Rousseau: Korkuları beklemek, karşılaşmaktan daha korkunçtur

Yalnız Gezerin Düşlemleri

İşte, yeryüzünde yalnızım; kendimle baş başayım; artık ne kardeşim var, ne benzerim, ne de dostum. İnsanların en seveceni, en cana yakını, bu insanlar arasından söz birliğiyle çıkarıldı. Bunlar, düşmanlıklarını hainliğin son sınırına götürerek, duyarlı ruhuma hangi üzüntünün daha çok dokunabileceğini araştırdılar ve beni kendileriyle birleştiren bağların hepsini kesip attılar. Kendileri istemeseler de, onları sevebilecektim; sevgimden ancak insan olmaktan çıkmak yoluyla kurtuldular. Öyle istediklerine göre, şimdi benim için yabancı, adı sanı bilinmeyen insanlar onlar; birer hiçler! Ama, onlardan ve her şeyden sıyrılmış bulunan ben neyim? Bana bunu araştırmak kalıyor. Ne çare ki, önce benim durumuma bir bakmak gerek; sözü benzerlerimden kendime aktarmak için de gerekli bu.

Bu garip duruma düşeli on beş yıldan çok geçtiği halde, yine de düş gibi geliyor. Hala sindirim güçlüğü çektiğimi, kötü uyuduğumu ve uyanınca dostlarıma yine kavuşacağımı sanıyorum. Evet, hiç kuşkusuz, ayrımına varmadan uyanıklıktan uykuya, daha doğrusu yaşamdan ölüme geçmiş olacağım. Her nasılsa, eşya doğasından çıkarak, içinde bir şey seçemediğim bir düşleme yuvarlandım. Ve bugünkü durumumu ne denli çok düşünürsem, nerede bulunduğumu o denli az anlıyorum.

Ah, varacağım sonu önceden nasıl anlayabilirdim; beni pençesine aldığı bugün bile anlayamıyorum. Hiç değişmeyen, hala ne idiyse o olan benim, bir gün gelip bir canavar, zehir saçan bir adam, bir öldürmen (katil) sayılacağımı, insanoğlunun nefret ettiği ayak takımının oyuncağı olacağımı, gelen geçenin beni yüzüme tükürerek selamlayacağını, bütün bu kuşağın söz birliğiyle beni diri diri gömmekten hoşlanacağını kestirmeye sağduyum izin verir miydi? Şaşkınlık ve katlanamayış, beni on yıldır dinmeyen bir sabuklama nöbeti içine attı. Bu sürede de yanlış üstüne yanlış, budalalık üstüne budalalık yaparak, önlemsizliğimden dolayı talihimi ellerine alanlara yazgımı kesin olarak belirlemeye yarayacak birçok silah vermiş oldum.

Uzun zaman boşuna var gücümle çırpındım. Becerikli, ikiyüzlü, usta ve önlemli olmadığım gibi, açık sözlü, sabırsız ve çabuk kızar bir kişi olduğum için çırpındıkça daldım ve düşmanlarıma, bana yeni yeni kötülükler etme konusunda, asla savsaklamadıkları fırsatları verdim. Sonunda, çabamın yararsızlığını, boşuna üzüldüğümü görüp, geri kalan tek karara vardım ki, o da yazgıya başkaldırmadan boyun eğmekti. Acı ve boşuna bir karşı koymanın yorgunluğuyla uzlaşamayan o her şeye katlanmanın verdiği dinginlikle derdimi unutabildim.

Bu dinginliğe bir etken daha karıştı. Acımasız düşmanlarım, bana çektirme konusunda daha başka düzenler düşünürken birini unuttular ki, o da her seferinde yeni bir darbe indirerek acımasızlıklarının etkisini sürekli tazelemekti. Bana ufak bir umut ışığı bırakmak becerisini gösterseydiler, bu umut sayesinde beni hala ellerinde tutar, oyalayabilir, gerçekleşmeyen bekleyişimle beni yeni bir üzüntüye mahkûm edebilirlerdi. Ancak, ellerindeki araçların hepsini birden kullanmadan tükettiler; bana hiçbir şey bırakmamakla kendilerini de her şeyden yoksun ettiler. Beni boğdukları kara çalma, alay, rezillik ve aşağılanma ne artabilir, ne de eksilebilir; ne onlar yeğinleştirebilirler, ne de ben bundan sıyrılabilirim. Perişanlığımı en son sınırına vardırmakta öyle çok çabaladılar ki, bütün insan gücü, cehenneme özgü bütün hilelerin yardımıyla bile, ona hiçbir şey katamaz. Beden sızısı bile bu acıyı çoğaltacağına avutur, beni inletirken içimi çekmekten kurtarır; vücudumun parçalanması yüreğimin parçalanmasını durdurur. Artık her şey oldu; daha ne korkum var onlardan? Beni daha kötü bir duruma getiremeyeceklerine göre, yeni korkulara düşüremezler. Kaygı ve korku, işte sayelerinde kurtulduğum iki bela; bu da bir kazançtır. Gerçek dertler beni daha az etkiler; uğradığım dertlere katlanırım, ama korktuklarıma asla. Onlar telaşlı düşlemimle türlü biçimlere girer; genişler, büyür; onları beklemek, karşılaşmaktan daha korkunçtur; tehdit, vuruşun kendisinden daha kötü. Ama gerçekleştiler mi düşlemlikleri yitip asıl niteliklerini bulurlar. O zaman, bu dertleri sandığımdan daha hafif görür ve acılar ortasında ferahlarım. Öylece herhangi yeni bir kaygıdan ve umutsuzluğun üzüntüsünden kurtulur, hiçbir şeyin daha çok ağırlaştıramayacağı bir duruma alışma sayesinde günden güne daha kolay çeker olurum ve zamanla duyarlığım azaldığı için onu uyandırmak güçleşir. Düşmanlarım, düşmanlıklarının bütün araçlarını hesapsızca tüketmekle, bana öyle bir iyilik ettiler; beni egemenlikleri altında tutamaz oldular. Ben de artık onlarla eğlenebilirim.

Henüz iki ay geçmemiştir ki, yüreğime yeniden tam bir erinç geldi. Çoktan beri hiçbir şeyden ürkmez olmuştum; ama hala umudum vardı. Ve, kimileyin beslenen, kimileyin aldatılan bu umut, binbir türlü istek ve düşüncenin beni alt üst etmesine araç olmuştu. Hüzünlü ve aynı zamanda beklenmeyen bir olay, sonunda yüreğimdeki bu zayıf umut ışığını da söndürerek yeryüzündeki yazgımı kesin bir biçimde belirledi. O günden beri koşulsuz bir boyun eğiş içine girdim ve dinginliğe kavuştum.

Bana karşı olan düzeni bütün olarak görmeye başlar başlamaz, sağ kaldıkça, halkı yeniden kendimden yana çevirmeyi başaramayacağımı iyice anladım; aslında karşılıklı olmasına olanak kalmayan bu barışın artık bir yararı da yoktu. İnsanlar bundan sonra bana dönseler de, beni bulamayacaklardı. Onlarla ilişkilerim, bana aşıladıkları beğenmezlik yüzünden hem anlamsız, hem de benim için bir yük olacaktı; yalnızlığımda onlarla birlikte yaşamakta bulamayacağım bir mutluluk buluyorum; insanlar, toplum yaşamının bütün zevkini yüreğimden kopardılar. Artık bu yaşta o zevki duyamam; iş işten geçti. Bundan böyle iyilik de kötülük de etseler, onlardan gelen her şeye karşı ilgisizim; ne yaparlarsa yapsınlar, karşıtlarım benim için bir şey yapamazlar.

Ama yine geleceğe bel bağlıyor, daha insaflı bir kuşağın, bugünkü kuşağın benim için verdiği yargıları ve bana uygun gördüğü davranışı inceleyerek, kendisini yönetenlerin hilesini ortaya çıkaracağını ve sonunda beni olduğum gibi göreceğini umuyorum. Bu umuttur ki, bana “Konuşmalar”ımı yazdırdı ve (beni), onları gelecek kuşaklara bırakma konusunda delice bin türlü girişime yöneltti. Uzak bir gelecekle ilgili olan bu umudum, (beni) yaşadığım dönemde henüz insaflı bir yürek ararken kapıldığım yürek çarpıntılarına düşürdü; uzaklaştırmak istediğim o umutlar, aynı zamanda beni bugünün insanlarının oyuncağı durumuna koyuyordu. Bu bekleyişimi ne üzerine kurduğumu “Konuşmalar”ımda söyledim. Oysa yanılıyormuşum. Yanıldığımı, son saatimde ve henüz zaman geçmeden bir kaygısızlık ve dinlenme arası bulabilecek denli erken anladım. O ara, sözünü ettiğim dönemde başladı; artık kesilmeyeceğini sanmama yola açan kimi nedenler var.

Halkın benden yana döneceğini ummaktaki yanılgımı yeni yeni düşüncelerle ölçmeden gün geçmiyor; bunda zamanın etkisini bile beklemek yanlıştı; çünkü yetişenler bile, bana gelince, kişiliğime kin güden topluluklardan birbirini boyuna izleyen rehberlerce yönetilmektedirler. Kişiler ölür, ama topluluklar ölmez. Onlarda aynı tutkular ve alışkanlıklar yaşar; düşmanlıkları da bunu aşılayan kötü bir ruh gibi ölmez olduğundan, aynı çabayı sürdürür gider. Düşmanlarımın hepsi birer birer göçtüğü zaman bile, doktorlarla küçük kilise söylevcileri hala yaşıyor olacaktır. Düşmanlarım yalnızca bu doktorlar, söylevciler olarak kalsa bile, yaşarken nasıl beni rahat bırakmadılarsa, ben öldükten sonra da ölümü rahat bırakmayacaklarından emin olmalıyım. Gerçekten gücendirdiğim doktorlar, belki zamanla yatışırlar; ama, sevdiğim ve saydığım, çok güvendiğim bu kilise adamları, yarı keşiş söylevciler, her zaman amansız olarak kalacaktırlar. Benim suçum, onların insafsızlığından doğmuştur; bir suç ki, onurları bağışlamayacak ve düşmanlığını durmadan beslemeye, ateşlendirmeye çalışacakları halk, en az kendileri denli düşman kalacaktır.

Yeryüzünde benim için her şey bitti. Artık bana burada ne iyilik edebilirler, ne de kötülük. Bu dünyada umacağım ya da korkacağım şey kalmadı; uçurumun dibinde rahatım; mutsuz bir ölümlü ve Tanrı’nın kendisi gibi duygusuz.

Bundan böyle benim dışımda olan her şey bana yabancıdır. Yeryüzünde ne yakınım kaldı, ne benzerim, ne de kardeşim. Yerin üzerinde, başka bir gezegenden düşmüş gibiyim. Çevreme baktıkça herhangi bir şeyi seçebiliyorsam, bu yüreğimi parçalayan bir şeydir ve benimle ilgili olan her neyi görsem beni ya başkaldırıya iten ya da acıya düşüren bir nesnedir. Boş yere üzüntü veren acı konulardan ayrılalım. Avuntuyu, umudu ve sessizliği ancak kendimde bulduğum için, ölene dek yalnızım, kendimden başka hiç kimseyle uğraşmayacağım ve uğraşmamayı istiyorum. İşte böyle bir durumdadır ki, bir zamanlar “itiraflarım” dediğimin, insafsız ama içten incelemesini sürdüreceğim. Son günlerimi, kendimi incelemek ve yakında kendi hakkımda vereceğim hesabı şimdiden hazırlamakla geçiriyorum. Kendimi bütünüyle ruhumla konuşma zevkine bırakayım. O ruh ki, insanların elimden alamayacakları tek şeydir. Üzerlerinde durarak içimdeki eğilimleri düzene koymayı ve bunlarda kalan kötülüğü düzeltmeyi başarırsam, büsbütün gereksiz olmamış olur. Ve artık bu dünyada hiçbir işe yaramadığım halde, son günlerimi boşuna geçirmiş olmam. Her günkü gezintilerim, çoğunlukla, unuttuğuma üzüldüğüm nefis görünümlerle dolmuştur. Hâlâ anımsayabildiklerimi yazacağım, onları okudukça hazzım yenilenecek. Yüreğimin layık olduğu ödülü düşünürken dertlerimi, bana acı verenleri ve düştüğüm aşağılık durumu unutacağım.

Bu sayfalar, düşlemlerimin ancak düzensiz bir anı defteri olacak. Onlarda kendimden çok söz edilecek, çünkü yalnızlık içinde düşünen bir adam, doğal olarak kendisiyle uğraşır. Ama, gezerken aklıma gelen başka düşüncelerin hepsine yer verilecektir. Düşündüklerimi aklıma geldikleri gibi söyleyeceğim ve aralarında, bir gün önceki düşüncelerle ertesi günküler arasında ne denli az ilgi varsa, o denli az ilgi olacaktır. Ancak bunlar, düşmüş olduğum bu garip durumda, zihnimin durmaksızın beslendiği duyguları ve düşünceleri anlatma sayesinde özyapımla huyumu daha iyi tanıma fırsatını verecek. Böylece şu sayfalar “itiraflarım”a bir ek olarak görülebilir; ancak onlara “itiraf” adını vermiyorum; çünkü bu yolda söyleyecek bir şey kalmadı. Yüreğim mutsuzluğun ateşinde temizlendi; ne denli dikkatle araştırırsam araştırayım, onda ayıplanacak herhangi bir eğilimi bulamaz gibiyim. Bütün dünya sevgileri o yürekten koparıldıktan sonra, daha ne itirafım olabilir? Kendimi ne öveceğim var, ne de yereceğim; artık insanlar arasında bir hiçim; onlarla gerçek ilişkim kalmadığından, hiçten başka bir şey olamam. Hiçbir iyilikte bulunamaz oldum ki, kötülüğe çevrilmesin; kendime ve başkasına zarar vermeksizin davranamıyorum; her şeyden kaçınma, elimden geldiğince yerine getirdiğim bir görev biçimine girdi. Ama vücudumun bu devinimsizlik ve işsizliğine karşın, ruhum hâlâ etkindir; hâlâ düşünceler, duygular doğuruyor ve sanki onun içsel yaşamı dünyasal, maddesel her türlü ilginin kesilmesiyle artmıştır. Vücudum şimdi benim için ancak bir engel, bir yük olup gücüm yettiğince ondan sıyrılmaya bakıyorum.

O denli acayip bir durum, elbette ki çözümlenmeyi ve betimlenmeyi gerektirir. İşte son boş zamanlarımı bu incelemeye ayırıyorum. Bu işi başarmak için, düzenli ve yöntemli olmalı; ama, bu benim gücümün üstündedir; aslında ruhumun değişikliklerini ve bunların aşamalarını öykülemek, beni amacımdan uzaklaştırır. Ben, bir bakımdan, kendi üzerimde, havabilimcilerin havayı her gün anlamak için giriştikleri işlemi yapacağım: basınçölçeri ruhuma uygulayacağım ve iyi yönetilmiş, uzun zaman yinelenmiş bu işlem, bana havabilimcilerin vardıkları sonuçlar kadar güvenilir sonuçlar verecektir. Ama bu girişimimi, onlara dek genişletmiyorum. İşlemi, bir yöntem haline getirmeye çalışmaksızın, kaydetmekle kalacağım. Başka bir amaçla Montaigne’inki gibi bir girişimde bulunuyorum; çünkü o, “Denemeler”ini başkaları için yazmışken, ben düşlemlerimi yalnızca kendim için yazmıyorum. Daha yaşlanıp göçmem yakınlaştığında, umduğum gibi bulunduğum durumda kalmışsam, onları okumak bana yazmaktan aldığım zevki anımsatacak ve geçmiş zamanı canlandırmakla ömrümü iki katına çıkaracaktır. İnsanlara karşın toplumsal yaşamın tadını hâlâ tadabilecek, kendi yaşlı durumumda, benden daha az yaşlı bir dostla yaşıyormuş gibi yaşayacağım.

İlk “İtiraflar”ımla “Konuşmalar”ımı düşmanlarımın aç ellerinden kurtarıp, gücüm yeterse gelecek kuşaklara ulaştırmak kaygısıyla yazıyordum. Bu yapıtımı kaleme alırken aynı kaygıyı duymuyorum; bunun gereksiz olduğunu biliyorum; Artık, insanların beni daha iyi tanımaları isteğim söndüğünden, yüreğimde, belki bugün hepsi yok olmuş bulunan gerçek yazılarımla masumluğumun belgelerinin sonunun ne olacağı konusunda derin bir ilgisizlikten başka şey yoktur. Eylem ve davranışlarımın izlenmesi, bu sayfaların merak uyandırması ve çalınması, ortadan kaldırılması ya da değiştirilmeleri gibi olasılıkları, artık umursamıyorum. Yazılarımı ne gizliyor, ne de kimseye gösteriyorum. Ben sağken onları ele geçirmekle, ne yazmaktan aldığım zevki, ne içindekilerin anısını, ne de yalnızca ürünü oldukları ve kaynağı ancak benimle birlikte dinecek düşüncelerimi benden alabilirler. Yıkımlarım başlar başlamaz talihime başkaldırmamayı ve bugün verdiğim kararı vermeyi bilseydim, insanların bütün çabalarıyla korkunç düzenleri üzerimde etkisiz kalır, onlar da rahatımı bugünkü başarılarıyla nasıl bozamıyorlarsa, o tarihte dahi hileleriyle bozamazlardı: Düştüğüm aşağılık durumun keyfini serbestçe sürsünler; benim, masumluğumdan zevk almama ve kendilerine karşın yaşamımı erinç içinde bitirmeme engel olamazlar.

Jean-Jacques Rousseau
Yalnız Gezerin Düşlemleri
[Birinci Gezi]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz