Mutluluğu ve Mutsuzluğu Bakımından İnsanlığın Doğal Durumu Üzerine

Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun içindedirler; ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır. Çünkü savaş, sadece muharebeden veya dövüşme eyleminden ibaret olmayıp, mücadele etme iradesinin yeterince bilindiği bir zaman süresinden oluşur….

İnsanlar doğuştan eşittir, doğa, insanları bedensel ve zihinsel yetenekleri bakımından öyle eşit yaratmıştır ki, bazen bir başkasına göre bedence çok daha güçlü veya daha çabuk düşünebilen birisi bulunsa bile, her şey göz önüne alındığında, iki insan arasındaki fark, bunlardan birinin diğerinde bulunmayan bir üstünlüğe sahip olduğunu iddia etmesine yetecek kadar fazla değildir. Çünkü bedensel güç bakımından en zayıf olan kişi, ya gizli bir düzenle ya da kendisi ile aynı tehlike altında olan başkalarıyla ittifak kurarak, en güçlü kişiyi bile öldürmeye yetecek kadar güçlüdür.

Zihinsel yeteneklere gelince, (…) zihinsel yetenekler konusunda, insanlar arasında kuvvet bakımından olduğundan daha büyük bir eşitlik buluyorum. Çünkü basiret, adil olan zamanın bütün insanlara eşit olarak bahşettiği ve insanların kendilerini eşit ölçüde verdikleri işlerde eşit ölçüde edindikleri deneyimden başka bir şey değildir…. Çünkü insanların doğası öyledir ki, başka birçoklarının daha zeki veya daha güzel sözlü veya bilgili olduklarını kabul etse de, kendileri kadar zeki çok fazla insan bulunduğuna kolay kolay inanmazlar, çünkü kendi zekâlarını iyi tanırlar, başkalarının zekâsını ise uzaktan. Fakat bu, insanların bu alanda eşitsizliğini değil, tersine, eşit olduklarını kanıtlar. Çünkü bir şeyin eşit pay edildiğinin en büyük kanıtı, herkesin kendi payından memnun olmasıdır.

Bu yetenek eşitliğinden amaçlarımıza erişme umudunun eşitliği doğar. Bundan dolayı, iki kişi aynı anda sahip olamayacakları bir şeyi arzu ederse, birbirlerine düşman olurlar ve esas olarak varlığını korumak ve bazen de sadece zevk almak amacı uğruna, birbirlerini yok etmeye veya egemenlik altına almaya çalışırlar. Bu nedenledir ki, bir istilacının bir başkasının gücünden korkmadığı bir durumda, eğer eker, bier, yapı kurar ve kendisine iyi bir edinirse, başkalarının onu yalnızca emeğinin ürününden değil, canından veya özgürlüğünden de yoksun kılmak için güçlerini birleştirip gelmeleri beklenebilir. Ancak yeni istilacı da başka bir istilacının tehdidi altındadır.

Herhangi bir kimsenin başkalarına olan güvensizliğinden kurtulması için, kendisi için tehlikeli olabilecek kadar büyük başka bir kuvvet kalmadığını görünceye kadar, cebren veya hileyle, olabildiği kadar çok insanı hâkimiyeti altına almasından başka akla yatkın bir yol yoktur. Bu aslında sadece kendi güvenliğini talep etmesi demektir ve genelde bunu elde eder. (…) Hepsini korkutmaya yeterli bir güç olmadığı vakit, insanlar arkadaşlıktan zevk almazlar (aksine mutsuz olurlar). Çünkü herkes arkadaşı tarafından kendi kendine biçtiği değer ölçüsünde değer verilmesini ister. Hakir görme ve küçümseme belirtileri gördüğünde ise, doğal olarak (…) şiddet kullanarak bu iftiracıları korkutmaya ve diğerleri için (şiddet yönünden) örnek olmalarını sağlamaya çalışır.
Bu durumda, insan doğasında üç temel kavga nedeni buluruz: Birincisi rekabet, ikincisi güvensizlik, üçüncüsü de şan ve şeref. (…)
Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun içindedirler; ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır. Çünkü savaş, sadece muharebeden veya dövüşme eyleminden ibaret olmayıp, mücadele etme iradesinin yeterince bilindiği bir zaman süresinden oluşur…. Nasıl kötü havanın doğası bir veya iki yağmur sağanağından ibaret olmayıp, birçok günlerin eğiliminden oluşursa, savaşın doğası da çarpışma eyleminden ibaret olmayıp, tersine, bir güvencenin bulunmadığı, çarpışmaya yönelik kesinleşmiş eğilimden oluşur. Bunun dışındaki bütün zamanlarda BARIŞ vardır.
Dolayısıyla, herkesin herkese düşman olduğu bir savaş zamanı nelere yol açıyorsa, insanların kendi güçlerinden ve yaratıcılıklarıyla sağladıkları şeylerden başka güvenceleri olmadan yaşadıkları bir dönem de aynı şeylere yol açar. Böyle bir ortamda, çalışmaya yer yoktur çünkü çalışmanın karşılığı belirsizdir ve dolayısıyla toprağın işlenmesine de yer yoktur; ne denizcilik, ne deniz yoluyla ithal edilebilecek malların kullanılması, ne rahat yapılar, ne fazla güç gerektiren şeyleri kaldırmak ve taşımak için gereken şeyler, ne yeryüzü hakkında bilgi, ne zaman hesabı; ne sanat, ne yazı, ne de toplum vardır. Hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır. İnsan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısadır.

Thomas Hobbes
Anglikan bir papaz rahibinin oğlu olan Thomas Hobbes (1588-1679) Güney İngiltere’de doğdu ve Oxford’da eğitim gördü. Birçok genç aristokrata özel ders verirken hem birçok eseri okumaya fırsat buldu hem de ana kıtaya yaptığı seyahatlerde Avrupalıların fikirleriyle, özellikle de Fransız ve İtalyan düşünürlerin eserleriyle karşılaştı. 1640 öncesinde birçok politik risale yazmış olmasına rağmen o yıl başlayan ve çok uzun süren İngiltere Krizi fikirlerine odaklamasını ve acilen yazmasını sağladı. Paris’te sürgünde iken 1651 yılında Leviathan’ı bitirdi; bu eser hükümet otoritesinin kaynağı ve amaçları konusundaki görüşlerini tamamen yansıtıyordu. Çeşitli sebeplerle hem Püriten cumhuriyetçilerin hem de Stuartçı kraliyet yanlılarının tepkisini çeken Hobbes’un eseri yine de politik teorinin en bilinen klasiklerinden biri oldu ve öyle kaldı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz