Anatole France: Bugün gerçekleştirdiğimiz cehennem dünyasını Balzac hayal etmiştir

Bir gün Üniversite mahallesindeki bir kitapçıda eski kitapları karıştırıyordum. Dükkanın bir köşesinde halinden coşkun tabiatlı olduğu anlaşılan, uzun saçlı genç bir adam dikkatimi çekti. Adını bilmeme imkan olmamakla beraber bu adamı gözüm ısırıyordu. Bir kitabın sayfalarını karıştırıyordu. Kendisi konuşacak birini bulamadan önce bakışı, gülümsemesi, alnının hareketli kırışıkları, samimi tavırları her şeyi konuşmağa başlıyordu. Onun bir geveze olduğunu sezmek için öyle fazla içgüdüye lüzum yoktu. Ya kaçmanın, ya da eline düşmenin gerektiğini anladım. Bununla beraber durdum. Sophokles’in, kimse kaderinden kaçamaz, demede hakkı varmış. Hayatımda bunu uzun boylu tecrübe etmiştim. Ne kötü kaderlere karşı koyabilmişindir, ne de iyilerine. Ama şüphesiz kötülerine daha sık rastlanır. Gerçeği söylemek gerekirse bu eski kitaplar meraklısı bana hiç de sevimsiz görünmemişti. Onda, fakirliğini hissetmeyen fakirlerin, boyuna hayal kuran tembellerin o mutlu yüz ifadesi, o rahat hali vardı. Kirli olmaktan çok ihmal edilmiş elbiseleri bana kütüphanelerin asıl [1] tozlarıyla ağarmış gibi geliyordu. Onları üstüne tasa duymadan, umursamadan geçirmişti. Yalnız kenarları tuhaf bir şekilde geniş, ipeği tarazlanmış şapkası bir zevki, bir iradeyi, belki de bir estetiği açığa vuruyordu. Sadece kafasıyla yaşayan bu adam elbette yalnız kafasını giydirmekle ilgilenecekti. Öteki giyecekler ona önemsiz görünüyordu. Ellerinin kirli olduğunu söylediğime üzülüyorum. Ama kütüphanecilerin şahı, Besançon’lu ihtiyar Weiss’in buna benzer ihmaller gösterdiğini gelenekten biliyoruz. Elleri Lady Macbeth’in elleri gibiydi. Banyodan sora bile kapkara duruyordu. M. Weiss buna sebep olarak banyoda okuduğunu gösterirdi.

Elinde kitap tutan adam beni görür görmez, bana doğru ilerlerdi. Eski kitabın üstüne vurarak:

— Okuyun, dedi, bu kutsal kanundur, Tanrı kanunudur.

Elinde kutsal kitap vardı. İsrail Oğulları’nın Mısır’dan çıkışını anlatan XX. bölüm açık duruyor ve parmağı ile bana: “Hiçbir zaman heykel yapmayacaksınız” diyen dördüncü ayeti gösteriyordu.

— İnsanlık bu emre karşı gelmekle budalalığını gösterdiği için mahvolacaktır, diye ilave etti.

Bir deliye rastladığımı anladım. Buna üzülmedim. Deliler zaman zaman inşam ilgilendirir. Başka insanlardan daha iyi düşündüklerini iddia etmem, ama başka türlü düşünürler. Bunun için onlara teşekkür etmek gerekir, bu adamı biraz kızdırmaktan da korkmadım.

Ona:

— Beni mazur görün, ben puta taparım, suretlere taparım, dedim.

— Ya ben, diye cevap verdi, onları delicesine severdim: bu yüzden neler çektim. Bunun için onlardan nefret ederim ve onları şeytan icadı sayarım. Leonardo’nun Joconde’u yüzünden deli olan ve günün birinde Louvre müzesinden çıkıp kendini Seine nehrine atan adamın gerçek hikayesini okumadınız mı? Cnidus’lu Venüs’ün kendisine hayasız ve uğursuz bir aşk ilham eden genç Yunan’lı hakkında Samsat’lı Lukianus’un söylediği sözü hatırlamıyor musunuz? Louvre’daki hünsa heykeli mermerinin ziyaretçiler tarafından okşana okşana aşındığını, müze idaresinin bu gayri tabii ve sevimli heykeli kordonla korumak zorunda kaldığım biliyor musunuz? Çarmıktaki İsa’ların, renkli Meryem anaların bütün Hıristiyan alemi içinde en kaba puta tapma nesneler olduğuna dikkat etmediniz mi? Genel olarak heykellerin, tabloların duyuları sarstığını, zihni altüst ettiğini ve insanda gerçeğe karşı bir nefret ve tiksinme yarattığım, insanları ilk vahşet devrinden | bin kere mutsuz yaptığını söylemek gerekir. Bunlar hem çirkin, hem dine aykırı eserlerdir.

İnsanları heyecana getiren etle kanın sarsıntılarında, resimle heykelin payı neticede pek önemsiz olduğunu, tersine sanatın, kendi aşıklarını, yalnız sakin hazlar tattıkları mutlu alemler içinde, hayran bıraktığını çekine çekine söyledim.

Konuştuğum adam eski küçük kutsal kitabını kapattı. Bana cevap vermek tenezzülünde bulunmadan sözlerine devam etti:

— Yaveh’in İsrael’i korumak istediği boyalı ve yontma suretlerden bin defa uğursuz suretler vardır. Bunlar özellikle romancıların ve şairlerin tasavvur ettikleri ideal suretler, tipler, karakterlerdir; romanların kişileridir. O yüzler faal bir hayat yaşarlar. Bunlar ruhlardır. Kötülük yapmaktan hoşlanan yazarlar onları sadece bizi baştan çıkarmak ve mahvetmek için aramıza iblisler gibi saldıklarını söylemek doğru olur. İçimizde yaşadıklarına ve bize baskı yaptıklarına göre onlardan nasıl kaçınmalı? Goethe dünyaya Werther’i salıyor derhal intiharlar çoğalıyor. Ayrılığı gayrılığı olmadan bütün şairler, bütün romancılar dünyanın huzurunu kaçırıyorlar. Homeros’un İlyas’ı, E. Zola’nın Germinal’i aynı şekilde birçok cinayetlere sebep oldular. Jean-Jacques Rousseau’nun tabiata götürdüğü insanları Emile birer zorba, birer katil yaptı. Dickens gibi en safları bile büyük suçlulardır. Acıma duygumuzu etrafımızdaki canlılara yönetecek yerde, hayali kişiler üzerine çevirirler. Kimi romana histeri hastalarını, kimi romancı yosmaları, bir üçüncüsü kumarbazları, katilleri yaratırlar. Ama hepsinin en iblisi, edebiyatın Lucifer’i olan Balzac’tır. Bugün gerçekleştirdiğimiz bütün bir cehennem dünyasını o hayal etmiştir. İnsanlar, onun çizdiği planlara göre kıskançtırlar, açgözlüdürler, hoyrattırlar, küfürbazdırlar. Altın arama, şan ve şerefe doğru atılma uğruna hem öldürücü, hem gülünç bir öfke ile birbirimize saldırırız. Balzac kötülüğün şahıdır, şimdi o, saltanat sürmektedir. Dünyanın ilk devirlerinden zamanımıza kadar insanlığa kötülük eden bütün heykeltıraşlar, bütün ressamlar, bütün şairler ve romancılar adına Balzac’a lanetler olsun!

Soluk almak için durdu.

— Ne yazık ki mösyö, dedim, söylediklerinizde gerçeğin payı yok değil. Ama insanlar, kaba ve sefih olmak için hiç de sanat adamlarını beklemiş değillerdir. Homeros’u hiç okumamış olan Attila ile Cengiz Han, İskender’den daha yıkıcı birer savaşçı oldular. Firikaya’lılarla Boschimanlar, ahlakça bozuldular, oysan ne okumasını, ne dere resim yapmasını biliyorlardı. Köylüler hiç de roman hatıraları olmadan, ihtiyar ana babalarını öldürdüler. Hayat yarışması, Balzac’tan önce öldürücü idi. Garminal yazılmadan önce grevler yapıldı. Güzel sanatlar size fazla kin ilham etmiş. Mösyö, siz sakın, taraf tutan bir ahlakçı olmayasınız?

Geniş şapkasını çıkardı, sonra bana:

— Ben ahlakçı değilim mösyö, dedi, heykeltıraşım, şairim, romancıyım.

Gittikten sonra kitapçı*

— Çok bilgili bir adamdır, mösyö, ama mutlu değil. Üstelik Balzac aküm başından almış, dedi.

O günden beri kocaman şapkalı adamı görmedim. Ama bu konuşmanın hatırası Calmann Levy’nin bana gönderdiği İnsanlık Komedisinin Repertuarına göz atarken kafamda canlandı. Bu repertuar, Anatole Cerfberr ile Jules Christophe gibi iki ateşli Balzac’çı tarafından titizlikle hazırlanmıştır.

Kitapta Balzac’ın kocaman eserinde tasavvur ettiği, yarattığı, çizdiği iki bin kişinin toplu biyografisi vardır.

Bu bir çeşit Vepereau’nun(‘) sayfalarını karıştırırken Balzac’ın kudretine hayran oldum. Az kalsın ben de şapkalı adam gibi imansız diye haykıracaktım. Pek şaşırdım, ama takdir etmekten de kendimi alamadım. Bu bir alem! Bir adamın bunca insanın oğullarını birbirine karıştırmadan izleyebilmesini bir türlü aklım almıyor. Kendimi olduğumdan fazla Balzac’çı göstermek istemem. Küçük kitaplara karşı gizli bir sevgim vardır. Onları tekrar tekrar ele alırım. Ama Balzac beni biraz korkutursa da, hatta fikirlerini karışık, üslûbunu kaba bulsam da kudretini kabul etmek gerekir. O bir Tanrıdır. Zaman zaman kabalaşıyor, diye kendisine kusur bulursanız hayranları size şöyle cevap vereceklerdir: bir dünya yaratmak için pek güç beğenir olmaya lüzum yoktur, güç beğenirler hiçbir zaman başarı göstermezler. [2]

Bu büyük adamın özelliklerinden bin ayrıca dikkatimi çekmektedir. İyi durumda olduğu, hayalciliğe, uydurmacılığa düşmediği zaman devrindeki toplumun anlayışlı bir tarihçisidir. Onun bütün sırlarını açığa vurur. Bize eski rejimden yenisine geçişi herkesten iyi anlatır. Yeni toplum ağacımızın iki büyük dahnı, yani milli zenginliğimizi elinde tutanlarla imparatorluk askerlerini gösteren odur. Balzac kuvvetli gözlemlerini değerlendirmek için hiçbir zaman dar ve sevimli bir çerçeveyi bulamadı; muhakkak olarak da aramadı. Oysa Jules Sandeau, Balzac’ın çok iyi anlamış olduğu devirden sahneler ve portreler verdiği zaman Mademoiselle de la Seigtüre’i böyle bir çerçevede yaşatmıştır. Sendeau’nun Balzac’da hiçbir zaman bulunmayan bir zevki, bir ölçüsü vardı. Çerçeveci olarak Sendeau, çok daha değerlidir. Ressam olarak iş tamamıyla tersinedir. Kabartma, ve derinlik bakımından Balzac kimse ile ölçüştürülemez. Hayat içgüdüsünü, gizli tutkular duygusunu ailenin menfaatlerini kavrayış onda herkesten fazla göze çarpar.

Balzac’ın romanları, dinlenebilir ki, içlerinde tarihsel kişiler ve hadiseler bulunmadığından tarihe daha fazla hizmet ederler: bunlar yani insanlarla hadiseler, tarihten romana geçerken ister istemez değişirler, bozulurlar. İlhamı kuvvetli romana, kahramanlarını tarihin küçümsediği tanınmış insanlardan seçer. Bunlar kimse değildir, fakat herkestir ve şair bunlardan ölümsüz tipler meydana getirir. Böylece bir şiir, bir roman bize çoğu zaman tarihte genel kişiler örtüsü altında gizli olan halkı, milleti, ırkı gösterebilir. Balzac, sanatının kanunlarından pek kesin bir duyguya uyarak tarihteki insanları, kendi yarattıklarının çemberi içine sürüklemekten, onlara hayali hareketler yaptırmaktan çekinmiştir. Böylece yüzyıla baskı yapan insan, yani Napoleon, bütün İnsanlık Komedisi’nde ancak şöyle uzaktan büsbütün ikinci derecede hadiseler içinde altı defa görünür. (MM. Cerfberr ile Christophe’un kitabına, sayfa 47 ye bakınız.) Balzac iki bin hayali kişisinin arasına pek az sayıda gerçek kişiyi karıştırır. M. Cerfberr ile M. Christophe her iki çeşidi de ayırt etmeden gösteriyorlar. Bence gerçek isimleri bir yıldızla veya başka bir işaretle ayırsalardı daha iyi ederlerdi. Böyle bir ayırmanın, isimlerini gözümün önündeki şu kitaptan çıkardığımız Napoleon, XVIII. Louis, Madame de Stael, hatta Madame Falcon, Hyde de Neuville ve Madame de Mirbel için pek de lüzumlu olmadığına ben de inanıyorum. Bu isimler gülünç bir yazar olduğu kadar, bir aşağılık yargıç olarak da tanınan Marchangy’yi de ilave edecektim, ama Cösar Birotteau’nun tekrar itibarını kazanmasını gösteren güzel sahneler de geçerse de repertuar’da unutulduğunu gördüm.(‘) [3]

[1] Repertoire de la Comldie humaine de H. de Balzac, Yazanlar: Anatole Cerfberr ile Jules Christophe, Paul Bourget’nin bir önsözü ile, baskı Calmann Luvy. Historie des oeuvres de M. H. Balzac. Yazan: Le Viconte de Spoelberch de Lovenjoul (Charles de Lovenjoul); 2. baskı, Calmann Luvy.

[2] Vapereau: 1819 1906 yılları arasında yaşamış olan bir Fransız edebiyatçısıdır. 1852 de Üniversiteyi bırakmış. 1858 de Dictionnaire Üniversel des Contemporaines’i ve 1859 da da yıllık bir dergi halinde Annee Litteraire et Dramatiçue’i yayımlamıştır.

[3] Aşağıdaki mektubu almıştım

Buna karşılık Barchou de Penhoen’in gerçekten yaşadığını, kocaman eserler yazdığını belki de kendisinden başka kimse bilmez. Bu kılı kırk yaran eleştirmenin inceliğine bakarak benim de bir Balzac’çı olup olmadığımı artık siz yargılayınız. Ne diyeyim; bir an için M. Cerfberr ile M. Christopte’un Balzac’çılığına bir şeyler katmak hoşuna gidiyor. Repertuarlarına hemen biraz da istatistik, ilave etmelerini cam gönülden dilerim. İstatistik, Balzac’ın yarattığı topluma uygulanınca dikkati çekmekte geri kalmayacak olan yararlı bir ilimdir. Bu toplumdaki insanların sayısının iki bine vardığım söylemiştim. Bu rakam oranlamaya dayanır. Belki de gerçek rakamlar daha uygun olur. Kadınların, çocukların, erginlerin, erkeklerin, evlilerin sayısını bilmenin meraklı bir şey olacağını sanıyorum. Milliyetlerini de tanıtmak hoşa giderdi. Ölüm oranı çizelgeleri de uygun düşerdi. Honore de Balzac eserlerinin iyi anlaşılması için bir Fransa haritası, bir Paris planı eklenmesi de önemsiz sayılamazdı. İnsanlık Komedisinin coğrafyası istatistik kadar ilgi çekerdi.

M. Cerfberr ile M. Christophe bize bunları vermiyorlar, vermiyorlar ama çok daha yararlı bir şeyi, M. Paul Bourget’nin, birçok defa yaptığını bir defa daha yaparak fikir işlerinin zarif ve usta tarihçiliğiyle kendini gösterdiği, güzel bir önsözünü bize veriyorlar.

Azız meslektaşımız efendim.

İnsanlık Komedisi Repertuvan’mıza ayırdığınız, bu bakımdan bizi son derece müteşekkir bıraktığınız o mükemmel makalenizde belirttiğiniz gibi Balzac öyle bit âlem ki! En titiz bir okuyucu bile ayrıntıların enginliği içinde şaşırıyor, sersemliyor, aldanıyor. Bir delil ister misiniz?

İşte Biroteau’da Marchangy’nın bulunmamasından ötürü bize kusur bulmada hem haklısınız, hem haksızsınız. Şüphesiz bu isim 1853 tarihli Houssiauz baskısında vardır. Oysa bütün sonraki baskılar onun yerine Granville’i geçirmişler. Biz de esas olarak son metinleri aldık. Bu yüzden aslında geçtiği halde sonradan Gazalis ile değiştirilen Victor Hugo’yu da ihmal etmek zorunda kaldık (Tılsımlı Deri, baskı Charpentier’ye bak.)

Aziz meslektaşımız, en derin saygılarımızı lütfen kabul buyurunuz.

Anatole Cerfberr. — Jules Christophe.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz