Dünyanın İlk Suikastçileri: Hasan Sabbah, Haşhaşiler ve Alamut Kalesi

İsmaililerin Seyyidina Hasan bin Sabbah diye çağırdıkları Hasan Sabbah Kum kentinde doğdu. Ataları kendisinden altı kuşak önce Yemen’den gelip Küfe yakınlarında Himyari’de yerleşmiş. İran’a geçerek bir süre Kum’da kalan Sabbah ailesi, daha sonra Rey’de yaşamaya başlamışlar. Kısacası Hasan Sabbah İran’da doğup yetişmiş ,Yemen kökenli Küfeli bir Araptır. Hasan Sabbah 17 yaşına kadar Oniki İmamcı Şii eğitimi almış. Ancak on yedisinde dai Amir Darrin’den el alıp, İsmaili davasına katılmıştı. İsmaili davası üzerinde, propagandistler tarafından birçok kitaplar okutulup, eğitim derecelerinden geçirildikten sonra İmam Cafer oğlu İsmail’in İmamlığının ve onun ardıllarının yasallığına inandırılmış. Böylelikle Fatimi İsmaili davasınına kazanılmıştı. Mustansır üzerine ahd (ikrar, yemin) töreninden’ geçerek, onun zamanın imamı olduğunu kabul edip İsmailizmi kucaklamıştı.
1072’de İran’da göreli Rey’de oturan baş dai Abdul Malik el-Attaş’ın huzuruna çıkarılmış. Davaya yeni girmiş biri olarak kendisine görev verildi. Onu Mısır’a gönderen de baş dai el-Attaş olmuştur. Böylelikle 30 yıl önce Nasır Husrev’in yaptığı gibi Fatimi davasının merkezi karargahını ziyaret etmiş oluyordu.

1074-1075’de Rey’den Isfahan’a gitti. Burası İran İsmaililerinin dava merkeziydi. Sonuçta Hasan Sabbah, 1076-1077 yılında Muayyad hâlâ Kahire baş daisi iken, Isfahan’dan Mısır’a gitmek üzere yola çıkıyor. Abdul Malik el-Attaş’ın izniyle önce Azerbaycan’a uğruyor. Oradan güneye dönerek Mayyafarikin’e (Diyarbakır’ın Silvan ilçesi) geliyor. Burada Sünni ulemanın otoritesini reddederek İslam dinini yorumlarken, İmamın istisnasız haklılığını ispatlayan tartışmalara girişti. Bunun üzerine Hasan kentin Sünni kadısı tarafından kovulunca, Musul’a indi. Sonra Suriye’de Şam’a doğru ilerledi. Ancak Mısır’a giden kervan yolunu, Fatimilere karşı v açmış olan Suriye Selçuklu emiri Atsız’ın askeri operasyonları yüzünden kapatılmış buldu. Bunun üzerine deniz kıyısına indi. Beyrut, Sidon, Tyre, Acre (Akka) ve Caesara’ya uğrayan bir yelkenliyle 1078 Ağustos’unda Kahire’ye ulaştı. Orada Fatimi yüksek rütbeli görevliler tarafından karşılandı. Önce Kahire’de, daha sonra İskenderiye’de kaldığı üç yıl Mısır’da Hasan’ın eylem ve deneyimleri hakkında fazla birşey bilinmiyor. Ancak Fatımi İmamı El-Mustansir’i göremedi.
Raşidüddin ve Cueyni tarafından kullanılmış Nizari kaynaklarına göre, Hasan Mısır’da Nizar’ı desteklediğinden dolayı, güçlü iktidara sahip olan Ermeni kökenli vezir Bedr el Cemali’nin kıskançlığına uğradı. İbn el-Esir ise, el-Mustansir’in şahsan Hasan’a, halefinin Nizar olacağı sırrını açıkladığını yazmaktadır. Hasan’ın Mısır’dan Kuzey Afrika’ya sürgün edildiği anlaşılıyor. Ancak yolculuk ettiği yelkenli batmışsa da, o da kurtularak Suriye’ya geçmiş. Böylece dönüş yolculuğu çok kötü koşullarda başlamış oluyordu. Sonunda Hasan Halep, Bağdad ve Kuzistan üzerinden 1081 Haziranında Isfahan’a ulaştı.
Yaşam öyküsünden kalma bazı metin parçalarına göre, 9 yıl boyunca Hasan Sabbah İran’da İsmaili davası hizmetinde çok geniş alan içerisinde geziler yaptı. Başlangıçta Kirman ve Yezd’de İsmaililiğin propagandasına girişti. Üç yıl yaşadığı Damghan’a gitmeden önce üç ay Kuzistan’da kaldı. Hasan, Selçuklu iktidar merkezlerinin bulunduğu ülkenin (İran) batı ve orta bölgelerinde, önündeki tüm güçlükleri yenerek başarılar kazanacaktır. İran’da hala Dailer dai’si Abdul Malik al-Attaş’ın yönetiminde İsmaili davası sürdürülüyordu. Daylam dailiğine atanan Hasan Sabbah, 1087-1088’de bölgedeki o aşılmaz Alamut kalesini seçti kendi devrimi için. Damgan’daki başlangıç üssünden, sonra Mazendaran’daki Şehriyarkuk’tan geçti, İsmail Kazvini dahil, Muhammed Cemal Razi ve Kiya Abul Kasım Larijani gibi birçok daiyi Alamut çevresinde yaşayan yerli halkı İsmaililiğe döndürmek için çeşitli bölgelere gönderdi. 1

Alamut Kalesinin Yeni Sahibi Hasan Sabbah

Daylamlı Justanid hanedanı tarafından 805 yılında kuruldu Alamut kalesi, bu hanedan için Wahsudan bin Marzuban tarafından 860 yılı içinde yaptırılmış olduğu söylenir. Bu çerçee içinde günümüze ulaşan geleneksel söylenceye göre, bir keresinde kral av yaparken kayadan kayaya konan kartalı izlemekteymiş. Kral yörenin stratejik değerini görmüş, delinebilen en yüksek kayanın tepesi üzerinde bir kale yapmış ve Daylami lehçesindeki aluh (kartal) ve amut (yuva) sözcüklerinden çekilen “aluh amut”, “kartal yuvası” adını koyup, kartalına bu yerde yuva inşa etmişti.
“Sergüzeşt-i Sayyidna”ya göre de , “Alamut” deyimi aluh amut (kartal yuası) sözcüklerinden oluşur, fakat herhangi bir kartalın yuvasıdır. İbni Esir (Ö.1234) “Kamil fi’t Tarikh” 2 yapıtında, bir kartalın krala bu bölgeyi tanıttığı e onu oraya götürmüş olduğuna dair bir başka söylenceden şöyle rivayet eder: Oraya “talim el akab adı erildi, bunun karşılığı Daylami lehçesinde aluh amut ‘tur. Aluh sözcüğü “kartal” demektir. Amutis ise “öğretim,eğitim” anlamindaki amakhut’tan çekilir. Kazin halkı burayı akab amukhat (Kartalın öğrettiği, eğitimi) adıyla çağırırdı. Böylece aluh amut yada akab amukhat terimi daha sonraları Alamut’a dönüştü. İranli tarihçiler ilginç bir rastlatıya dikkat çekmislerdir; Aluh Amut adı içindeki her harfe erilen Arap harflerinin sayısal değerleri toplandığında, yani ebced hesabına göre, Hasan bin Sabbah’ın Alamut’u ele geçirdiği tarih olan Hicri 483 (M.1090) rakamı çıkmaktadır.
Daha sonraları Sallarid ya da Kangarid olarak bilinen e Muhammed bin Musafir (916-941) tarafindan kurulan Musafir hanedanı (916-1090), Samiran kalesinden itibaren, Azerbaycan e Daylam’daki Tarum bölgesine egemen olmuştu. Bu arada Siyahçeşm olarak bilinen Mehdi bin Husrev Firuz Alamut’u isgal girişiminde bulundu. Ancak İbn Musafir tarafindan yenildi e bundan sonra İbn Musafir’in ölümünün (931) arkasından Alamut’un kaderi hakkında tarihsel bir belirleme yoktur. Bu alandaki kaynakların çoğunun, Mehdi bin Husrev Firuz’un İsmaililiği kabul etmiş olduğunu yazdıklarını belirtmek gerekiyor. 3
Hasan Sabbah Mısır’dan İran’a geldiği zaman, Alamut kalesinin sahibi Hasan Hüseyin Mehdi adında bir Alei, yani Ali soylu idi. Burayı ona Selçuk Sultanı Melikşah, bir ikda arazisi olarak ermisti. Hasan Hüseyin Mehdi, Hazar denizi çeresinde ayrı bir Zeydi topluluğu kurmuş olan El Nasir li’l Hak (Hakkın hayırlısı) olarak da tanınan Hasan bin Ali el Utruş’un (Ö. 916) torunlarindan biriydi. Rivayet edilir ki, Hasan Sabbah’ın buyruğunda çalışan Dai Hüseyin Kaini, Hasan Hüseyin Mehdi ile dostluk kurmuştu. İsmaili Daileri bu arazinin çevresindeki halkı inançlarına çeirmiş ve güçlerini artırmışlar. Bu arada İsmaililer kale içine girmeye başlamış bulunuyorlardı. Bunu anlayan Hasan Hüseyin Mehdi onları kovdu ve kapılarını kapattı. Sonuçta Hüseyin Mehdi, çeredeki İsmaililerin çoğalmasıyla birlikte kapıları açmaya zorlandı. Hasan Sabbah Askavar’a e sonra Alamut’a bağlı Anjirud’a hareket etti. 6 Receb 483 yılının(4 Eylül 1090) Çarşamba günü Alamut kalesine girdi. Bir süre için orada, kendisine Dihkhuda adını takıp kılık değiştirerek oturdu ve Hasan Hüseyin Mehdi’ye gerçek kimliğini açıklamadı. Günler geçiyordu; Hasan Hüseyin Mehdi, artık kendisine kimsenin boyun eğmediği ve Alamut’un efendisinin başka biri olduğunun farkına vardı. Alamut garnizonu halkı ve yerli sakinlerinin çoğunluğu, kendisini savunacak veya kendilerini sürgün edecek iktidarı Hasan Hüseyin Mehdi’den alan İsmailileri benimsediler. Böylece Alamut kan akıtılmadan ele geçirilmiş oldu. Böylece İsmaililer için uygun ortamlı bir Daru’l Hicra (Göçmenler evi) olarak tarihe geçti.
Ata Malik Cueyni (1226-1283), Alamut kalesini, 1257 yılında yakılıp talan edildiği zaman görmüştü. “Tarikh-i Jihangusha” (Çe. Jhon A. Boyle, Cambridge, 1958, s.719) adlı yapıtında “Alamut, diyor, boynunu yere dayayarak diz çöken bir deeye benzeyen bir dağdır”. Rudhbar bölgesindeki Kazin’in yaklaşık 35 km. kuzeybatısında, Daylam’dadır Alamut. Uzaktan doğal görünüşüyle kule gibi yükselen büyük bir kayadır; daha fazla yan taraflarında güçlükle anlaşılabilir teraslı bayırları, fakat tepesinde geniş yapıların kurulabildiği dikkate değer düzlük alanı olan bir kocaman kaya. Dağlık arazide oluşmuş, saldırılardan kendisini kolaylıkla koruyabilecek durumdaydı.

Alamut şimdi yerel olarak, Tahran’nın 100 km.kuzeybatısına rastlar; Elburz’un en yüksek doruğunu oluşturmaktadır. Elburz sıradağları, İran’ın yüksek yaylalarını, Hazar denizinin alçak ovalarından ayırır. Alamut kalesinin yüksekliği 180m., uzunluğu 135m. ve genişliği 9 ile 37,5m. arasında değişmekte ve kısmen Elburz sıradağlarının tepeleriyle kuşatılmış durumdadır. Bugün Alamut kayalığı Kal’a-i Guzur Han olarak bilinmektedir.
Hasan Sabbah’ın Alamut’u alışı üzerinde iki geleneksel söylenti daha bulunmaktadır: Birincisi; Seyyidina Hasan bin Sabbah, Melikşah’ın Ali soylu bölge ahalisi H. Hüseyin Mehdi ile buluşup Alamut kalesini 3000 dinara satın almak istediğini söyler. Mehdi onun bu büyük miktardaki altın parayı bulamıyacağını düşünerek pazarlığı kabul eder. Bunun üzerine Hasan Sabbah, Girdkuh ve Damgan daisi Reis Muzaffer’e mektup gönderip, onun parayı bulmasını istemiş. Bu para kısa zamanda sağlanıp Kale satın alınmıştır.
İkincisi; Hasan Sabbah, Mehdi’den Alamut’ta üzerinde oturacağı bir sığır derisinin kaplayacağı kadar toprak parçası istemiş, o da kabul etmiş. Seyyidina Hasan bir öküz derisini ince ince sırım çekerek, tüm kaleyi kaplayacak duruma getirip kaleye sahip olmuş.4
Hasan Sabbah’ın buraya yerleşmesi ve çok yakından ilgileriyle Alamut yeniden sağlamlaştırıldı; su ve yiyecek gereksinimi için sarnıçlar ve anbarlar yaptırıldı. Vadi içindeki tarlaları sulamak için su kanalları açıldı. Yakın kaleler elegeçirilip, stratejik noktalara kuleler dikildi. Hasan Sabbah burada büyük ekonomik ve sosyal refomlar yaptı. İsmailileri kardeşlik bağlarıyla birleştirdi. Böylece her İsmaili bireyi, kendisini topluluğun sorumlu üyesi ve onun ayrılmaz parçası hissetmeye başlamıştır.
Alamut kalesinin Hasan Sabbah’ın eline geçtiği haberleri Melikşah’ın sarayına ulaşınca, başveziri Nizamülmülk buna çok kızdı. Hemen ordu birliklerini ikiye ayırıp, birini Alamut’a gönderdi. Bu birlik kaleyi dört ay boyunca kuşattı, ancak hiçbir sonuç alamadı. 1092 yılının ortalarında Melikşah onu başezirlikten azledip, öldürttü ve kısa bir süre sonra kendisi de öldü.
Melikşah’ın oğulları uzun süre boyunca taht kagalarını sürdürdüler. Bu geçiş dönemi boyunca Hasan Sabbah hem İsmaili öğretisinin propagandası ve kendi durumunu güçlendirmek için altın gibi bir fırsat buldu; Rudbar, Khuz, Khosaf , Zozan, Kuain ve Tune’yi ele geçirdi. Bu dönemde Selçuk Sultanı Sancar, Horasan’dan geçen herhangi bir tüccarın dahi İsmaililere vergi ermek zorunluğu yönünde anlaşma yapan Hasan Sabbah tarafından tehdit edilmekteydi. Diğer yandan İsmaililer yeni kaleler inşa ediyor ve propaganda bile yapmaksızın İsmaililiği kabul eden ve giderek çoğalan insanları yerleştiriyorlardı. Bu yolda güvenle ilerleyen Hasan Sabbah, İran ve Horasan’ı baştanbaşa gün ışığı gibi aydınlatmaya başladı ve Selçuk Sultanının yüksek memurları dahi İsmaili oldular.
Kısacası, Seyyidina Hasan bin Sabbah ömrü boyunca, İsmaili inancının özgürlüğü, İsmaili devletinin bağımsızlığı gibi hedeflerine ulaşmayı başardı ve kendisiyle muhalifleri arasında barış sağladı. Öyle ki, siyasal anlayışı ve akılcı becerisiyle, güçlü Selçuklu hükümetine İsmaili politikası ve kavramları için özgürlük koşulları üzerinde anlaşmayı kabul ettirdi.
İran ve Horasan’da Selçuklulara üstün gelen Hasan Sabbah dikkatini Suriye ve Hindistan’a çevirdi; oraya da dai’ler gönderdi. İsmaili davası İran ve Suriye’ye yayıldığı gibi Hindistana da girmesi üzerine Sayyidna Hasan yüksek görüş ve düşüncelerini yazıya döktü. 518/1124 yılında son nefesini verinceye kadar, İsmaili inanç ve ilkelerine ilişkin yapıtını yazmayı sürdürdü.5

Hakkındaki Efsaneler:
Hasan Sabbah hakkında yazılan birçok popüler eserin aksine konuyu bilimsel olarak değerlendiren eserler de mevcuttur. Bunlardan en önemlisinin yazarı Farhad Daftary’ye göre döneme ait bilgi kaynakları sadece Şii inanca düşmanlık besleyen Sünni kaynaklar ve İslami tarihi hiç anlamayan yanlı Haçlı kaynaklarıdır. Buralardan kaynaklanan yanlış bilgilendirme ve karalama kampanyasının sonucu olarak esrar, haşhaş, intihar fedaileri, bakirelerin gezdiği bahçeler efsaneleri türetilmiştir. Gerçekte olan ise sağlam bir örgütlülük yapısına dayanan bir vurucu güçtür.

Ömer Hayyam ve Nizmülmülk ile sınıf arkadaşlığı

Sanılanın aksine Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ül Mülk sınıf arkadaşı değillerdir. Bunun doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur ‘da okuması gerekmektedir. Nizam-ül Mülk , Hasan Sabbah’dan on altı yaş büyüktür. Hasan Sabbah da öğrenimini doğduğu şehir Kum’da ve Rey şehrinde yapmıştır.

Ölümü:
1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran’da değil tüm Mezopotamya’da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında Moğol komutan Hülagû Han tarafından savaşmadan alınmış ve sonrasında da yakılıp yıkılmıştır.

Diğer:
“Suikast” kelimesinin İngilizce karşılığı olan “Assasination” kelimesi, bu tarikatın Arapça ismi olan Haşhaşilikten çevrilerek İngilizce’ye geçmiştir.


1 Farhad Daftary, Ismailis, Their history and doctrines, London: Cambridge Unersity Press, 1990, s.336-338.
2 Beirut, 1975, 10th vol., s. 110.
3 Ortodoks Fatimi İsmailileri Karmatiliği sapkın görmekte ve kendinden saymamaktadır. Bunun için onun, İsmaililerin değil, Karmatiler’in öğretilerini benimsemiş olduğunu söylemektedirler.
4 Tam anlamıyla mitolojik bir anlatı olmasına rağmen, Hasan bin Sabbah’ın, yukarıda anlatıldığı gibi gizlice girdiği; çok sıkı, kılı kırk yararcasına bir propagandayla Alamut’u ele geçirdiğini dolaylı olarak açıklıyor. Bu anlatıyı veren kişi yazıda belirtilmiyor, ama gerçekte Yunan mitolojisinde geçen bir olaydan esinlenmedir; Aeneas’ın Kartaca’yı kraliçe Dido’dan almasının öyküsüne benzetilmiştir.
5 Bu bölüm Şeyh Muhammed İkbal’ın, Karachi-İnternet sitesindeki “Sayyidna Hasan bin Sabbah” yazısından özetlenmiştir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz