Suriye İsmailileri için Haşişiyya sözcüğünü kulaktan öğrendikten sonra, Haçlılar daha fazla yalanlar ileri sürdüler. Dava’larını ölüm-kalım mücadelesi olarak her an omuzlarında taşıyan İsmaili fedailerinin korkusuz davranışları, dünyalık ödüllerden başka birşey için yaşamlarını tehlikeye nadiren atan Haçlıları fazlasıyla etkilemişti. Haçlılar İsmaili fedailerinin cesaret ve yiğitlikleriyle yarışmakta başarısız oldular. Bunun üzerine onların savaşa girmeden önce haşiş kullandıkları propagandasını yaydılar. Ancak onlar, haşişin neden olduğu sarhoşluğun, tehlikeli ve yiğitlik isteyen misyonlarını yerine getirmek ve sorumluluk yüklenmek için cesareti ateşleme eğiliminden doğan bir şiddetten ziyade, sadece bir çeşit tam vecd (çoşku) hali içerdiğini öğrenmeyi unuttular.
Paul Jhonson “Civilisation of Holy Land” adlı kitabında, “Haşişle yapacağı hiçbir şey bulunmayan bu mezhep hakkında çok saçma şeyler yazılmıştır”diyor. Yeterince merak edildiğinde, bu deyimin Suriye İsmailileri için çok özel olduğu görülür. Oysa haşiş kullanan Sufi çevreleri benzer adlandırmayla tanınmamıştı. Nizari ve Mustali’lerin ayrı ayrı partileşmesinden sonra, Mustali’lerin Suriye’deki etkisi, Nizari’lerden daha az oldu. Bu nedenle Mustali kesimi de bu çirkin adlandırmayı rakip Nizari grubun üzerine yöneltti.
[youlist vid=”c9QP5XTR7sM”]
Tuncel Kurtiz’den Bir Hasan Sabbah Hikayesi
Halkın, doğal biçimde güçlüklere çözüm bulamadığı zaman, doğaüstü bir açıklama uydurması şaşırtıcı değildir. Bir şeyden hoşlandıkları ya da hoşlanmadıkları zaman en uç noktalara giderler; yeni buluşlar yapar, olağanüstü masallar düzenler ve çeşitli yanlış adlandırmalarla hafif renklendirilmiş safça öyküler ortaya çıkarırlar. Mustali İsmailileri, Suriye Nizari İsmailileri tarafından Camaat al-Amiriyya olarak adlandırıldı. Mustali’ler de, rakip grubun Camaat al-Nizariya olarak tanınmasından hoşlanmadıkları için onları Camaat al-Hashishiyya (Haşiş kullanan cemaat) diye damgaladılar. Bir süre sonra 1130’da Mustali grup hemen tamamıyla Suriye’de gözden kayboldu, fakat onlar arkalarında Hashishiyya adını kaynaklara geçirdiler ve böylece 1123’ten beri, Suriye Nizari İsmailileri bu ad için genel bir kullanım oldu.
Batılı kronikçiler, gezginler ve Latin Doğu’ya gönderilen elçileri (envoys to the Latin East) Suriye İsmailileri için söylenen Hashishiyya terimini ödünç aldılar ve onu Hashishin, Heyssessini ya da Haisasins gibi telaffuz ettiler. Silvestre de Sacy, 19 Mayıs 1809’da Fransız Enstitüsü’nde, göreceli bir araştırma içinde bir sınırtaşı olan “Memoirs on the Dynasty of the Assassins and the origin of their
name” başlıklı bir konferans verdi. Basılmış ve ilk bilginler tarafından onaylanmış birkaç doğulu kaynaklara ek olarak, Silvestre de Sacy Arap elyazmalarının zengin Paris kolleksiyonu üzerine ilgi çekmeyi başardı ve “herhangi bir kuşku olmamalı, dedi. Benim düşünceme göre, Hashishi’den (çoğl. Hashishin), bozulmuş heissessini, assassini ve assissini sözcüklerinin aslıdır. Arapçadaki Şin (ş) harfinin yerine, Latin dili kullanan bütün yazarlarımız tarafından S kullanılması bizi şaşırtmamalı; Yunan tarihçileri de Sigma ile değiştirdiler. Başka seçimleri yoktu. Bundan başka, Şin harfinin Fransızcadaki Ch’den daha az kuvvetli telaffuz edildiği gözlenmiş olmalı. Gerçekte, sorulan İsmaililere ya da Batınilere Hashishin denilmesinin nedenidir.”
Suriye İsmailileri için Haşişiyya sözcüğünü kulaktan öğrendikten sonra, Haçlılar daha fazla yalanlar ileri sürdüler. Dava’larını ölüm-kalım mücadelesi olarak her an omuzlarında taşıyan İsmaili fedailerinin korkusuz davranışları, dünyalık ödüllerden başka birşey için yaşamlarını tehlikeye nadiren atan Haçlıları fazlasıyla etkilemişti. Haçlılar İsmaili fedailerinin cesaret ve yiğitlikleriyle yarışmakta başarısız oldular. Bunun üzerine onların savaşa girmeden önce haşiş kullandıkları propagandasını yaydılar. Ancak onlar, haşişin neden olduğu sarhoşluğun, tehlikeli ve yiğitlik isteyen misyonlarını yerine getirmek ve sorumluluk yüklenmek için cesareti ateşleme eğiliminden doğan bir şiddetten ziyade, sadece bir çeşit tam vecd (çoşku) hali içerdiğini öğrenmeyi unuttular.
Franz Rosenthal yine “The Herb: Hashish Versus MediealMuslim Society” ( s. 42-43) yapıtında “Haşişin, tehlikeli bir suikast misyonuna gönderilecek herhangi bir kimseyi göreve hazırlayan alalede bir uyarıcılık özelliklere sahip olmadığı ıspatlanmıştır” diye yazmaktadır. “Encyclopaedia Britannica” editörleri, “The Arabs” kitabında “ölüm emrini uygulamadan ve şehitlikle yüzyüze gelmeden önce teröristlerin haşiş kullanma öyküleri kuşkuludur” biçiminde görüşlerini bildirmişlerdir.
Bosworth da “The Islamic Dynasties” yazısında şöyle açıklıyor: ” Assassin’leri (suikastçıları) cesaret isteyen işleri yapmaya teşvik için hayaller gösterici uyuşturucu kullanıldığını anlatan Marco Polo ve diğerlerinin hikayesi gerçek İsmaili kaynakların hiçbirinde teyit edilmez.”
Batılı yazarlara benzemeyen müslüman yazarlar, baskıcı ve saldırgan ortamda inançlarını savunurken İsmaili fedailerin gösterdikleri gerçek özverili ruh hakkında hayallerini çalıştırmadılar.Kısacası onların mücadelelerini tanıma yerine, Haşişiyya gibi o zamanki rahatsız edici yaygın deyimle damgaladılar. Buradan, 12.yüzyılın ikinci yarısında Haçlılar tarafından rastgele devşirilmiş çirkin Haşişiyya adı, asıl olarak sözlü kanallar aracılığıyla, Hashishin, Heyssessini yada haisasins biçiminde telaffuz edilerek geldi. Daha ilerilere bozularak gittiv e Axasin, Accini, Assassini, Assacis, Ashishin, Assassini olarak gelişti ve modern İngilizce “assassin” sözcüğünün doğuşuyla sonuçlandı. Daha sonra Batı’nın halk bilgisi ve edebiyatında abartının canlandırılması olan düzmece ve aşırı uydurma masallarla renklendirildi.
Bununla birlikte, Champagne Kontu Henry’nin 1194 yılında Suriye İsmaililerini topraklarını ziyaret etmiş olduğunu belirtmek yerinde olur. Kont orada, iki İsmaili fedaisinin, bir mutlak itaat örneği göstermek amacıyla İsmaili önderinin işareti üzerine, kendilerin yüksekçe bir kuleden aşağı attıklarına tanık olduğunu iddia etmişti. Bu olay batılı kaynaklarda, 13.yüzyılın sonuna kadar, fedailerin fedakarlık ruhu algılanmaksızın körü körüne ünlü oldu.
Bu şekilde, İsmaililer Batı’da, karışık birkaç masalın konusu olmuştu ve farklı söylemler içinde portreleri çizildi ve sonuçta onları Assassins olarak tanımladılar. Farhad Daftary “The Assassin Legends” kitabında bu konuda şu yargıya varıyor:
“Özet olarak, ortaçağ Arupalıları Müslümanlar hakkında çok az şey öğrenmişti. İsmaililer hakkındaki çok yetersiz bilgiler de, birkaç olağanüstü gözlemlerde ve Haçlı tarihleriyle, diğer batılı kaynaklarla yayılmış yanlış algılamalarda ifadesini buldu.”
Hasan Sabbah’ın Alamut Yıllarından Son Birkaç Tarihsel Ayrıntı
Daha önce devrimci eylemler için hizmet vermiş Dar al-Hicra’lardan oluşan İsmaili Devleti, Selçuklu İmparatorluğu sınırları içindeki küçük devletler arasında özel yerini almıştı. Hasan Sabbah’ın yaşamının 1118’den sonraki yılları, asıl olarak, yaratmaya çalıştığı Nizari devletini sağlamlaştırmaya adanmış barışçıl yıllardır.
Daylam Dai’liğini sürdürürken Nizari toplumunun merkezi önderi olan Hasan Sabbah, Şirgir’in Rudbar’da ele geçirdiği kalelerin bir kısmını geri almış; İsmaili dava’nın yayılması Irak, Azerbaycan, Mazendaran, Gilan ve Horasan gibi pek çok bölgelerde yoğunluk kazanmış bulunuyordu.
Kaynaklar bu dönemin başarılarını, Sancar’ın Nizarilere göstermek durumunda kaldığı son on yıllık karşılıklı hoşgörürlülük ve barışçıl ilişkilere dayandırmaktadır. Kuşkusuz bunda, yukarıda anlatıldığı gibi Sultan Sancar’ın yatağının başucunda bulduğu, hançere saplanmış Hasan Sabbah’ın ölüm mesajının büyük etkisi olmuştu. Cuveyni, Alamut kitaplığında Sancar’ın menşuf ları ve buyrukları bulunduğunu yazmakta. Bunlarla Sultan Sancar’ın Nizarilerle uzlaştığı ve dostluk ilişkileri kurma yolları araştırdığı vurgulanmaktadır. Ayrıca Raşiduddin, Kaşani, Hafız Abru vb.tarafından Farsça yazılmış diğer birçok kronikler, Sancar’ın kendilerine ait olan Kumis bölgesinin yıllık vergilerinden 3000-4000 Dinarlık payı Nizarilere verdiğini ve Girdkuh yakınından geçen yolcular-kervanlar üzerinden alınan yol pacını (geçiş parası) onlara bıraktığını söylemektedir.
Hasan Sabbah’ın, yaşamının son yıllarında -daha önce bu yönde ciddi girişimlerde bulunmadığı halde- Mısır’daki Nizari davasını yeniden canlandırdığı görülür. Bu girişimler sırasında 1221’de Nizar’ın İmamlık haklarını gaspeden Al-Afdal öldürülmüştür. İranlı yazarlar tarafından kullanılmış İsmaili kaynaklarına göre, bu suikast Halep’ten gönderilmiş üç fedayi tarafında gerçekleştirildi. Mısır’daki Nizari eylemlerinin uzun dönem sürmediğini görüyoruz. Ancak yine de bu süre içinde Nizariler ve Mustaliler kendi içlerinde Hafiziler ve Tayyibilere bölünmüşlerdi.
Hasan Sabbah 1124 yılı Mayıs ayında hastalandı. Sonunun yakın olduğunu anlayınca, Nizari toplumunun gelecekteki önderlik sorunu için çok önemli düzenlemeler yaptı. Önce Lamasar kalesinde bulunan Kiya Buzurg-Ummid’i çağırdı. Onu kendisine ardıl olarak Daylam dai’si e Nizari toplumuna başkan atadı. Arkasından Buzurg’a yardımcı olacak üç önemli kişiyi danışman yaptı. Danışmanlardan birincisi, Alamut’ta Hasan Sabbah’ı güç bir durumdan kurtarmış emekli bir asker olan Dihdar Abu Ali Ardistani’ydi. İkincisi Hasan Adam Kasrani, üçüncüsü ise 1125 yılında ölen Nizari kuvvetleri kumandanı Kiya Bajafar’dı. Dai Abu Ali’yi de İsmaili davasının yayılmasına ilişkin etkinlikleri yönlendirmek için seçmiş olan hasta Hasan Sabbah 1124 yılı Haziran ortasında epeyce ilerlemiş bir yaşta yaşama gözlerini kapadı.
Çok sıkı disiplinli, titiz ve sert bir yaşam biçimine sahip ve çalışkan; hem hasımlarına hem de yakınlarına eşit derecede ciddi davranmış olan Hasan Sabbah’ın yaşamı, kaleyi alışından itibaren Alamut’ta geçmiştir. Anlatılınların aksine Alamut’ta açıkta şarap içilmez ve müzik aletleri çalınmazdı. Hasan Sabbah iki oğlu ve bir kızı olan bir aile babasıydı. Hanımını ve kızını Girdkuh’a göndermiş; orada ikisi de yün eğirerek-iplik bükerek geçimlerini sağlıyorlardı. Alamut’a bir daha dönmediler. Oğulları Ustad Hüseyin ve Muhammed, ikisi de ölüm cezasına çarptırıldı; Muhammed içki içmekten, Ustad Hüseyin ise Kuhistan dai’sinin öldürülmesinden suçlu bulunmuştu. Ancak sonuncusunun, bir yıl sonra sonra katilin bulunmasıyla suçsuzluğu ortaya çıktı. Siyasi bir komploya kurban gitmiş bulunuyordu.
Hasan Sabbah, gerçekten iyi bir örgütçü, politik stratejist ve eşsiz yetenekte çok önemli bir insandı. Aynı zamanda hem bir düşünür hem de inançlı bir yaşama öncülük eden bir yazardı. Hasan’ın, felsefe ve astronomi öğrenimi gördüğü, inanç görevlerini yapmadığında, zamanını okumaya-yazmaya ayırdığı ve Nizari toplumunun işlerini yönettiği anlatılır. Daima Daylam dai ‘si olarak kalan Hasan Sabbah, ölümünden sonra gizli Nizari İmamının hüccet’i olarak saygı gördü. Hasan Sabbah Suriye’deki bağlantısı (vassal) ile birlikte İran’da Nizari devletini kurmuş. Güç zamanlarda Nizari toplumuna önderlik etmiş; bu toplumun ve Nizari davasının tartışılmaz önderi olmuştu. Ona Baba Sayyid-na (Baba Efendimiz) diye çağıran Nizariler tarafından çok büyük saygı görmekteydi.
Rudbar’daki türbesi, Nizari İsmaililer için, Mogollar tarafından yıkılıncaya dek düzenli bir hac yeri olmuştu.
Diğer yandan, Henry Corbin’nin dediği gibi: “İlk dönem İsmaililik ruhunda Hasan Sabbah’ın çok kuetli kişiliği ardı; onu bizzat İsmaili tekstlerinden okuyarak tanımak gerekir. Çünkü başka yerlerde bu kişilik kasıtlı biçimde bozularak gelmiş bulunmaktadır. Onun oynadığı rol, İran’daki İsmaili ‘kalelerinin’ örgütlenmesinde herşeyin üstünde oldu. İmam Nizar’ın torununu, kendisine bağlı yandaşlarının (Hazar denizinin güneybatısındaki dağlarda bulunan) Alamut kalesine güence içinde götürmeyi başarıp başaramadığını burada sorun yapmayalım. Zira, her durumda, bir yerleşim olayı ardır; o da istisnai bir ruhsal taşınma ve yerleşmedir.”
İsmail Kaygusuz
Hasan Sabbah ve Alamut