“İster eski ister çağdaş olsun, bir toplumun özelliklerini belirtirken birinci derecede önem taşıyan ve birbirine sıkısıkıya bağlı olan iki unsurla karşılaşılır: Ekonomik yapı ve aile yapısı. Günümüzde etkin olan iki düşünce sisteminden bir tanesi her şeyin kaynağı olarak ekonomiyi görürken, diğeri aileye ya da cinsiyete bağlamaktadır. Bunlardan birisi Marks’ın öğretişidir, ikincisiyse Freud’un. Ben bunlardan hiç birine bağlı değilim. Bana ekonomiyle cinsiyet arasındaki bağlantılarda, belirleyici olma noktasında biri, diğerinden daha üstünmüş gibi gelmiyor.”
Evlilik ve Ahlak
İncelememiz boyunca birtakım tarihi ve ettik sonuçlara vardık. Tarihsel olarak uygar toplumlarda var olduğu biçimiyle cinsel ahlakın oldukça farklı iki kaynaktan, babalığı belirleme arzusuyla dölü sürdürme dışında, seksin aşağılık olduğuna ilişkin çileci inançtan çıktığını bulduk. Hristiyanlık öncesi ve halen günümüzde çileciliğin çıktığı ve yayıldığı İran ve Hindistan dışında kalan Uzak Doğu’da ahlak, sadece birinci kaynağı içermektedir. Elbette babalıktan emin olma isteği üremede erkeğin rolünü bilmeyen geri toplumlar için sözkonusu değildi. Bunların arasında her ne kadar erkeğin kıskançlığı dişiye belli sınırlandırmalar getiriyorduysa da daha önceki babaerkil toplumlardan çok daha özgürdü. Geçiş evresinde belli sürtüşmelerin yer almış olması kesin. Ve hiç şüphe yok ki kendilerinden olan çocukların babası olmak isteyen erkekler kadınların özgürlüklerine kısıtlamalar getirmeyi gerekli görmekteydiler. Bu evrede cinsel ahlak sadece kadınları kapsamaktaydı. Erkek evli bir kadınla cinsel ilişkide bulunmanın dışında tümüyle özgürdü.
Hıristiyanlıkla yeni bir unsur günahı engelleme, işin içine karıştı. Ve böylece ahlak ölçüleri kuramsal olarak kadınlar kadar erkekleri de kapsamı içine aldı. Ne var ki bu kuramı erkeklere uygulamanın güçlüğü erkeklerin konulan ilkeleri çiğnemelerine kadınlardan çok daha hoşgörüyle bakılmasını getirdi. İlk cinsel ahlakın, bebeğin ilk yıllarında anne-babanın bir tanesi değil her ikisi tarafından beraberce korunmasını içeren kesin bir yaşamsal amacı vardı. Bu amaç Hıristiyan kuramında yitmişse de uygulamada süregelmektedir.
Oldukça yakın dönemlerde Hıristiyan ve Hıristiyanlık öncesi cinsel ahlakı her ikisinin de değişime uğradığına ilişkin belirtiler bulunmaktadır. Hıristiyanlık dinsel tutuculuğun çözülmesi ve hâlâ inançlı olanlar arasında bile inancın etkisinin azalmış bulunması nedeniyle eski önemini sürdürmemektedir. Bu yüzyılda doğan kadın ve erkekler her ne kadar eski davranışlara yönelirlerse de büyük bir bölümü evlilik dışı cinsel ilişkinin günah olduğuna inanmamaktadırlar. Cinsel ahlaktaki Hıristiyanlık öncesi unsurlara gelince bunları daha önce bir etmen değişime uğratmıştı, şimdi bir başka etmen tarafından da değiştirilme süreci içindeler. Bu etmenlerden birincisi gebe kalmadan cinsel birleşmeye olanak tanıyan ve kadınların, eğer evli değillerse hamilelikten korunmalarını eğer evliyseler, sadece kocalarından çocuk yapmalarını sağlayarak her iki durumda da onların iffetlerinin lekelenmesini engelleyen gebeliği engelleyici nesnelerdir. Bu süreç henüz tamamlanmış değil, çünkü henüz gebelik önleyici nesneler yeterince güven verici değil, ama bence güven kazanması pek uzun süre almayacak. Bu durumda kadına evlilik dışı cinsel ilişkide bulunmasına yasak getirmeden de babalığın güven altına alınması sağlanmış olacaktır. Kadınların kocalarını aldatabilecekleri öne sürülebilir ama eskiden de kadınların kocalarını aldatabilmeleri her zaman söz konusuydu. Ayrıca aldatma etmeni, coşkuyla sevilen biriyle yatıp yatmama sorununun yanında hafif kalmaktadır. Böylece babalığa ilişkin aldatmaya, eskinin evlilik dışı ilişkiyle gerçekleştirilen aldatmasından çok daha az rastlanacağını kabul edebiliriz. Bu yeni durumda kocalar kıskançlıklarını yeni koşullara uydurmalı, ancak kanları çocuklarına bir başka erkek seçtiğinde kıskançlıkları kabarmalıdır. Doğuda erkekler her zaman harem ağalarına belli özgürlükler tanımışlardır ki Avrupalı erkeklerin bir çoğu buna tepki duyarlar. Doğulu erkekler harem ağalarına hoşgörülü davranırlar çünkü babalıktan yana bir kuşkuları yoktur. Aynı hoşgörü, gebelik önleyici nesnelerin kullanılmasıyla birlikte gelen özgürlüklere de kolayca uygulanabilir.
Evlilik ve Ahlak: Cinsel Etik Niçin Gereklidir? – Bertrand Russell
Böylece ana-babalı aile, geçmişte olduğu gibi kadından erkeksiz kalmasını istemeden, gelecekte de yaşayabilir. Bununla birlikte ikinci etmenin cinsel ahlakın uğradığı değişimlerle çok daha uzun erimli etkileri vardır. Bu, çocuğun bakım ve eğitiminde devletin payının artmasıdır. Bu etmen Amerika’dan çok Avrupa’da etkin olmakta ve ağırlıklı emekçi sınıflara dokunmaktadır ve devletin babanın yerini alması ne kadar endişe doğurursa doğursun eninde sonunda nüfusun tümünü kapsıyacaktır. İnsan ailelerinde olduğu gibi hayvan ailelerinde de babanın rolü bakım ve korunmayı sağlamaktır. Fakat çağdaş toplumlarda koruma güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmekte, bakımsa şimdi toplumun yoksul katmanlarına yapıldığı gibi tümüyle devlet tarafından üstlenilebilir. Eğer bu gerçekleşirse babanın yerine getirebileceği herhangi bir belirgin iş kalmamaktadır. Anneye gelince iki olasılık söz konusu. Ya çalıştığı işine devam eder ve çocuğuna bir kurum bakar, ya da elverirse çocuğu küçükken ona bakması için devletten para alır. Eğer ikinci yol benimsenirse namuslu olmayan kadına yapılan ödeme kesileceği için geleneksel ahlakın desteklenmesinde bir süre için kullanılabilir. Ama ödemeden yoksun bırakılırsa çocuklarına çalışmadığından bakamayacağı için onları bir kuruma bırakmak zorunda kalacaktır. Böylece ana-babası zengin olmayan çocukların bakımında ekonomik güçlerin işleyişi babanın elenmesini doğurabileceği gibi büyük ölçüde anneyi de dışta bırakacaktır. Bu gerçekleşirse geleneksel ahlaka ilişkin tüm geleneksel nedenler yitecek ve yeni ahlak için yeni nedenler bulunacaktır.
Eğer ailenin parçalanması gerçekleşirse kanımca bu pek sevinilecek bir şey değil. Çocuk için anne baba sevgisi önemlidir ve eğer kurumlar geniş ölçüde yaygınlık kazanırsa kuşkusuz son derece resmi ve sert olacaklardır. Farklı aile çevrelerinin farklı etkileri ortadan kalkınca son derece berbat bir yeknesaklık egemen olacaktır. Ve enternasyonal bir devlet öncelikle oluşturulmadıkça ayrı ulusların çocuklarına yurtseverliğin hastalıklı biçimi aşılanacak ve büyüdükleri zaman bunlar büyük bir olasılıkla birbirlerini yiyeceklerdir.
Ayrıca enternasyonal bir devlet nüfus açısından da gereksinim doğmaktadır, aksi halde milliyetçiler nüfusun gerekenden fazla artmasını teşvik edecekler ve tıb ile sağlık bilgisinin gelişmesi nedeniyle nüfusun fazlasını eritecek tek yol olarak savaş kalacaktır.
Sosyolojik sorunların çoğunlukla karmaşık ve zor olmalarına karşın bence bireysel sorunlar oldukça basittir. Cinsiyete bir takım günahlar bulaştıran öğreti bireyin kişiliğine sayısız kötülüğü dokunmuştur — yaptığı bu kötülük çocukluğundan başlar tüm yaşamı boyunca sürer— Cinsel aşkı baskı altında tutan geleneksel ahlak tüm diğer arkadaşça duyguları da hapsetmiş ve insanları daha az eli açık, daha az nazik ve daha çok kendine yontan ve gaddar yapmıştır. Sonunda benimsenecek olan hangi cinsel ahlak olursa olsun boş inançlardan kurtulmalı, açık ve kabul edilebilir temele dayanmalıdır. Bilimsel araştırma, spor, iş ya da diğer insan faaliyetleri gibi cinsiyet de etiksiz yapamaz. Toplumda bizimkinden farklı eğitim görmemiş kişilerce konuları ilkel yasaklara dayanılması durumunda bir ethike gereksinim duyulmayabilir. Ekonomi ve siyasette olduğu gibi cinsiyette de ethikimize-hâlâ-çağdaş buluşların mantık dışı kıldığı korkular hakimdir ve bu buluşlardan sağlıyacağımız yararın önemli bir miktarını onlara psikolojik uyumu sağlayamadığımız için yitirmekteyiz.
Bir eski sistemden yeni bir sisteme geçişte, tüm geçişlerde olduğu gibi kendine has güçlüklerin ortaya çıkacağı doğrudur. Herhangi bir ethikal yenilikten yana olanlar kaçınılmaz olarak tıpkı sokrat gibi gençliği bozmakla suçlanmaktadırlar. Bu suçlamalar yeni erişkin telkin ettikleri bütünüyle kabul edildiğinde değiştirmek istedikleri eski ethikden çok daha iyi bir yasama biçimine neden olsa bile her zaman tümüyle boşuna yapılmış değildir. Muhammed’in Doğu’sunu bilen herkes, günde beş kez ibadet etmenin bir yana bırakılmasını savunanların, çok daha önem verdiğimiz diğer ahlak kurallarına saygıyı da bıraktıklarını söylemektedirler. Cinsel ahlakta bir değişiklik amaçlayan kişi bu anlamda yanlış anlaşılabilmeye uygundur ve ben söylediğim şeylerin bazı okuyucular tarafından yanlış yorumlanacağını biliyorum.
Yeni ahlakın gelenekçi puritinizmin geleneksel ahlakından ayrılan genel ilkesi şudur: biz içgüdünün engellenmesi yerine eğitilmesinden yanayız. Genel olarak ifade ettiğimizde bu görüş çağdaş kadın ve erkekler arasında geniş bir kabul görmüştür. Ama bu görüşü benimsemenin genç yaşlarda tüm yanlarıyla gerçekleşip uygulanması gerekmektedir. Eğer çocuklarda içgüdü eğitilmek yerine sınırlandırılırsa bunun izleri yaşamın geri kalan bölümünde de görülmesi sonucunu yaratabilir, çünkü yaşamın ilk yıllarındaki sınırlandırmalar son derece kötü istenmeyen biçimlere dönüşmektedir. Yetişkinlere ya da delikanlılara önerdiğim ahlakta «İçtepilerinizi izleyin ve aklınıza gelen herşeyi yapın,» demiyorum. Yaşamda bir tutarlılık olmalı, sonuca yönelik, ama yararı hemen elde edilmeyen ve her evresinde çekici gelmeyebilen sürekli çabalar gerçekleştirilmelidir. Başkaları da düşünülmeli, dürüstlüğe mihenk belli ölçüler olmalıdır. Gene de öz denetimi bir amaç olarak almıyor, ayrıca kurum ve ahlaksal törelerimizin de öz denetime duyulan gereksinimi en çok yerine en aza indirmesini diliyorum. Öz denetimin uygulanması trenin fren yapmasına benzer. Kendini yanlış yöne giderken bulduğunda yararlıdır ama yönün doğruysa baştan ayağa yanlıştır. Hiç kimsenin trenin yoluna sürekli fren yaparak devam etmesini savunabileceğini sanmıyorum. Aynı şekilde zorla öz denetim alışkanlığı da yararlı faaliyetlerde kullanılabilecek gücümüz üzerinde zedeleyici etkide bulunur. Öz denetim bu güçlerin dışa yönelik faaliyetlerde kullanılması yerine içerde harcanmasına neden olur, bundan ötürü bazen gerekli olsa bile her zaman istenmeyen bir şeydir.
Yaşamda gerekli olan öz denetim derecesi içgüdünün ilk eğitimine bağlıdır. Çocukta ortaya çıkan iç güdüler, tıpkı lokomotifi yolunda tutan ya da raydan çıkaran islim gibi, yararlı ya da zararlı faaliyetlere yöneltebilir. Eğitimin işlevi içgüdüyü yararlı faaliyetlere doğru yönlendirmektir. Eğer bu görev çocukluk yıllarında yeterli biçimde yerine getirilebilirse, kadın ya da erkek birkaç bunalım dışında öz denetime gerek duymaksızın yararlı bir yaşam sürebilirler. Bunun tersi olur da ilk eğitim içgüdülerin sınırlanmasına yol açarsa, ileri yaşlardaki içgüdüsel hareketler bir yanı ile zararlı olacağından sürekli öz denetime gerek duyulacaktır.
Bu genel düşünceler özellikle cinsel içtepilerimize uygulanmaktadır. Çünkü bunlar hem çok güçlüdür hem de geleneksel ahlak bunlarla özel olarak ilgilenmektedir. Birçok geleneğe bağlı ahlakçı, cinsel içtepilerimiz sıkı denetim altında tutulmazsa bunların bayağılaşacağını. anarşik bir hal alacağını, kabalaşacağını düşünmektedirler. Bu görüşün kendilerinin çocukluklarında yaşadıkları ket vurma alışkanlıklarını ileriki yıllarda unutma eğiliminden doğduğuna inanıyorum. Ne var ki böylesi kişilerde yasaklamayı başaramadıkları ilk yasaklar hâlâ işlemektedir.
Vicdan denilen şey düşünsel yargılara karşın kişinin geleneksel yasakların yanlışlığını hissetmesine neden olan ilk gençlikte öğretilen ahlaksal ilkelerin düşünmeden az ya da çok bilinçaltı onaylamasıdır diyebiliriz. Bu kişiliğin kendine karşı ikiye bölünerek içgüdüyle aklın omuz omuza gitmemesini yaratır. Böylece içgüdü soysuzlarken akıl gücünü yitirir. Kişi çağdaş dünyada geleneksel öğretiye değişik derecelerde başkaldırı bulabilir. Bunların en yaygını, gençliğinde öğretilen ahlakın doğruluğuna düşünsel olarak inanıp da, yeterince öyle yaşayamadığından gerçek dışı bir üzüntüyle yakınanlardır. Böylesi kişiler için söylenecek pek bir şey yoktur. Onun için en iyisi ya yaşamını yada inançlarını aralarında bir denge olacai biçimde değiştirmemesidir. Bunlardan sonra çocukluğunda öğretilen şeyleri usu, bilinçli olarak yadsıyan fakat bilinçaltı bütünüyle benimseyen kişiler gelir. Böylesi kişiler herhangi bir güçlü duygusal gerilim altında, özellikle korku, davranış çizgisini birden değiştiriverirler. Ciddi bir hastalık ya da bir deprem onda pişmanlık yaratarak düşünsel yargılarını atıp çocukluğundaki inançlarının kabarmasına neden olabilir. Hatta normal zamanlarda bile davranışları ölçülüdür ve kendine koyduğu bu sınırlamalar olumsuz biçimler alabilir. Bu sınırlamaları onu geleneksel ahlakça suçlanan biçimde hareket etmekten korumaz fakat bunları iç rahatlığı ile gerçekleştirmesini engeller ve hareketlerini değerli kılacak bir takım unsurların yitmesine neden olur. Eski ahlak yasasının yerine yenisinin konulması, sadece kafanızla değil tüm benliğinizle kabul edilmedikçe bütünüyle başarılı olamaz. Çocukluklarında eski ahlakla büyüyen birçok kişi için bu çok güçtür. Bu nedenle yeni bir ahlakı ilk eğitimde uygulamadan bütünüyle yargılamak imkansızdır.
Cinsel ahlak varılacak sonuçlara büyük itirazlar olsa bile geniş bir onayı alarak belli yaygın ilkelerden çıkarılmalıdır. Burada üzerinde durulacak ilk şey, her iki eşin de tüm kişiliğini kucaklayan ve her ikisini de zenginleştirip yücelten o derin ve ciddi aşktan kadın ve erkekte olabildiğince çok bulunmasıdır. İkinci önemli şey çocukların ruhsal ve bedensel bakımının yeterli şekilde sağlanmasıdır. Bu ilkelerin her ikisinde de şaşkınlık yaratacak bir şey yok ayrıca bu iki ilkeden kalkılarak geleneksel yasada belli değişikliklerin yapılmasını savunuyorum. Birçok kadın ve erkek şimdiki durumda evliliğe taşıdıkları aşkta içten ve eli açık değildirler. İlk yıllarda yasaklarla daha az sınırlandırılsalardı böyle olmazdı. Ya daha önceden edindikleri eğilimler yok ya da bu deneyimleri kaçak ve olumsuz yollarda ediniyorlar. Daha da öte kıskançlık ahlakçılarca cezalandırılacak bir şey olmasına karşın gene de birbirlerini karşılıklı zindanda tutuyorlar. Elbetde karı ve kocanın birbirlerini aldatmayacak kadar çok sevmeleri pek güzel bir şey ama bundan daha güzel olan aldatma eğer gerçekleşirse bir felaket olarak düşünülmemesi ve diğer cinsle arkadaşlığı engelleyecek düzeye çıkarılmamasıdır. Özgürlüğe karşılıklı kısıtlamalar getirmekle, yasalarla ve korkuyla güzel bir yaşam sağlanamaz. Tüm bunlar söz konusu olmadan bir bağlılık sağlanırsa iyi, ama bunlara yüksek bir fatura ödemek yerine biraz fedakarlıkta bulunup arasıra gerçekleşecek kaçamaklara karşılıklı hoşgörü göstermek daha iyi. Hiç kuşku yok ki bedensel bağlılık olduğu durumlada bile karşılıklı kıskançlık evlilikte mutsuzluk yaratır. Oysa derin güçlü ve sürekli bir sevgiye duyulan güven bu sonucu doğurmaz.
Kendini erdemli sayan birçok ana-babanın çocuklarına karşı yükümlülüklerini hafife almalarını doğru bulmuyorum. Bugünkü veri sistemde iki büyüklü (ebeveyn) ailede çocuk olur olmaz her ikisinin de görevi evliliği ellerinden geldiğince dengeli kılmak için çaba harcamaktır, bu bir öz denetim gerektirse bile. Fakat buradaki öz denetim gelenekçi ahlakçıların öne sürdüğü gibi aldatmaya yönelik tüm içtepileri dizginlemeyi içermemekte, kıskançlık, öfkelenme, buyuruculuk gibi içtepileri içermektedir. Hiç şüphesiz ana-baba arasındaki sık sık yapılan ciddi tartışmalar çocukta sinir bozukluklarına neden olur. Bu nedenle böylesi tartışmaları engelleyecek ne varsa o yapılmalıdır. Bunun yanında eşlerden biri ya da her ikisi öz denetimi başaramayıp anlaşmazlıkları çocuklardan gizlemiyorlarsa evliliğin sona ermesi çok daha iyidir. Evliliğin bozulması her zaman çocuk için karşılaşabileceği en kötü şey değildir, aslında huzursuz evlerde çocuğun karşılaştığı, bağırıp çağırmalardan, kötü suçlamalardan hatta kaba kuvvet kullanma gibi şeylerden çok daha iyidir.
Daha fazla özgürlüğün aklı selim sahibi savunucusu dileklerinin, yetişkinleri hatta delikanlıları tüm ahlakçıların onlara verdiği eski kısıtlayıcı ilkelerden arındırıp içtepilerini başı boş bırakarak bir anda başarıya ulaşamayacağını bilir. Bu gerekli bir evredir, aksi halde bunlar aynı berbatlıkta onların çocuklarına da geçecektir, ama yalnızca bir evredir. Aklı başında bir özgürlük ilk yıllarda öğrenilebilir aksi halde bütün kişiliği saran değil yüzeysel, ayağı yerden kesik bir özgürlük sağlanabilir. Saçma sapan içtepiler bedensel aşırılıklara neden olurken ruh prangaya vurulmuş olarak kalıyor.
En baştan adam gibi eğitilmiş içgüdü, Kalvinistik ilk günah eğitiminden çok daha iyi sonuç verir, fakat bu eğitimin kötü etkilerine bir kez izin verildi mi sonraki yıllarda bu eğilimi silmek oldukça güç olacaktır. Psikoanalizin dünyamıza sağladığı yaraların en önemlisi ilk çocuklukta konulan yasakların kötü etkilerini sergilenmesidir ve kötü etkileri silmek ucun bir psikoanaütik tedavi gerektirir. Bu sadece herkesin görebildiği sinir hastalan için söz konusu değildir. Aynı zamanda son derece normal görünen kişiler için de geçerlidir. Yaşamlarının ilk yıllarında gelenekçi eğitim gören her on kişiden dokuzu bence evliliğe ve cinsiyete karşı genel olarak aklı başında bir tutum takınmayacak hale getirilmektedir. Benim en iyi dediğim tutum ve davranışlar bu kişilerce imkansız diye geri çevrilmiştir. Yapılabilecek en doğru şey onlara uğradıkları yıkımları anlatmak ve çocuklarının aynı zarara uğramamaları doğrultusunda onları ikaz etmektir.
Her şeye izin veren bir öğreti öne sürmek istemiyorum, benim öğretim de tamı tamına geleneksel öğretinin gereksindiği kadar öz denetim istemektedir. Fakat buradaki öz denetim kişinin kendi özgürlüğüne sınır koyması değü, başkalarının özgürlüklerine karışmaktan kendini sınırlanmasıdır. Bence bu amaca yönelik doğru bir eğitimle işe başlanırsa başkalarının kişlliğine ve özgürlüğüne saygı kolayca sağlanabilir. Fakat birçoğumuz gibi din adına başkalarının hareketlerine karşı çıkma hakkına sahip olduğumuz inancıyla yetişen kişilerin kuşkusuz zulmün bu sevimli biçiminden kurtulmaları oldukça zor, hatta imkansız. Buradan küçüklüklerinde daha az baskıcı yetişenler için de olanaksız olacağı sonucu çıkartılmamalıdır. İyi evliliğin özünde eşlerin birbirlerine saygı göstermekle, bedensel, düşünsel ve ruhsal derin içtenlik vardır ki bu kadın ve erkek arasında tüm insan edimlerinin en verimlisi olan aşkı yaratır. Böylesi aşk tüm büyük ve değerli şeyler gibi kendi özel ahlakını gereksinir ve çoğunlukla bazen az, bazen çok bir özveri ister. Ne var ki gerçekleştirilen bu fedakatlık yürekten yapılmazsa aşkın temellerini çökertir.
Bertrand Russell
Kaynak: Evlilik ve Ahlak