Oğuz Atay’ın Hikâyelerinde ‘Kafkaesk’ Özellikler ve Dostoyevski Etkisi

Dünya edebiyatının önemli isimlerinden birisi olan Franz Kafka eserlerinde; “Toplumun, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların yarattığı adı konmamış, niteliği tam olarak açıklanmamış otoriteler karşısında tüm çıkış yolları kapatılmış bireyin ne yazık ki hiçbir zaman başarıyla sonuçlandıramayacağı sonsuz savaşımını anlatmaktadır.” (Tokdemir, Diler, 2004: 73). Kafka’nın Değişim, Yargı ve Baba’ya Mektup isimli hikâyelerinin etkilerinin, Atay’ın ilk dönem öykülerinde görüldüğü söylenebilir. Atay’ın ilk dönem öykülerinde, “Beyaz Mantolu Adam, Yeni Dergi, Eylül 1972, Unutulan, Soyut, 1972, Korkuyu Beklerken, Sinan Yıllığı, 1973” (Ecevit, 2009: 475) yalnızlık, yabancılaşma, korku, sevgisizlik gibi kavramlar ön planda yer alır. Ecevit, bu durumu şu satırlarla açıklamaktadır: “Bu öykülerin en önemli ortak özelliklerinin başında, tümünün dokusuna yoğun biçimde sinmiş olan ‘kafkaesk’ öğe gelir. Birçok dilde gündelik dil kullanım dağarcığına girmiş olan kafkaesk sözcüğü„ korku / güvensizlik / yabancılaşma / umarsızlık / umutsuzluk /yalnızlık /anlamsızlık / iletişimsizlik / terör / dehşet / suç / ceza / yargı’ gibi anlamların bileşkesidir.
Kafka’nın kurmaca dünyasındaki imgelerden beslenir. Atay’ın ilk öykülerini, 20. yüzyılın bu en sıra dışı anlatı ustasının güçlü etkisi altında oluşturduğu su götürmez… Bu öyküler, kurgu / yapı düzleminde de Kafka izleri taşırlar.
” (Ecevit, 2009: 475, 476).

Atay, ilk dönem öykülerinin ardından 1974’te tamamladığı üç öykü için, “Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At’ “9.12.1974 tarihli günlük notunda “kafamda duran üç hikâyeyi bitirdim” diye yazıyordur… Ecevit, bu öykülerin kafkaesk bir özellik taşımadığını ve  “Babama Mektup başlıklı otobiyografik metinle beraber öykülerin kitap oylumuna ulaştığını” ifade eder. (Ecevit, 2009: 490) “Oğuz Atay’ın son öyküsü “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya’ “Korkuyu Beklerken” kitabının 1975 baskısında yer almaz… 1977 yılı ekim ayında Türkiye’ye döndükten sonra ise öyküyü, ölümünden kısa bir süre önce Türk Dil Kurumu’nun „Türk Dili’ dergisine gönderir. Öykü, Atay’ın aynı yılın aralık ayında yaşamını yitirmesinden hemen sonra derginin 1978 / Ocak sayısında çıkar.” (Ecevit, 2009: 496). Atay’ın hikâyelerinde de “kafkaesk” tanımlaması altında verilen korku, yabancılaşma, iletişimsizlik, ceza, yalnızlık, umutsuzluk vb. kavramlar ön planda yer almaktadır. Bu durum, Atay hikâyelerindeki Kafka etkisinin göstergesi olarak yorumlanabilir

Dostoyevski ve Atay / Atay’daki Dostoyevski Etkisi

Oğuz Atay’ın edebi dünyasının oluşumundaki en önemli kaynaklardan birisi Dostoyevski ve onun eserleridir. Ecevit, Atay’daki Dostoyevski etkisini şu satırlarla anlatır: “Onun, 1968 yılından öldüğü yıl olan 1977’ye kadar uzanan yaşam süresi, gerçekten de tümüyle yazma ediminin odağa alındığı bir dünyada geçer. Yazar Oğuz Atay’ın bu yeni yolunda kendisine, yeniyetmelik yıllarından bu yana yanından hiç ayırmadığı bir dost eşlik eder: Dostoyevski. Oğuz Atay’ın Dostoyevski ile olan yakınlığı, yıllar içinde, bir romancı ile okuru arasındaki ilişkinin sınırlarının ötesine taşar, gerçek anlamda bir ruh dostluğuna dönüşür. Dostoyevski ve onun iç dünyalarındaki çelişkiler ortamında diplerde bunalımlar yaşayan, kendilerini acımasızca sorgulayan kahramanları; genç Oğuz Atay’ın ruhsal çalkantıları, ergen Oğuz Atay’ın varoluşsal iç hesaplaşmaları ve yazar Oğuz Atay’ın kurmaca dünyadaki arayışları sırasında en güçlü tutamak olurlar… Edebiyatı tanımak, bu yolda kendini geliştirmek isteyen kişinin ilk okuması gereken yazar Dostoyevski olmalıdır Atay’a göre… Oğuz Atay’ın „Bir Bilim Adamının Romanı’ dışında yer alan tüm metinleri, üzerindeki yoğun Dostoyevski etkisinden izler taşır. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısındaki edebiyatın odağına oturan varoluş sorunsalını, Dostoyevski motifleri ve kaynağını sinik bir mazoşizmden alan yine Dostoyevski türü bir coşku eşliğinde kurmaca düzleme taşır Atay. Türk edebiyatındaki en yoğun Dostoyevski etkisidir bu. Onun kurmaca kişilerinin neredeyse tümü, Mişkin’in içtenlikli/saf dürüstlüğünden, Raskalnikof’un coşkulu başkaldırısından ve çıldırmak üzere olan yeraltı insanının kendisiyle hesaplaşmalarından esintiler taşır.” (Ecevit, 2009, 201, 205, 206)
Oğuz Atay’ın eserlerindeki kişilerin Dostoyevski’nin eserlerindeki kişilerle benzerliği dikkat çekicidir. “Her şeyden önce, her soluklarında yaşamı, çevreyi ve her şeyden önce de kendilerini sorgulayan Oğuz Atay kişileri, oluşmalarına yol açan en güçlü ivmeyi, çağcıl birçok Batılı yazar gibi, sürekli kendileriyle hesaplaşan itirafçı Dostoyevski kahramanlarından almıştır. Toplumda tutunamayan insanları kimi yerde yüksek dozda bir natüralist tonlama eşliğinde iç burkan betimlemelerle anlatan ve romanlarından birine ‘Ezilmişler ve Aşağılanmışlar’ adını veren Dostoyevski’nin, Oğuz Atay’ı da ‘Tutunamayanlar’ başlığı taşıyan bir roman yazmaya yönlendirmiş olması güçlü bir olasılıktır… Oğuz Atay ve Dostoyevski arasındaki metinlerarası ilişki, her gerçek sanatçı için söyleyebileceğimiz özelliklere sahiptir: Atay, Dostoyevski’nin dünyasından alıp özümseyerek kendinin yaptığı kimi özellikleri, iç dünyasının ve içinde yaşadığı kültürün potasında eritir, onlardan yepyeni / özgün yaratılar üretir. Dostoyevski’den ve kendisini etkileyen diğer yazarlardan aldıklarını bir simyacı gibi kendi kültürüne dönüştürür, onları millileştirir. Bir okuruna göre, „Türkiye’nin Dostoyevski’sidir o… Dostoyevski, Atay’ın metinlerarası düzlemdeki ilham perisidir.” (Ecevit, 2009: 210 – 213)

Fatih Sakallı

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz