Şükrü Erbaş: Mutsuzluğun da bir yürek türküsü olduğunu öğreniyorum

411

Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları… 1983 yılında, kendi içimden çıkarıp dünyanın ortasına bıraktığım; kendimi, bir başkasıymış gibi kendime anlattığım; yalnızlığımı, yine kendi yalnızlığımla ete kemiğe büründürdüğüm bir varoluş acısıdır. Uçsuz bucaksız bir kalabalığın sokaklardan evlere değil de, canımdan sokaklara çekildiği bir büyük şehir korkusudur, kederidir, üşümesidir. İki çocuğun ışıklara, insanlara ve rüyalara inandığı zamanların umududur, güzelliğidir, yakarışıdır. Gencecik bir kadının, uzak yalnız soğuk yoksul yabancı bir şehri, yüreğinin o büyülü beşiğinde sallaya sallaya anne olduğu bir hayatın iç sesidir, onurudur, çırpınışıdır. Kanı içine akan yaralı bir hayvan gibi bütün bir ülkenin kendi üstüne kapandığı, darağaçlarında boğulduğu, ağzını kuyulara vererek ağladığı zamanların dip sesidir, uğultusudur, yaşama çığlığıdır. İçimizde kaybolan bütün kadınlara duyulan bir dilsiz aşktır, sevmek ağrısıdır, güzellik duasıdır.

Sonra zaman zaman, gördüğüm, tanıdığım, sevdiğim, acısını çektiğim insanlara; arzuları, rüyaları bir kan pıhtısı gibi gövdesinde kuruyan insanlara; tanrısıyla arzusu arasında parçalanan kapalı hayatların çocuklarına; baktığı bütün pencereler ölümün fotoğrafına dönen yaşlılara; yaşamasız sevgisiz gülüşsüz, yalnızca hayıftan ve ağıttan yapılmış bütün kadınlara bir kimlik gibi giydirdim. Bazen Hayal Hanım dedim, bazen Boncuk Hanım, bazen Rüya Hanım. Bir gün Şahgülü’m oldu, bir gün Keder Hanım. Sonunda 45 yıllık dünya sevincim, Köroğlu’m, canımda sonsuz bir güzelliğe, sonsuz bir ayrılığa dönüşen Hatice oldu. Şimdi artık bir hayaldir, hatıradır, yaralı bir yalnızlıktır. Şimdi benim sonsuz şiirimdir. Elimden tutan biricik ölümümdür. Hayat, insanın bütün yaşadıklarını şaşkınlığa çeviriyor, hayranlığa çeviriyor, unutma masalına çeviriyor, anlamanın azabına çeviriyor.

Bazı duygular söze gelmiyor. Söylemekle anlaşılmıyor. Kalbimizdeki boğuntu biraz daha ağırlaşıyor. Bizi, gerçeğimize biraz daha gömüyor. Dilsiz çana çeviriyor. Sonra bir gün, Ömür Hanım, parmaklarımızın baktığı yerlerden, kirpiklerimizin rüzgârlı kıvrımlarından, arzularımızın terleyen yalnızlığından bize gülümsemeye başlıyor. Biz görmeye başlıyoruz. Sevmeye başlıyoruz. Acıyı anlıyoruz. Yaşamaya inanıyoruz. Boşluk menevişleniyor. Ağaçlar var oluyor. Böcekler konuşuyor. Zaman, soluk alıyor. Gökyüzünü öpüyoruz. Dokunmanın tanrısal hazzıyla korkularımıza bile gülümsüyoruz. Sevincin günahı yok artık!

Simsiyah kapanıp yazdığım bir acı, şimdi binlerce insanda varlık buluyor, yaşama gücüne dönüşüyor. Dünyayı ve insanı kavramanın kapısını aralıyor. Yüreğin ve bedenin al yeşil atlasına sevinçler, kederler düşürüyor. İnsanların, başka hayatları saygıyla sevmesini sağlıyor. Mutsuzluğun da bir yürek türküsü olduğunu, ben de insanlarla birlikte yeniden öğreniyorum. Sözün gücüne ne kadar inanırsam inanayım, yazdığım yıllarda Ömür Hanım’ın varacağı yerleri bilemezdim. Sanırım kimse de bilemezdi. Şimdi biliyor muyum, hayır. Anlamaya çalışıyorum. Elimden gelen sadece bu. Hüzünle seviniyorum…

Kaynak: Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya’dan

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz