Balam, taşa dokunacaksan, elin sıcak mı diye/ yüreğinin üstüne koy, taşın da canı var.*
Ey ölümün yirmi dokuz harfi, kötülüğün nefret ayetleri, kibrin küçücük tanrıları… bizim o körpecik oğullarımız kızlarımız, ellerinin yüreklerinin sonsuz güzelliğiyle gelmişlerdi, bozkırın baş dönmesi o güzel kente. Gökkuşağının yedi renginden bir düğün alayıydılar. Sesleri çimenli çiçekli korulardı. Gözleri birer gök bahçesiydi. Ayakları binlerce evi yollara düşürmüş göldü, ırmaktı, deniz rüyasıydı. Başka hayatların acısından, sevincinden, yoksulluğundan, umudundan yapılmışlardı. Gövdeleri incecik birer barış elifiydi, özgürlüğün başı bulutlarda cümlesiydi. Güzeldiler. İyiydiler. Doğruydular.
Biz, can evimizden bir salkım sevinç gönderdik, siz o sevincimizi çığlığa çevirdiniz. Ölümle çevirdiniz, gözyaşıyla çevirdiniz, yalnızlıkla çevirdiniz, öfkeyle çevirdiniz… ama asla korkuyla değil. Korku sizin varlığınızın mayasıdır, bizim değil. Bizim her birimizin şimdi binlerce oğlu, kızı var. Siz, çocuğunuzdan bile korkarak çürüyeceksiniz. Biz, bin yıl sonra da aynı saygıyla, hasretle çocuklarımızı seveceğiz. Bizim sevgimizin zaman ölçüsü yok. Ey sabahlar –diyeceğiz- ey akşamlar, yazlar, tenha yapraklar, al yeşil arzular… ey aralık kapılar, gözyaşı boyalı perdeler, alın çizgileri, kuruyan boğazlar, kirpik döken öfke… her saniyesi bin ölüm bekleyişler, bilmenin çeki taşı, acının onuru, haklı olmanın çaresizliği… ah bizim oğullarımız, kızlarımız… sizin büyük hatıranızı, bizim büyük yalnızlığımızı hafifletecek bir zaman ölçüsü olabilir mi hiç?
Ya siz, ey zulmün sahipleri, çirkinliğin kapıkulları, haysiyet yoksulları… sizin nefretinizin bir ölçüsü var mı peki? İnanacağınız bir Tanrı, insan olacağınız bir merhamet kaldı mı? Bu kadar büyük bir mezarın üstünde nasıl oturacaksınız? Bir gün en yakınlarınız sizin ölünüzün başında, siz en yakınlarınızın ölüleri başında dönüp duracaksınız. Yok, yanlış oldu, dönüp durmayacaksınız, ölülerinizi bırakıp daha ölümcül bir korkuya kaçacaksınız. Biz yine de inceliği elden bırakmayalım, o son gününüzde size Shakespeare’den birkaç lanet cümlesi çok uygun bir dua olacaktır: Hepinize uzun, nefretle dolu ömürler dilerim / Sizi yılışık, yapışkan aşağılıklar sizi! / Kibar kıyıcılar, centilmen kurtlar, uysal ayılar / Sizi servet soytarıları, otlakçılar, iyi gün sinekleri!
Ekim-2016 / Ocak-2017 / Oggito
* Gökmen Sambur’dan