Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlık’ta Faiz ve Zenginlik | Müslüman Yahudiler – Salim Meriç

Hıristiyanlık dini, yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliğe, akılcılığa övgü yapmaktadır. Yine Hıristiyanlar için reklam günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. “Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar,” “zenginlik ve güç kalbi coşturur”, “dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir.” Hıristiyan öğretisi ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği gözönüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hıristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisi farklı olacaktır ve olmuştur.

Protestanlığın ve Kapitalizmin Avrupa ve Amerika toplumlarına kimler tarafından nasıl ve niçin aşılandıklarını incelediğinizde karşınızda Judaizm’i bulacaksınız.

Protestanlık, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa’nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştur. Martin Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik o meşhur protesto yazısını asmasıyla, Hristiyan dünyasındaki en büyük bölünmenin temelleri atılmıştır. Luther bu 95 maddelik tezde bütün reformist görüşlerinin özünü işlemektedir. Esas itibariyle savunduğu düşünce; Papalığın otoritesini reddetmek, onun yerine Kutsal Kitap’ın yani (Eski Ahit) Tevrat’ın tek dini otorite olduğunu göstermekti. Protestan hristiyanlar sadece incil’i değil ayrıyetten Yahudiliğin Kutsal kitabı (Eski Ahit) Tevrat’ıda okumaktadırlar.
(The Catolic Encylopedia, Protestantism, Robert Appleton Company, Newyork 1911, Vol.9, Bib; Gans Henry, p. 112-113.) http://www.newadvent.org/cathen/09438b.htm

Martin Luther, reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat ve İbranice’yle ilgileniyordu. Bu ilgisini ilk olarak “Jesus Christ Was Born A Jew” (İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu) adlı kitabında gösterdi. Luther’in Yahudilerle ilgili olarak söyledikleri onun bu ilgisini açıkça gösteriyor:”Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.” (Leon Poliakov, Richard Howard, History of Anti-Semitism, University of Pennsylvania Press, 2003, Vol. I, p. 225.)
Protestanlık aslına bakarsak Hristiyanlıktan daha çok Yahudi mezhebi gibidir. Protestan teolojisinin kurucuları, Eski Ahit (Tevrat)’ın hükümlerinin hiçbir yoruma tabi tutulmadan doğrudan kabul edilmesi prensibini benimsediler. Protestanlar İncil’den öncelikli olarak Tevrat okuyacaklar ve dünya görüşlerini Tevratın hükümlerine göre şekillendireceklerdi. Bu Eski Ahit’in yalnızca “bu dünya”yı önemseyen düşüncesine geri dönülmesi, ruha değil maddeye yönelinmesi ve öteki dünyanın (ahiretin) öneminin unutulması ve faizin yaygınlaşması gibi büyük sonuçlar doğurdu. Ortaçağ Katolik Kilisesi’nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engel oluyordu. XVI. yüzyılda Avrupa’da doğan Tevratı kabul eden Protestanlar, bu konuda çok farklı bir yaklaşım getirdi. Avrupa’da artık faiz meşrulaşarak tefeciliğin ve modern banka sisteminin gelişmesinin de önünü açmış oldu. Buda kapitalizmin de doğuşu anlamına geliyordu.
Bir insanın bütün kabiliyeti ve enerjisi ile para kazanmasının gerekli olduğunu Benjamin Franklin’in Genç Bir Tüccar’a Öğüt’ünde (Advice to a Young Tradesman) açıkladığına Max Weber işaret ediyor. Benjamin Franklin’e göre para ihtiyaçları karşılamak veya gelecekte harcanmak üzere kazanılmamalıdır. Aksine para kazanma başlı başına bir amaç olmalıdır. Başka deyimle, para kazanmak için, para kazanılmalıdır. Franklin’in üzerinde durduğu nokta, para sevgisi değil, para kazanma zorunluluğudur. Kendi tezini doğrulamak için Franklin, Tevrat’tan da iktibasta bulunmakta ve Süleyman’ın Meselleri Kitabında yer alan «İşinde gayretli adamı görüyor musun? O kralların önünde durabilir. (Tevrat – Süleymanın Özdeyişleri, Bap. 22/29) sözünü belirtmektedir. Weber, para sevgisinin değil, para kazanma zorunluluğunun Franklin’in öğretisinde başlıca rolü oynadığını ve modern kapitalizm ile geçmiş zamanlardaki kapitalizm şekilleri arasındaki temel farklılığın para kazanma zorunluluğunun insanlara aşılanmasında belirdiğini ifade ediyor. (Fullerton, Kemper, Calvinism and Capitalism: an Explanation of the Weber Thesis, editör: Green, Robert W. Boston 1959, p. 8.)

Katoliklerce “gizli-yahudi” olarak tanımlanan Martin Luther, hem Katolik Kilisesine ölümcül bir darbe vurmuş, hem de geliştirdigi dini doktrin için asıl kaynak olarak Tevrat’ı benimsemiş, Yahudilerin “seçilmiş halk” olduklarını kabul etmişti. Luther’in Roma Katolikliğine getirdiği yıkıcı darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsenmişti. (Encylopedia Judaica, Protestans, Thomson Gale, Keter Publishing House, Jerusalem 1971, Vol. 16, p. 632.)

Yahudilerle Protestanlar arasında kurulan yakın ilişki 20. yüzyılda da Siyonistler ile Protestan gruplar arasında aynı sadakatle devam etmektedir. Nitekim bu protestan gruplar batıda Hristiyan Siyonistler olarak anılmaktadır. Protestanlıkla birlikte başlayan “yahudileşme”, aynı zamanda batıdaki “Hıristiyan Siyonizmi’nin de çıkış noktasıdır. Regina Sharif Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History (Yahudi-Olmayan Siyonizm ve Batı Tarihindeki Kökenleri) adlı kitabında, 16. yüzyılın ortasında doğan Protestanlığın güçlü bir Siyonist gelenek doğurduğunu bildirmektedir. Sharif, Eski Ahit’teki yahudileri öven bölümlerinin Katoliklerce göz ardı edilmişken Protestanlar tarafından ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çekerek şöyle demektedir: “Yahudi yeniden doğuşu ve yahudilerin Filistin’e dönüşü kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir ‘non-Jewish’ Siyonist gelenek başlattı.” (Regina Sharif, Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History, Zed Press, London 1983, p. 10-11.)

Protestanlığın, yahudi önde gelenlerine büyük bir stratejik yarar getirdiği kesindir. Ortaçağda Kabalacı Yahudiler, Protestanlık sayesinde, Eski Ahit kehanetlerine en az kendileri kadar bağlı olan ve bu nedenle de Mesih Planı’na gönülden destek olacak önemli bir müttefik elde etmişlerdir.
Ermenilerin, Tanzimat Fermanından sonra ABD ve İngiltere tarafından Protestanlaştırılmalarını ve bu yüzyıllık süren protestanlaşma sürecinde misyonerlik faaliyetlerinin Ermeniler üzerinde çalışıldığını gözden kaçırmayalım. (Ermeni Protestan Kilisesinin Yüzüncü Yıldönümü 1850–1950, Akın Matbaası, İstanbul 1950, s. 122–123.) Peki bugün misyonerlik faaliyetleri yürüten ev kiliselerin ve toplulukların Protestan oluşlarını, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki Ermenileri Protestanlaştırmaya çalıştıklarını ve bu faaliyetler doğrultusunda okullar açtıklarını, faaliyetler yürüttüklerini neye göre değerlendirebiliriz acaba? Ermenilerin Protestanlaştırılmaları İsrail ve ABD için bir stratejidir. Nitekim Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten bu gizli (Kripto) Yahudi asıllı cemaatin hikayesini, Ermeni cemaatinden Levon Panos Dabağyan’ın, 2006 yılında Aksiyon Dergisinde vermiş olduğu röportajından dinlemiştik. Dabağyan, Pakradunilerin Ermenilerden farklı bir yaşam sürdüklerini, geleneklerini devam ettirdiklerini, domuz eti yemediklerini ve çocuklarına İbrani isimler verdiklerini bildirmektedir. (Aksiyon Dergisi/Mustafa Aydın Ermenileri Yöneten Yahudiler, 03/04/2006) Ermenilerin Protestanlaştırılması bu bağlamda düşündüğümüzde Pakraduniler için müthiş bir gizlenme yolu olduğu açıktır. Protestan görünen Pakradunilerin 1915 Ermeni olaylarındaki konumlarının da artık araştırılması ve tartışılması gerekmektedir.

KAPİTALİZM, PROTESTANLIK VE YAHUDİLİK ÜÇGENİ

Katolik dünyası, dindar Müslümanlar gibidir. Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa ülkelerinde Katolikler davranışları ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmez. Onlar için iyi din Protestanlıktır. Yani para kazan ne kadar kazanırsan o kadar iyisin, Hıristiyanlık inancın da bunun bir kenarında dursun. Batı kapitalizmi için Hıristiyanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk değil, Eski Ahite (Tevrat’ı) kabul etmiş Protestanlıktır. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Burada asıl amaç insanları Hıristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil, Protestan yapmaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Protestanlık ve Yahudiliğin adı Ka¬pitalizm, Püritenlik ise İngiliz Yahudiliğidir.
Onun için tarih boyunca Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığa karşı yapılan şer kampanyalarının arkasında bu süreç vardır. Yani Amerikan finans kapitali (mali sermaye) ve onlarla işbirliği içinde olanlar, kapitalin hareket alanını kontrol etmeye çalışıyorlar. Katolizmi, Ortodoksluğu ve İslamı, Amerikan finans kapitalizminin hesaplarına uygun tüketim toplumu yaratma önünde engel görüyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi de bu çerçevede dü¬şünülmelidir. Ne diyorlar? demokrasi, serbest pazar.. Ne içindir bu? Kapitalizmin önünde İslam engel, Katoliklik engel, Ortodoksluk engel. O zaman Türkiye ve Ortadoğuyu Yahudi geleneklerine yakın İslamcılıkla, Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerininde Protestanlıkla terbiye etmek lazımdır. İşte bugün Kapitalizm mantığıyla, İslama ve Katolikliğe karşı psikolojik saldırı yapılıyor. Hıristiyanlık dini, yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliğe, akılcılığa övgü yapmaktadır. Yine Hıristiyanlar için reklam günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. “Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar,” “zenginlik ve güç kalbi coşturur”, “dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir.” Hıristiyan öğretisi ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği gözönüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hıristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisi farklı olacaktır ve olmuştur.

Marx: “Para İsrail’in kıskanç Tanrısıdır”

Karl Marx, 1844’te yazdığı Yahudilik ve Kapitalist Zihniyet adlı makalesinde, Avrupa’nın yaşadığı bu dini dönüşümden asıl karlı çıkanın yahudiler olduğuna dikkat çekerken de şunları belirtmişti;
“Yahudi sadece mali güç kazanmak yoluyla değil, fakat aynı zamanda o yüzden ve ondan ayrı olarak paranın bir dünya gücü haline gelmesi ve pratik yahudi ruhunun hıristiyan milletlerin pratik ruhu haline gelmesi yoluyla kendini yahudice bir tarzda kurtarmıştır. Yahudiler, hıristiyanların yahudileşmesi ölçüsünde kendilerini kurtarmışlardır.” Kapitalistleşme ve yahudileşme arasındaki ilişkinin altını çizen Marx, “Para İsrail’in kıskanç Tanrısıdır. Yahudi tanrısı dünyevileştirilip dünyanın tanrısı haline getirildi.” Marx, Protestan ve Püriten geleneğinin kapitalizmle olan ilişkisinden bahsederken de, Hıristiyanlık’ın Reformla birlikte yaşadığı büyük değişimin yönünü şöyle belirliyordu: “Hıristiyanlık Yahudilik’ten doğdu. Şimdi ise Yahudilik’e geri dönmüştür.” (M. Özel, Kapitalizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik. Kapitalizm ve Din (1. Baskı) içinde (9-34). Alternatif Üniversite. İstanbul 1993, s. 14.)
Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık’ın temel misyonunda dünyada mal mülk zenginlik elde etmek değil, ahiret üzerine dayanan ve dünyevi zenginlikten uzak olan inanışı İncil’de şu şekilde tarif edilmektedir;

İsa öğrencilerine dediki ; “Zengin kişi göklerin hükümranlığına güçlükle girecektir. Yine size derim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi zengin kişinin Tanrı’nın hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil – Matta 19 / 23-24)

İsa gözlerini öğrencilerine kaldırarak; “Ne mutlu siz yoksullara!” dedi. “Çünkü Tanrı’nın hükümranlığı sizindir. Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz. (İncil – Luka 6 / 21,24)

“Bir başkan İsa’ya, İyi Öğretmen, sonsuz yaşamı (ahireti) miras almak için ne yapmalıyım? diye sordu. “İsa’da ona “Bir şeyin eksik kalıyor” dedi. Varını yoğunu sat, yoksullara dağıt. Böylelikle göklerde varlığın olacaktır. Sonra da ardım sıra gel.” Adam bunu duyunca yüreği tasayla doldu. Çünkü çok zengindi. İsa onun tepkisini görünce, “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmesi ne denli güçtür!” dedi. “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bireyin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil – Luka 18 / 18,22,23,24,25)

“Ne mutlu yoksulluk ruhuna sahip olanlara”, “gururlu kişi dünyevi krallıkları, yoksulluk ruhuna sahip kişi de Göklerin Egemenliğini arar.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, 1893 Filmcilik Ltd. Şti. s. 577.)

Max Weber: Protestanlar çok iyi yerler,  Katolikler rahat uyumak isterler

Katoliklerin ve Protestanların farklı özelliklere sahip olduğu red edilemez bir gerçektir. Genel anlamda Weber, Katolikler ve Protestanlar arasındaki ayrımı şu cümlesiyle ortaya koymaktadır;
Katolik.. daha sakindir; daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır, çok az bir geliri de olsa, olanaklı en emin yaşam biçimini, sonunda ona onur ve zenginlik getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih eder. Atasözü, şakayla karışık, ya iyi yiyin ya da rahat uyuyun der. Buna göre Protestanlar çok iyi yerlerken Katolikler rahat uyumak isterler. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çeviri; Z. Gürata ,Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 35.)

Protestan ahlakı, kapitalist ruhu beslemiştir. Zamanla bu süreç tersine işleyecektir. Protestan ahlakı zamanla kapitalist ruhtan etkilenerek değişime uğrayacaktır. Protestan etiğinin etkili olması ve sekülerleşmenin bu etikte bu kadar başarılı olmasının sebebi, bireyin en derininde yatan güdülenmelere yoğunlaşmış olmasıdır. (R. Schroeder, Max Weber ve Kültür Sosyolojisi, çeviri; M. Küçük, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1996, s. 17.)

Sabri Fehmi Ülgenere göre, kapitalizmin oluşumunu Protestanlıktan çok daha önceleri ortaya çıktığını söylemektedir. Ülgener’e göre Protestanlık, burjuvanın dinsel yorumu şekillendirmesinden ortaya çıkmıştır. Yani Ülgener’in söylemek istediği şey insanlar Protestan oldukları için kapitalist olmaları değil, kapitalist olduklarından dolayı Protestan olmalarıdır. (A. Rıza Zorlu, Sabri Fehmi Ülgeneri Okumak, Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız (1. Baskı) içinde (242- 261). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.36)

YAHUDİLİKTE FAİZ VE ZENGİNLİK

Nitekim Haham Benjamin Blech “Yahudilikte Yoksulluk ve Zenginlik konusunu” şöyle açıklamaktadır; Yahudilikte zenginlik caiz bir düştür. Paran varsa, akıllı ve yakışıklısındır. Para insanın birçok mitzva (emiri) yerine getirmesini sağlar. Hristiyanlık yoksulluk yeminini idealleştirir. Yahudilikte yoksulluk övgüye değer bulunmaz. Yahudi varlık edinmeye çalışmalıdır. Haham Benjamin Blech Yahudilikteki Ahiret kavramına ise şu şekilde bir açıklama getirmektedir; Hristiyanlık, İsa’nın şu sözlerini vurgular: “Krallığım bu dünyada değildir.” Fakat Yahudilikte Tanrı insanlara “Krallığım bu dünyadadır” der. Bu dünyada hayatınızı iyi yaşayın; sonrası sizi şimdiden ilgilendirmez. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul 2003. s. 87.90-91.) Görüldüğü üzere Yahudilikteki ahiret kavramıda diğer ilahi dinlere kıyasla çok zayıf kalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Yahudilik yeryüzünde zenginlik ve yeryüzü hakimiyeti hedefindedir. Katoliklik, Ortodoksluk ve İslamiyet bunun tam tersidir. Nitekim her iki dinin en önemli mihenk taşı ahirete olan inançtır. Katolik, Ortodoks ve İslamda kurulacak olan düzen dünyada değil ahirettedir.

Yahudilikte yoksulluk, insanı dünyadan uzaklaştıran ve tüm amaca ulaşmaktan alıkoyan günah olarak görülür. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, A.g.e. s. 94.)

Yahudi kaynaklarını, Torayı ve Talmud’u inceleyen birisi olarak sizlere şunları söyleyebilirimki “Çok para kazanmanın kutsallığı”, “zenginlik” ve çalışmanın ibadetten üstün olduğunu Talmud’un Mişna bölümünde sık sık vurgulanır.

Tanrı, üstünde yaşadığımız dünya küresini yarattığı vakit, canlı varlıkların ve bilhassa insanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için uğraşmaları / çalışmaları gerektiği prensibini koymuştur. Kutsal kitaplarda dünyamız ” olam amaase “, ” çalışma dünyası ” diye adlandırılır. Tanah’ta, İyov kitabında şöyle yazılıdır: ” Adam le-amal yulad ” ( İyov 5/7) ” İnsan, çalışmak için dünyaya gelmiştir. “ (Talmud – Mişna 5 Perek 3,/ Pirke Avot, Rabi Eliyau Kohen, s. 116. Mişna Yahudilikte Medeni ve Ceza Hukuk’u olan Talmud’un ilk bölümüdür. )

Allah, Kuran’da; Ben İnsanları ve Cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi 51/56) diyerek ibadeti çalışmaktan öncelikli kılmıştır. Yahudilikte ise bu durum tam tersidir.

Kapitalizmin ham maddesi olan faiz, Tora (Tevrat) kaynaklıdır. Tora’da faiz konusu şöyle bildirilmektedir; “Kardeşine ister para faizi, ister yiyecek faizi olsun, faiz alınan başka herhangi bir şeyin faizi olsun faiz vermeyeceksiniz. Yabancıya faiz verebilirsin, ama kardeşine faiz veremezsin.” (Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21)
Hahamlar Yahudilikte faiz verilmesi konusundaki bu ayeti Tora’da şu şekilde açıklamaktadırlar; Tora “yabancıya faiz karşılığı para ver” kelimesini emir kipinde açıklamıştır. Ama kardeşiniz olan Ben-i İsrail’e Faiz veremezsinizde alamazsınızda. Faiz, her ne kadar ihtiyacı olan kişiye bir yük anlamına geliyorsa da, birçok durumda o kişi bu yükü memnuniyetle kabul edecektir. Faiz konusu canlı ekonominin en önemli etkeni olmuştur. Tora faiz almayı bir hırsızlık olarak görmemektedir. Tora faizi insanlık çapında yasaklamış değildir. (Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21, Rabilerin Faiz Konusundaki Açıklamaları.) Talmud’da ise faiz konusu şu şekilde açıklanmaktadır; Yahudiler arasında faizin hem verilmesi hemde alınması yasaktır. Ama yabancıya faiz verebilirsiniz. (Babil Talmudu/Baba Metsia 75b. Şifre 262.)

Ortaçağ’dan günümüze ekonominin can damarı olan faiz, görüldüğü üzere meşrutiyetini Tevrat’tan almaktadır. Faiz’i büyük günah sayan Katolik Avrupa toplumlarına faiz, Protestanlık vasıtasıyla kabul ettirilmiş ve tarihten günümüze kadar yaygınlaştırılmıştır. Protestanlıkta Yahudilikte faizi, kulllanmanın meşruluğunu Tevrattan almaktadır. Nitekim bu durum Katoliklikte ve İslam’da günahtır. Bu açıdan Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışını ve yaygınlaşmasını incelemek istediğinizde Weber’in ve Sombart’ın tespitlerinden yola çıkaraktan Tora ve Talmud’un iyice incelenmesi gerekmektedir.

WERNER SOMBART’IN KAPİTALİZM VE YAHUDİLİK TEZLERİ

Alman İktisatçı Prof. Dr. Werner Sombart, Kapitalist ruhunu, Weber’in tersine lüks ve harcama şevkinde aramıştır. Sombart kapitalist ruhun ilham aldığı kaynağı, din ve felsefe olarak göstermiştir. Werner Sombart, Yahudiler ve Modern Kapitalizm adlı eserinde püritan ahlakın özünün Yahudi dininden kaynaklandığına ve Avrupa’da kapitalizmin ilk aşamasında ve kolonileşme sürecinde Yahudi sermayesinin önemine dikkat çekmekteydi. Yahudilerin kendilerine has karakteristikleri sayesinde kapitalizmin bu kadar gelişme kaydettiğini söylemektedir. Sombart’a göre kapitalizmi üreten Protestanlık değil, Yahudilik’tir. Sombart, din ve felsefenin kapitalizmin ruhunu beslediğini hatta dinin çok eski tarihlerde bile bu şekilde toplumsal hayatı etkilediğini ve (Eski Ahit) Tevrat’ın kapitalist bir ruha sahip olduğunu vurgulamaktadır. Sombart’ın düşüncesine göre kapitalizmin bu hale gelmesinde Yahudilerin payı çok büyüktür. Sombart, kapitalist zihniyetin oluşmasında dinin önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadır ve kapitalizmin çıkış noktasının Yahudilik olduğunu savunmaktadır. Weber’in savunduğu kapitalizmin hareket noktasının Protestanlık olduğu düşüncesini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Sombart, Yahudiliğin izinden Protestanlığın gittiğini söylemektedir. Sombart’a göre kısaca püritanizm, Yahudilikten doğmuştur. Sombart Weber’den farklı olarak kapitalizmin doğuşunda ve gelişmesinde Yahudilerin önemli bir yeri olduğunu düşünmektedir. Sombart Yahudi ve Hıristiyanlar arasında karşılaştırmalar yapmış, ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sombart’a göre gizli Hıristiyanlık yoktur ama gizli Yahudilik vardır. (Tarihte bunun Amerika ve İspanyadaki benzerine Konversoluk, Osmanlıda ve günümüzde ise Sabetayizm diyoruz.) Çünkü Yahudilik dinlerini gizli sürdürülebilecek kadar bağlayıcıdır. Sombart, püritenciliğin görüşlerinin Yahudi görüşleriyle bağdaştığını ifade etmekte, hatta Yahudi dini, Püritenlikten önce olduğu için Püritenliğinde Yahudilikten geldiğini söylemektedir. Yahudilerde yabancıya faizle para verilmekte fakat kendi halkından kişilere faizle borç para
vermesi kutsal kitabına göre uygun değildi. Zenginliğin Yahudilerin dininde önemli bir yeri vardır. Zenginliklerin Tanrının onları kutsaması olarak nitelendirirler.
(Werner Sombart, Kapitalizm ve Yahudiler, çev. Sabri Gürse, İleri Yayınları, İstanbul 2005, s. 19.) * (Werner Sombart, Kapitalizm Öncesi İktisadi Görüş. Kapitalizm ve Din, M. Özel çev.) M. Özel, 1.Baskı, Alternatif Üniversite, İstanbul 1993, s. 35- 45.)

Weber’in mantığı kullanılarak kapitalist müteşebbisler arasında Yahudilerin sayısının az olmadığı, bu sebeple Yahudilik ahlâkı ile kapitalizm arasında bir ilişkinin bulunması gerekebileceği savunulabilir. Bütün bu örnekler Weber’in temelde bir yanlışlığa düştüğünün kanıtı olabilir.

MAX WEBER’İN TEZLERİ

Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eserinde ortaya konan ve kapitalizmin hızla yaygınlaşmasını ve kökleşmesini Protestanlıkla ilintilendiren yaklaşımı batılı entelektüeller tarafından çok daha önce dillendirilmiştir. Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eseriyle, 20. yüzyıl başlarında ilk bakışta birbiriyle bağdaşmaz gözüken kapitalist zihniyet ile dinin ilişkisi üzerinde durmuş ve Protestanlığın Kapitalizmin gelişmesinde en önemli unsur olduğunu savunmuştur. Kapitalistleşmeyi yaratan en önemli etki Protestan inancının değerleridir. Çünkü Protestanlık, kapitalizmi doğuracak rasyonalizme sahiptir. Diğer toplumlarda kapitalizmin ortaya çıkmamasının nedenlerinden birisi de, o toplumların kültürlerinde ya da dinlerinde “çok kazanma” etiğinin olmamasıdır. Weber, bu şekilde toplumsal değerlere bağlı fikir akımlarının toplumsal değişimi gerçekleştirdiğinin savunmaktadır. Weber, kapitalizmin oluşumunda Protestanlığa içerdiği asketik/Püriten yapıdan dolayı önemli bir rol atfetmiş, Protestanlığın geliştirdiği ahlak sisteminin kapitalizmin doğmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bir anlamda Protestan ahlakı kapitalizmin ruhunu oluşturmaktadır. Protestan ahlakına göre, insanlar ebedi kurtuluşa ulaşmak için, Tanrı’nın şanını artırmayı, bunun içinse sürekli çalışmayı hedeflemelidirler. Meslek uğraşısı, insanlara verilen tek ödevdir. Kazanç peşinde koşma, tüketimin sınırlandırılmasıyla birleştiğinde ortaya önemli bir sermaye birikimi çıkmaktadır. Bu birikimin yeniden üretim için kullanılması Weber’in kapitalizmin ruhu olarak adlandırdığı yaşam biçimini ifade etmektedir.

Max Weber’in İslam hakkındaki düşüncelerinde Weber, İslam’ın patrimonyal yapıya sahip olduğunu ve bu yüzden rasyonel kapitalizmin gereklerini yerine getiremeyeceğini savunduğu görülmüştür. Weber’e göre İslam dini, esnek yapısından dolayı İslam toplumları tarafından
çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bununla birlikte, çileci ve bu dünyacı bir özellik taşıyan Protestan ahlakının tersine hazcı ve öbür dünyacı bir özellik taşıyan İslam’ın Weber’e göre kapitalist düzeni destekler bir özellik taşıması mümkün değildir.
Weber, İslamiyet’in ekonomik sisteme uzaklığını göstermeye çalışırken, ayrıca İslam’ın öbür dünyacı özelliğine de değinmektedir. İslam püriten düşüncesinin her iki dünyanın değerlendirmesi vardır ve bu dünyada mümin yaptıklarından öbür dünyada hesaba çekilecektir. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev; Z. Gürata çev.Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 150 -200.) * (Max Weber, Modern Kapitalizmin Gelişmesinde Din ve Diğer Faktörler. Kapitalizm ve Din (M. Özel çev.). (1. Baskı) İstanbul 1993, Alternatif Üniversite, s. 47-62.)

Max Weber’de Sombart gibi Yahudilik dinini, kapitalizmin gerçekleşmesinde önemli bir özellik olarak görür. Yine Sombart’tan farklı olarak kapitalizmin oluşumu ve gelişiminde Protestan ahlakının önemli bir yeri olduğunu ifade etmektedir.

Katoliklerin mesajlarında açıkça fakirlik ve yoksulluk övülmektedir. Bu söylem Hıristiyan dünya görüşünü oluşturmaktadır. Batı medeniyetinin maddi zenginliğe erişmesinin “Reform” sonrası ve Protestan Hıristiyanlıkla beraber olması tesadüf değildir. Toplumların ekonomik gelişimleri incelenirken ne kadar Protestan özellikleri gösterdiği ya da bu ahlaka ne kadar olduğu konusu önemlidir. Çünkü bugün bu durum İslam toplumları içinde de söz konusudur. İslam toplumlarının kapitalist dünyadaki paylarını incelerken Protestan ahlakı ve Protestanlığı oluşturan Yahudi ahlakını dair benzerliklerini de göre önünde bulundurmalıyız.

İSLAM’DA ZENGİNLİK

İslamiyet’te özel mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hakkın, milli gelirin bölüşümünde adil bir dağılıma götürülmesi de esastır. İslam, sebepsiz zenginleşmeyi, adaletsiz gelir dağılımını ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kabul etmemektedir. Hz.Peygamber, peygamberliğinin yanında dünyevi yönleri bulunan devlet başkanlığı, komutanlık, hakimlik, muallimlik görevlerini yapmasına rağmen şaşalı ve depdebeli bir hayat sürmemiş, israf ve lüksden uzak, sade ve mütevazi bir yaşantıyı tercih ederek ümmetine örnek olmuştu.

Hz. Peygamber bu sosyal yapıyı olabildiğince “Adil Paylaşılan” bir zemine taşımaya çalıştı. Mevcut sınıfları, çatışan gruplar değil, diyalog içindeki taraflar olabilmeleri için gerekli düzenlemeler yaptı. Bu
düzenlemelerin insanlık tarihinde gerçekleşmiş en erken ve ileri düzenlemeler olduğu bir çok çağdaş bilim adamı tarafından da kabul ve taktir edilmiştir. (Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, trc; Cemal Aydın, İstanbul 1995, s. 11-22.)

Hadislerin zühd başlığı altında yer alan rivayetlere bakıldığında, tam anlamıyla bir “fakir” taraftarı söylemin Hz. Peygamber’in hadislerine hakim olduğu görülmektedir.

Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm. (Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Kitâbu’z-Zühdi’l-Kebir, Dâru’l-Cinan, Beyrut 1987, s.102.)

Ümmetin en hayırlıları fakirlerdir. Onların cennete en çabuk yerleşenleri de zayıflardır. (Gazali, Ebu Hamid, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut tsz., IV, 194.)

Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde; Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum. (Buhari, Rikak, B. 7, Cizye, B. 1, Megazi, B. 12; Müslim, Zühd, H.No: 6.)

“Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır”. (Tirmizi, Zühd, 26, (IV, s. 569)

Hz. Ömer ra. buyuruyorki; Bir gün Peygamber efendimiz (sav)’min huzuruna geldim. Peygamberi üzerinde örtü bulunmayan bir hasır üzerinde yattığını gördüm. Bu yüzden hasırdan dolayı vücudunda derin izler meydana gelmişti. Baş tarafında ise içi hurma lifleriyle dolu yastık vardı. Evde bulunan eşyaların tamamının tabakalanmamış üç deri ve bir köşede duran bir avuç arpadan ibaret olduğunu gördüm. Şöyle bir içeriye baktım evde bunlardan başka birşey göremedim. Bu durumu görünce ağlamaya başladım. Resullah sav. dediki niçin ağlıyorsun buyurdu ? Ya Rasulllah niçin ağlamayayım şu hasırın izleri mübarek bedeninizin üzerinde yer etmiş. Evin bütün eşyaları karşımdakiler dedim. Sonra şunları söylemeye devam ettim; Ya Rasulullah dua ediniz ki ümmetinize biraz bolluk verilsin. Şu Roma ve Farslar kafir olmalarına, Allaha ibadet etmemelerine rağmen bu kadar bolluk içinde olsun Kayser ve Kisra bağlar ve nehirler arasında yaşasınlar da sen Allahın Rasulü ve onun seçkin kulu olarak bu durumda mı olasın dedim.. Peygamber a.s, Hz. Ömer’in bu sözünü duyunca hemen doğruldu ve ona şöyle dedi. “Ey Ömer sen hala anlamadın mı? Sen hala bu konuda tereddüt mü ediyorsun öyleyse dinle. Ahiret bolluğu dünya bolluğundan daha hayırlıdır. Rahatlık ve güzel şeyler kafirlere bu dünyada verildi. Bizimkisi ise ahirettedir”. Bu söz üzerine Hz. Ömer, ya Rasulallah benim için istiğfar ediniz çünki ben gerçekten hata yaptım dedi.. (Muhammed Zekeriya Kandehlevi, Fezail-i Ama’l, Hiyakatü’s Sahabe, tercüme; Hayri Demirci, Gülistan Neşriyat, İstanbul 1995, s. 39.)

İşte Allahın rasulunün hayatı böyleydi..Bizim İslamcılarımızın yaşantıları ise Firavunlar gibi. Bunlar dinden konuşup, dünyayı istiyorlar. Bunların derdi de, hedefi de dünya.. Mal, mülk, mevki ve makam isteği içinde eriyip gitmektedirler.
Birtakım İslamcılar o kadar ileri gittiler ki, “Hz. Muhammed zamanımızda yaşasaydı en lüks jipe binerdi” diyecek kadar zıvanadan çıktılar. Türkiye’deki genel çılgınlıktan, islami kesim de payını almıştır. Müslümanlar Ümmet şuurunu yitirmişler, cemaat asabiyeti bataklığına batmıştır.Eline para geçen kesim lüks, israf, sefahat deryasına gark olmuştur. ( M. Şevket Eygi, Çılgın Toplum, 08. Aralık 2009, Milli Gazete )
“Dünya hayatı bir oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir.“Mal, çoluk-çocuk hepsi dünya hayatını süsleridir, (En-am 6/32) asıl gerçek olan Allah katındaki Salih amellerdir. (Kehf 18/46)

Kapitalizmi en sert eleştiren yazarlardan biri Seyyid Kutub’tur. Ona göre kapitalist düzen, insanların üstün değerlerini, ahlak ve vicdanlarını bozmuş, adalet anlayışını alt üst etmiş, devlet ve halk arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıları çoğaltmış, huzuru yok etmiştir. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 10-19.)

İslam’ın tavsiyesi, üretim ile ticari hayat ve son derece etkin, büyük ölçüde sosyal refah ve adil bir gelir dağılımının sağlanmasıdır. İslam’ın esas amacı, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu da mülk edinme hürriyetinden farklıdır. İslami bir ekonomide ise temel hedef insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ahirette (kurtuluşunu) sağlamaktır. Bunun yolu ise, ferdi zenginlik yerine, toplum sosyal refahını gerçekleştirmekten geçer. Hatta amaç serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde İslam’da esas servetin dağılmasıdır. Müslüman çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olmalıdır. Yani İslam’da paranın akışkanlığı vardır, bu akışkanlığı kesersen para bir yerde birikir, biriken para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirir.

İslam tarihinde, fakir kitleler varken, servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran kimseler de vardır. Bunu ilk olarak savunan, sahabe Ebu Zer el-Gıffari’dir. Ona göre bir Müslüman’ın, ailesinin temel ihtiyaçlarından fazla mala sahip olması şeriata aykırıdır. (Abdulaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, (Tercüme; Sabri Orman) Endülüs Yay., İstanbul 1991, s. 31.)

İslam’da zenginlik kınanmamış, aksine servet sahibi kişilerin bu zenginliklerini toplum yararına kullanmaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, İslam’da biriken sermaye konusunda, ihtiyaç fazlası nakdi servet hoş görülmemiş, bunların yatırım ve harcamaya dönüşmesi teşvik edilmiştir. (Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yay. 275, İlmi Eserler: 48, Ankara 1996, s. 110.)

Kuran-ı Kerimde şöyle denilmektedir; “sizleri halife kıldığı (yönetiminize verdiği) mallardan infak edin” (Furkan Suresi, 24/133; Zariyat, 51/19.) bu nedenle, insanlar onları kendi, bencil ve keyfi tutumlarına göre değil, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda harcamaları, yani infak etmeleri, insanların refah ve saadeti ile sosyo-ekonomik adaletin sağlanacağı bir tarzda kullanmaları esastır.

Yahudi geleneklerini benimsemiş İslamcıların dine bakış açılarına en güzel örneklerden birisi de Fazlur Rahmanın demeçleridir; Üretim yapmakla ve servet üretmekle meşgul olan bir Müslüman, neticede Allah’a hizmet ediyor demektir. Peygamberimiz, fakirliğin neredeyse imanı reddetmeye (küfre) götürdüğünü söylemiştir. (Fazlur Rahman, “İslam’ın İktisat İlkeleri” İslamiyat, C. V (2002), Sayı: 2, s. 141.) Fazlur Rahmanın bu demeçleri, gerçekte Tevrat ve Talmud ile bire bir örtüşmektedir. Nitekim onun gibi düşünen Müslümanların sayısı da günümüzde çok fazladır.

İslam’da üretimin ihtiyaç duyulan sahalardan başka yöne kaydırılması, lüks tüketim maddelerinin üretimine yatırım yapılması, kaynak israfı olarak değerlendirilmiş, uygun görülmemiştir. İktisatçı Abdurrrahman el-Maliki’ye göre; İslam, tespit etmiş olduğu Hukuki düzenlemelere uymayan anonim şirketlerin kuruluşunu kabul etmemektedir. Tröst ve kartel amaçlı birçok anonim şirketin tek çatı altında bir araya getirilmesini de yasaklamıştır. Çünkü İslam’a göre şirketler, vakıf ve vasiyet gibi münferit bir irade türünden bir işlem değil, alış-veriş ve icare gibi akitler gurubundandır. Bunun için şirkette, şirket ortaklarının doğrudan doğruya, bizzat şirketin işleyişinde yer almaları (Muşareke akdi) veya doğrudan doğruya bedenen şirkete ortak olan kimse ile mallarını ortak kılmaları (Mudarebe akdi) gerekir. Bu tür bir ortaklık ise tabiatı icabı büyük miktarda sermaye birikimine imkan tanımaz. Bu nedenle İslam’daki şirket hükümlerine göre kurulan bir şirket, büyük fabrikalar kurabilecek devasa sermaye birikimine imkan tanımadığı için bu güç ancak devlette bulunacaktır. (Abdurrahman El-Maliki, İdeal Ekonomi Politikası, Türkçesi: Muhammet Hanifi Yağmur, Ta-Ha Yay., Ankara 1997, s. 111-112.)

İslam’da tekelleşmenin bozucu etkileri önlenmek istenmiştir. Kuran’da malın zenginler arasında dolaşan bir “devlet” yani bir güç olmaması gerektiği belirtilmektedir. Ekonomik hayatta özel sektör aşırı büyürse, Kuran’ın bu emri gerçekleşmez. Çünkü sermaye faktörü tekellerin elinde çoğu zaman üretici rantlarına yol açarak tüketiciyi sömürülme alanında bırakmaktadır. İslam daha başlangıçta aşırı büyümenin kaynağı olacak bu aşırı büyümeyi ve sömürüyü durdurmuştur.

KAPİTALİST İSLAMCILAR
AKP’nin kapitalist politikaları benimsemesi, MÜSİAD’a destek vermesi, çevredeki işadamlarını merkeze taşımayı hedeflemesi İslami sermayenin gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.
Milliyet gazetesi yazarı Eylem Türk’ün MÜSİAD eski başkanlarından Ali Bayramoğlu ile yaptığı görüşmede Bayramoğlu, AKP’nin ekonomik programlarını hazırlarken MÜSİAD’ın raporlarından ciddi şeklide yararlandığını, bu raporların AKP’ye ışık tuttuğunu ifade etmekte ve bu konuda “ Bir anlamda AKP’nin ampulünü biz yaktık” yorumunda bulunmaktadır. (Eylem Türk, Milliyet, 6.04.2004)
28 Şubat süreci, her ne kadar siyasal ve ekonomik olarak İslamcı kesimin önüne bir set çekmiş gibi algılansa da, 2000’li yıllara gelindiğinde, düşünüldüğünün aksine bu kesimin söz konusu alanlarda oldukça önemli gelişme kaydettiği gözlemlenmektedir. AKP, kadrolarıyla ve kullandığı dille, Türkiye’de 1980’lerden sonra kapitalizme karşı en önemli direniş noktalarından biri olan İslamcılığın sistem tarafından emilmesini sağladı.
Para dergisinin Kasım 1995 sayısında, Türkiye’deki en zengin İslamcı işadamlarının bağlı bulundukları Nurcu ve Nakşi cemaatleri arasında hem Türkiye’de hem de yurt dışında yaşanan ekonomik rekabetin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkarılmıştır. (Işınbark, A. ve Tahiroğlu, G. “İki Cemaatin Ekonomisi”. Para. Sayı: 114, s. 18-25)
Utah Üniversitesi’nden Profesör Hakan Yavuz, Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü ‘Türkiye’de İslami kesim Protestanlaşıyor ve İslamsız bir İslam oluşuyor’ şeklinde yorumlamakta ve şunları eklemektedir; “İslamsız bir İslam görüntüsü ortaya çıkıyor. Yani, ahlak, etik, hak-hukuk değerlerinden soyutlanmış bir İslam. Tamamıyla şekle dayalı ve tüketim araçları haline dönüşen bir İslam var. Bugün Türkiye’de İslami semboller alınıp, satılır hale gelmiş, yer edinmek için kullanılır vaziyete dönüşmüş. Burada ise, Protestanlaşmaya yol açıyor. Bunlar modern süreçleri ele geçirdiklerini iddia ediyorlar ve başarılılar. Medya, finans, eğitim sektörü… Hepsinde güçlendiler. Ancak bunlar modernitenin içine girdikçe, modernite de bunların içine giriyor. Modernite, dini yeniden şekillendiriyor. Burada, kazanan kapitalizmin mantığı.” (Şenay Yıldız’ın Röportajı, Türkiyede kaybeden Gülen Cemaati, 25 Temmuz 2010 – Akşam )
Erbakan, Versace kravatları takmakta, Diyanet Vakfı yöneticilerinin hacca giderken kullandığı araba, 120 bin dolarlık bir Chevrolet Chevy One GMS’dir. (Oran, B. ve Aktoprak, E. “RP’den AKP’ye Kabuk Değiştiren Türkiye (2)”. Radikal. 14.06.2006) MÜSİAD kurucularından Ali Bayramoğlu, moda yüzünden İtalyan ayakkabı giydiğinden ve metroseksüel olduğundan bahsetmektedir. (Eylem Türk, 06.04.2004 / Milliyet)
Son zamanlarda ise, Tayyip Erdoğan’ın ve Abdullah Gül’ün kızlarının zengin, pahalı, düğünleri, düğünlerden sonra kaldıkları ve dünyanın en romantik otelleri arasında gösterilen mekanlar, Emine Erdoğan’ın İslamcı kesim tarafından takip edilen giysi modası, Hayrunnisa Gül’ün Cumhurbaşkanı eşi olma yolunda türbanının modernleştirilme girişimleri, tüketimdeki değişimler için birer örnektir.
İslamcı kesim, kapitalist sistemin içine girdikçe tüketim kültürünü değiştirmekte, para ile ilişkileri ölçüsünde tüketim kalıplarını lükse yönlendirmekteler. Her ne kadar kapitalizmin tüketim çılgınlığı İslam’ın sadeliğinin karşısında yer alsa da, kapitalist sisteme ayak uyduran İslamcılar bunun farkında değil gibi görünmektedirler. İslamcı düşünceden bir kısım insan, kendilerini farklı görmek, farklı yaşamak, elde ettikleri nimetleri bu farklılıklarda kullanmak gibi düşüncelerle farklı bir sınıf oluşturuyorlar. Yazlık ve kışlık evlerinin eşya ve dekorunda, yaptıkları düğün merasimlerinde, çeşitli toplantılarında, günlük yaşamlarında görülmemiş bir lüks ve israf sergilemekte, bu hususta laik sosyeteden geri kalmamaktadırlar.
Gazeteci yazar Ali Bulaç’ın AKP iktidara geldikten sonra tüketimi gösterişe döken, her gün kıyafet değiştiren, ciplerle dolaşan, sonradan görme, kısa yoldan zengin olmuş, hiçbir ilkesi, değeri kalmamış bu kesimi “Müslüman magandalar” olarak adlandırmıştır. (Ali Bulaç, Sevda Alkan ile Röportajı, Haftalık Dergisi. Mayıs 2006)
Parayla tanışan, tanışmakla yetinmeyip ilişkilerini derinleştiren dindarlar, hızla sisteme katılmaya çabalamışlardır. Bir yandan Prof. Arif Ersoy’un sözleriyle “herkes harıl harıl kapitalizme uygun ayet bulma telaşına girmiş diğer yandan ekonomik güç, bir üstünlük aracı olarak İslami çevrelerde yeniden üretilmiştir. (Can Dündar, 12.03.1997 / Milliyet)
Müslüman kişi, kazanmış olduğu bu malda sınırsız harcama yetkisine sahip değildir. İslam’da lüks bir hayat sürmeye meyilli ve tutkun olmak ya da malıyla gösterişte bulunmak hoş karşılanmamıştır. İslâm, kendilerini toplumdan soyutlayan bir aristokratlar sınıfının oluşmasına ve göze batan harcamalarına manevi müeyyidelerle olduğu kadar, yönetim tarafından alınacak tedbirlerle de müsamaha etmez. Gerekli cezai (yaptırım) tedbirlerini alır. Sıddıki’nin ifadesiyle ölçü; “bireyler yaşadıkları toplumun harcama ortalamalarından fazla uzaklaşmamalı ve buna da izin verilmemelidir. (Sıddıki, Muhammed Necatullah, İslam Ekonomi Düşünesi, Tercüme; Yaşar Kaplan, Bir Yay. İstanbul 1984, s. 61.)
Ey müminler, Allah’dan korkun ve (cahiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın (almayın), eğer gerçek müminler iseniz. Eğer tövbe eder faizden vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Yok, eğer bu faizi terk etmezseniz bilin ki, Allah’a ve peygamberinize karşı harbe girmişsiniz. Eğer riba almaktan tevbe ederseniz ana paranız sizindir; ve böylece ne zâlim olursunuz, ne de zulme uğramış bulunursunuz. (Bakara Suresi, 2/278-279 Ali Fikri Yavuz’un Meali) Bakara suresi’nin 278-279 ayeti kerimelerinde geçen faiz kelimesi, Diyanet İşleri Bak. mealinden tutun bir çok meal’de bile faiz kelimesi geçmemektedir. Buyrun karşılaştırın. (http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=bakara&ayet=279)
Diyanetin niçin mealinde faiz kelimesini kullanmadığını yazının ilerleyen bölümde göreceksiniz.

İslam ekonomisini, diğer sistemlerden ve özellikle kapitalist ekonomiden ayıran temel özelliklerinden biri olarak “faiz yasağı”dır. İslam, kazancın ve mülkiyetin temelinde sadece emek aramaktadır. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 55.)
Faiz insanlarda para düşkünlüğü ve zengin olma arzusu yaratır. Faiz, yoksullardan zenginlere kaynak aktarımı yapmaktadır. Faiz insanların enerjilerini üretken girişimlere harcamalarından alıkoymaktadır. (T.Kuran, İslam’ın Ekonomik Yüzleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 27.)
Marksist sosyolog Maxime Rodinson, 20. yy.da, Müslüman ülkelerde, faiz oranlarının açıkça görüldüğü, hesaplandığı, modern tekniğe dayanan kurumların ve bankaların faizle ödünç vermeye dayanan işlemleri açıkça yaptıkları bir iktisadi sistemin varlığına işaret etmektedir. (Maxime Rodinson, İslam ve Kapitalizm (çev. F. Topaçoğlu). İstanbul 2002, Akyüz Yayıncılık, s. 184.)
Faiz yasağı İslam İktisadi hayatının temellerinden birisidir. Gelin Türkiye’deki İslamcılarımız faizi meşru saymışlar ve faizi kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir.





Şimdi bu İslamcıların, Yahudi felsefesiyle ne farkı var ? Onlarda faizi ve zenginleşmeyi meşru görüyor ve yaşıyorlar, bu kapitalist İslamcılar da. Burada bunların yüzlerce örneğini veririm sizlere.
Faizi kullanan, sebepsiz zenginleşen, lüks yaşantılar içindeki İslamcılar, fikri anlamda ve yaşayışları itibariyle Judaize olmuşlardır. Bunların kapitalist Yahudilerden hiçbir farkları yoktur. Para ve sermaye dağılımlarını incelediğimizde faize ve sermayeye bakış açıları ve zihniyetleri tamamiyle Tevratiktir.
Tevrat ahlakının bütün özelliklerini taşımaktadırlar. Bunlar, peygamberin hayat prensiblerinin tam zıttı bir hayat yaşamaktadırlar. Bunların gözünde, aynı batı kapitalizmini oluşturan Protestanlık, Protestanlığı oluşturan Yahudilikteki gibi para kazanan, parası olan, sermaye sahibi insanlar itibarlı kabul edilmekte ve sözleri dinlenilmektedir. Yani Protestanlar, Yahudiler ve İslamcı kapitalistler aynı zihniyete, aynı ahlaka ve aynı düşüncelere sahiptirler. Bu üçünün buluştuğu nokta, zenginleşerek dünya’da güç elde edilmesidir. Kapitalist İslamcıların yaşadıkları İslam modeli, şu ana kadar incelediğimiz İslami kaynakların hiçbirine uymamaktadır.

Son 15 yılda Diyanetin Fetvalarını incelediğimizde Diyanetin faiz karşısındaki tutumu tamamiyle Judaize’dir. Nitekim camilere toplanılan yardımlar, vakıflara ve diğer kurslar için toplanan yardımları da göz önüne aldığımızda bu durumun Ortaçağ Engizisyonundan hiçbir farkı yoktur.
Yıllardır Diyanetin ve İlahiyat Fakültelerinin Judaize edildiğini konuşabilir miyiz?
Diyanet ve İlahiyat Fakültelerinin, Judaik zihniyet ve düşüncelerin etkisinde olduklarını söyleyebilir miyiz? Tabii ki söyleyebiliriz. Judaizm sadece bir inanç değil görünmeyen bir ideolojidir. Judaizm karşıtı olsanız bile içinde olduğunuzun farkında bile değilsinizdir. İşte diyanetin de ilahiyatçıların da içinde bulundukları durum budur. Şimdi İslamcı kesimin Sabetayizm konusunun üzerine neden gitmediklerini ve neden bu konular hakkındaki çalışmalara karşı çıktıklarını anlıyorsunuzdur sanırım.

Salim Meriç
Odatv.com

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz