ÜNLÜ SEYYAH MARCO POLO, HASAN SABBAH VE HAŞHAŞİLERİ NASIL ANLATIYOR?

1273 yılında İran’dan geçmiş olan meşhur seyyah Marco Polo’nun seyahatnamesinde  tarikatın merkezi olmuş Alamut vadisini ve vadinin ismini taşıyan kalenin tasviri:

Şeyh’in kendi dillerindeki ismi Alaaddin’dir. İki dağ arasındaki bir vadinin girişlerini kapattırmış ve burayı envaitürlü meyvelerin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçeye çevirtmiştir. İçerisine her biri göz kamaştırıcı zarafette resimlerle bezeli, akla hayale gelmeyecek görkemli köşkler ve saraylar inşa ettirmiştir. Kanallardan alabildiğine şarap, süt, bal ve su akmaktadır. Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dans figürleri izleyeni büyüler. Şeyh’in gayesi, tebaasını buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır. Bunun için, Hz Muhammed’in sözünü ettiği, ırmaklarından şarap, süt, bal ve suyun eksik olmadığı, sakinlerini zevklerin doruklarına eriştiren hurilerle dolu cennet tasvirini örnek almaktadır. Sahiden de bu civarda yaşayan Arapların gözünde vadi, cennetin ta kendisiydi.

Efsaneler ve gerçekler Hasan Sabbah ve Nizariler – Baha Okar

Haşişiler olarak ayırdıklarının haricinde kimse bahçeye alınmıyordu. Bahçenin girişinde, dünyaya kafa tutabilecek denli güçlü bir kale vardı, başka da bir girişi yoktu. Bizzat kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ila yirmi yaş arası gençlere, tıpkı Hz Muhammed gibi, cennet hikayeleri anlatıyordu; gençler de, Sarrasinler Hz Muhammed’e nasıl inanıyorlarsa aynı inançla ona bağlıydılar. Önce kendilerine uyuşturucu bir iksir içirip, ardından dörderli, altışarlı ya da onarlı gruplar halinde bahçesine sokuyordu. Böylece, gözlerini açtıkları vakit gençler kendilerini dillere destan bahçelere buluyorlardı.

Uyanıp da kendilerini hayal dahi edemeyecekleri güzellikte bir mekanda buluverince, buranın cennetin ta kendisi olduğuna kanaat getiriyorlardı. Etraflarında gönüllerince oynaşan kadınlar ve genç kızlar, kendileri de gençliklerinin baharında olunca, burayı terk etmek akıllarının ucundan dahi geçmiyordu.

Batı’nın zihnindeki Doğu ve Hasan Sabbah, Modern İsmaili araştırmaları – Baha Okar

Bizim ihtiyar dediğimiz Efendi sarayını alabildiğine görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı alabildiğine görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı kendisini yüce bir peygamber olduğuna inandırmıştı. Haşişilerinden birini bir göreve yollamak istediği vakit, aynı iksirle bu sefer sarayına taşıtıyordu. Genç adam gözünü açtığı vakit, kendisini cennetten sonra hiç de hoş gelmeyecek kalenin içerisinde buluveriyordu. Ardından Şeyh’in huzuruna çıkarılıyordu ve genç adam bir peygamberin huzurunda olduğuna canı gönülden inanarak önünde hürmetle secde ediyordu. Şeyh nereden geldiğini soruyordu, o da cennetten geldiğini ve burasının Hz Muhammed’in Kuran’da sözünü ettiğinin tıpatıp aynısı olduğunu söylüyordu. Bu da hiç şüphesiz, yanında hazır bekleyen ve bahçeye henüz davet edilmemiş olanların bir an için dahi olsa bahçeye girebilme arzularını kamçılıyordu.

Şeyh, bir hükümdarın katlini isteyeceği vakit gence şöyle diyordu: ”Git ve şunu, şunu öldür; geri döndüğünde meleklerim seni cennete taşıyacaklar. Ölsen dahi, seni cennete almaları için meleklerimi yollayacağım.” Bu sözlerle, geri dönmek için can attığı cennetin anahtarına ilelebet sahip olduğuna inanan genç, sabırsızlıkla düşmanını katletmeye koşuyordu. Bu sayede, Şehy’in, ölümüne karar verdiği kim varsa müritleri sırada bekliyordu. Elindeki böylesi muazzam gücün yarattığı korku hissi, kendilerini hançerin ucunda hisseden hükümdarları kendisiyle iyi geçinmeye mecbur kılıyor, tehdit yaratacak fiillerden alıkoyuyordu.

Şunu da eklemeden geçemeyeceğim; Şeyh’in emrinde, kendisiyle tıpatıp aynı tarzda hareket eden başka kimseler de bulunuyordu. Bunlardan birini Şam’a, bir diğerini de Kürdistan’a yollamıştı.

Haşhaşiler – Bernard Lewis

Hasan Sabbah Üzerine | Eşitlikçi İsmaili Cumhuriyeti: Karmatiler – Baha Okar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz