her bir an için gerekli uyanıklığı ve açıklığı gösterebilme yeteneğini kaybediyoruz.

Sevmeyi bilen bir tutum yalnızca karşı cinsin insanlarına yönelik olmakla kalmaz, aynı zamanda, duyularla kavranabilen her şeye yönelebilir. Böyle olduğu ölçüde de, sevmeyi bilen bir insan yalnızca bir insan dostu değildir, bir bütün olarak hayatı sever. Ailesini sevdiğini söyleyen ama meslek yaşamında başka insanları mahveden ya da öldüren biri, bölük bölük sevmektedir, bir aydınlık noktası vardır ama bundan ötesi, sevgisizlik ve ruhsal karanlık içindedir. Ayrıca ben, bu bölük sevginin de gerçekten sevgi olup olmadığı konusunda kuşkuluyum. Örneğin, yetişkinlik dönemindeki bir Hitler’in bir insanı gerçekten sevip sevemeyeceğinden kuşku duyuyorum.

Olumlu adanmışlık genel edilgenlik içindeki bir insanda karşı cinsten biri tarafından bazen kısa bir süre için uyarılabilir ve ateşlenebilir. Bu durum aslında, olumlu yönde kendini adama yeteneğinden yoksun birinde bile mümkün olabilir. İnsanın dikkatli yapmadığı bir davranış, sadece bir işlevin yerine getirilmesi ve çoğu zaman da olumsuz, nefret edici bir adanmışlıktır. Nefret edici adanmışlık; olumsuzlama, aşağılama ve mahvetme eğilimli bir dikkat ve uyanıklıktır. Bu noktaya ileriki bölümlerde yeniden değinmek istiyorum.

Vermek, sevmek yeteneğidir. İşte her bir kişi için zorluk burada yatmaktadır. Buna karşılık almak ise basittir, bunun için özel yetenek gerekmez. Ama verilenin değerini bilmeden tüketici bir tavır sergilendiğinde almak da bazı sıkıntılar doğurur. Çünkü bu sefer yeniden kendini vermek gerekmektedir.

Sevme sanatını öğrenmenin ilk adımı demek ki, kendini adamayı öğrenmekte yatmaktadır. Seven bir insan, karşılığında ne elde edeceğini sormadan kendini adamaktan çekinmez. Bu kendini adayıştan zaten öylesine mutluluk ve doyum sağlar ki, ayrıca karşısındakinden bir şey elde etmeye gerek duymaz. Ama tabii karşı taraf da kendini adamaktan geri kalmamışsa daha da iyi. Yani burada “şu olursa şöyle olur” gibi birtakım koşulların söz konusu olamayacağını vurgulamak istiyorum. Bana adanan şeye benim değer biçmemde, önemli rol oynar. Bir ağacın çayırlıkta tüm görkemi içinde tek başına duruşunu ve gelişimini gözlediğimde, ağaç kendisine hayran olduğum ve gözlemlediğimle ilgili, bana somut bir şey vermez.

Maddi tüketim düşkünü ve kazanç eğilimli pek çok insan için, ağacı seyretmek, boşa zaman harcamaktır. Çünkü ağaç, para vermez insana. “Resmini yapacak ya da fotoğrafını çekecek olursan, ağacı paraya çevirmiş olursun; o zaman, yaptığın bir işe yarar” demişti bir keresinde, maddiyattan başka şey bilmeyen biri bana. Ağacı seyretmenin bana çok şey yani ruhsal bir rahatlama getirdiğini ve güzelliği sevme duygusunun boş şey olmadığını tam tersini bana güç, dinginlik, yaşama sevinci ve keyif verdiğini ona anlatmak ve yüzündeki alaycı gülümsemeyi kovmayı başarmak çok zordu.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz