DENEMELER: DAVRANIŞLARIMIZIN DEĞİŞKENLİĞİ ÜZERİNE – MONTAIGNE

İnsan eylemlerini denetlemekle uğraşanlar, bunları bir araya getirmek ve aynı günde sergilemek söz konusu olunca hiç görülmemiş güçlüklerle karşılaşır. Bu, insan eylemlerinin sanki aynı temellere dayanmaları mümkün değilmişçesine çelişkili oluşundan kaynaklanır. Marius da gençliğinde kendini bu şekilde bazen Mars’ın, bazen Venüs’ün oğlu gibi hissediyordu. Papa VIII. Boniface’ın görevinde bir tilki gibi olduğu, bir aslan gibi davrandığı ve bir köpek gibi öldüğü söylenir. Yoksa acımasızlığın gerçek sembolü olan Neron’un bir hükümlünün davasında âdet olduğu üzere idam kararının kendisine imzalattırıldığı sırada –bir adamı ölüme mahkûm ederken yüreğinin bunca daraldığına– “Tanrım keşke yazmayı hiç öğrenmeseydim!” diye haykırdığına kim inanabilirdi. Bu türden o kadar sayısız örnek vardır ki, her birimiz bunlardan birçoğunu kendisi için kurgulayabilir. Bazen zeki kişilerin bu parçaları kendilerine uydurmak konusunda bir hayli sıkıntıya girdiklerini görmek tuhafıma gidiyor; çünkü, kararsızlık bana insan doğamızın en sıradan ve en gözle görülür kusuru gibi geliyor. Kaba güldürü yazarı Publius (Syrus)’un şu ünlü dizesi buna tanıklık eder:

“Üzerinde yeniden durulamayacak denli kötü bir çözümlemedir bu.” (Aulus Gellius’a göre, Publius Syrus, XVII, 14)

Bir insanı varoluşunun en sıradan çizgilerine göre yargılamak akla uygun gelebilir; ama iş gelenek ve kanılarımızın doğal değişkenliği konusuna gelince iyi yazarların bile bizden sağlam ve değişmez bir yapı oluşturmakta diretmeleri bana hata gibi geliyor. Onlar evrensel bir örnek seçip, bu görünüş üzerinden bir kişinin tüm eylemlerini sınıflandırıyor ve yorumluyorlar; bu bağlamda yeterince deformasyon yapamıyorlarsa, bunda bir ikiyüzlülük görüyorlar. Buna rağmen Auguste onlardan kurtulmayı başarmıştır; bu kişi, tüm yaşamı boyunca sürekli olarak pek gösterişli, pek ani davranış çeşitliliği sergilemiş ve en çetin mizaçlı yargıçların cesaretini kırmış olduğundan çözümlenmemiş bir sorun olarak kaldı. Benim için değişmezlik, insanlarda inanmakta sıkıntı çektiğim, değişiklik ise daha rahatça inandığım bir şeydir. Eylemlerini tek tek ayrıntılarıyla yargılayan kişinin gerçeğe yaklaşma şansı daha yüksektir.

Eski çağda, yaşamlarını bilgeliğin başlıca hedefi olan kesin ve durağan bir tasarıma uydurmuş olan bir düzine insan bulmak oldukça zordu. Çünkü “tümünü bir sözcükle özetlemek üzere” der bir eski kişi, “bir seferde yaşamımızın tüm kurallarını kucaklamak için, istemek ve hiç durmaksızın aynı şeyi istememek gerekir”. “Buna ilave edecek hiçbir şeyim yok” diye ekler bu kişi, “yeter ki istenç doğru olsun”; eğer öyle olmazsa, onun gerçekten her zaman bir olması mümkün değildir. Gerçekten de bir zamanlar, kusurun sadece bir kuralsızlık ve bir ölçülülük yoksunluğu olduğu bilincine vardım. Dolayısıyla da, sebatın bununla bağdaşması olanaksızdır.

Demosthenes her erdemin başlangıcının derin düşünme ve enine boyuna değerlendirme olduğunu söylemiştir. Eğer tutulacak yolu düşünce yoluyla belirlemeye karar verseydik, en iyi yolu tutacaktık; ama kimse bunu düşünmüyor:

“Neyi istediyse vazgeçer o; terk ettiğini yeniden ister; her zaman kararsızdır ve yaşamı sürekli bir çelişkidir.” (Horatius, Mektuplar, I, ı, 98)

Her zaman yaptığımız gibi, sola sağa, yukarıya aşağıya, koşullar rüzgârının bizi götürdüğü yere doğru arzumuzun değişikliklerini izlemektir. İstediğimiz anda sadece istediğimiz şeyi düşünür ve yaşadığı yerin rengini alan şu hayvan gibi değişiriz. Ansal olarak yapmaya niyet ettiğimiz şeyi hemen değiştirir, ardından bir kez daha değiştirir, hareket ettiğimiz noktaya döneriz. Tüm bunlar huzursuzluk ve kararsızlıktan başka bir şey değildir;

“Başkalarının iplerle oynattığı tahtadan kuklalar gibi yönetiliyoruz.” (Horatius, Satirler, II VII, 62)

Kendi kendimize gitmeyiz; suyun çalkantılı ya da sakin oluşuna göre bazen dingin, bazen şiddetle bata çıka yüzen şeyler gibi sürükleniriz;

“İnsanın ne istediğini bilmediğini ve durmadan araştırdığını, böylece yükünden kurtulabilirmiş gibi  sürekli yerini değiştirdiğini görmüyoruz.” (Lucretius, III, 1070)

Her gün yeni bir düşünceyle ruhsal halimiz, zamanın keyfine uygun olarak değişir,

“İnsanların düşünceleri Jüpiter’in onlara gönderdiği güneşin bereketli ışınlarıyla değişir. (Cicero tarafından Odysseia’dan çevrilmiş, XVIII, 135 ve Aziz Augustinus’un Tanrı Devleti’nde V, XXVIII. Kullanılan dizeler)

Çeşitli görüşler arasında bocalayıp, hiçbir şeyi özgürce, tam ve sürekli istemeyiz.

Bir kişinin kafasına bazı yasalar ve bazı yönetim ilkeleri kazınmış ve yerleşmiş ise, biz bu kişinin tüm yaşamında törelerin ışıldadığını ve şeylerin yanılmaz bağ ve düzenini görürüz.

Empedokles, Agrigentolular arasında bu tutarsızlığı fark etmişti; onlar, ertesi gün kesin ölecek gibi dünyevi zevkleri terk ediyor, bununla birlikte hiç ölmeyeceklermiş gibi yeni şeyler yaratıyorlardı.

Genç Cato’da görüldüğü gibi düzenli bir kişinin yaşamı kolayca açıklanabilir. O, klavyenin tüm tuşlarına vurur gibi bir tek tuşa basmıştır. Böylece kimsenin yadsımadığı seslerin güzel bir ahengi ortaya çıktı. Bizdeyse, tam tersine, bunca eylemin karşısında bunca özel yargılama söz konusudur. Bana göre en emin olanı, daha uzakta aramaksızın ve sonuç çıkarmaksızın kendi özel koşullarına bağlı kalmak olurdu.

Talihsiz toplumumuzu sarsan karışıklıklar sırasında bana, bulunduğum yerin çok yakınında bir yerde, evinde konuk ettiği bıçkın bir askerin saldırısından kurtulmak için kendini pencereden atmış olan bir kız getirildi. Kız yere düşüp ölmeyince, intihar girişimini tamamlamak için boğazını bıçakla kesmek istemişti. Ona engel olunmuş, ama yine de ağır biçimde yaralanması önlenememişti. Kız askerin onu başlangıçta sözlerle, sarkıntılıklarla ve hediyelerle sıkıştırdığını kabul ediyordu; ama sonra askerin kendisini zorlayacağından korkmuştu. Sözlerin ötesinde, davranışı ve akan kanı başka bir Lucretra[1] örneği yaratarak anlattığını doğruluyordu. Oysa gerçekte, olanlardan önce ve olanlar sırasında kızın kolay elde edilebilir bir yapıda olduğunu öğrendim. Öykünün anlattığı gibi, ne kadar iyi ve onurlu olursanız olun, gönül oynaşınızın iffeti konusunda kesinkes fazlaca çabuk karara varmayın; işine geldiği gibi kabul et demek değildir bu.

Antigonos, hekimlere, cesaretinden ve yiğitliğinden dolayı sevdiği bir askeri uzun süreden beri çektiği gizli hastalıktan kurtarmalarını buyurdu. İyileştikten sonra, savaşma isteğinin azaldığını fark ederek onu böyle değiştirenin ne olduğunu ve onu neyin yüreksiz kıldığını sordu. Asker “Yaşamımdan bezdiren sıkıntıları bertaraf ederek bunu bizzat siz yaptınız, soylu efendim” diye ona yanıt verdi. Düşmanlar tarafından soyulan Lucullus’un askeri, onlara bütün gücüyle saldırarak öcünü aldı. Asker yitirmiş olduklarını yeniden elde ettikten sonra, onu gözü tutan Lucullus, akla gelebilecek en güzel yüreklendirici sözlerle askeri tehlikeli bir işte görevlendirdi:

“Bir ödleği bile yüreklendirmeye yönelik sözlerle.” (Horatius, Mektuplar, II, II, 36)

“Siz kendinize soyulmuş yoksul bir asker bulun efendim” diye cevap verdi asker;

“Kaba olsa da yanıt verdi: “Servetini yitiren canının istediği yere gidecektir.” (Horatius, Mektuplar, II, II, 39)

ve o göreve gitmeyi kesinlikle reddetti. Osmanlı Padişahı Mehmet’in savaşta kararlılığıyla örnek teşkil eden yeniçerilerin başı Hasan’a, birliklerinin Macarlar tarafından çökertildiğini görünce, kırıcı biçimde çıkıştığı söylenir. O zaman Hasan, birliğinin halini görünce, tek yanıt olarak ortaya çıkan ilk düşman topluğuna elde silah öfke içinde yalnız başına saldırır ve düşmanın arasında kaybolur. Bu hareket; kendini aklamaktan çok belki de bir tavır değişikliğidir.

Bugün çok ödlek olan kişiyi yarın çok cesur görmek sizi şaşırtmasın; öfke, gereksinim, arkadaşlar, şarap ya da bir boru sesi onu yüreklendirmiştir. Ve bu cesaret, aklın eseri değildir; koşullar bunu pekiştirmiştir. Şu halde, tersine koşullar onu değişik ve farklı kılarsa, bu da hiç şaşırtıcı olmaz.

Bizde görülebilen çok değişken bu farklılaşma ve çelişki, bazı kişileri iki ruha sahip olduğumuzu, bazılarını da bize eşlik eden ve herkesi kendi tarzında kimini iyiye, kimine kötüye sevk eden iki ayrı güç olduğunu düşündürmeye itiyor. Çünkü onlar çok ani bir farklılaşmanın basit bir kimseyle çok zor bağdaştırılabileceğini düşünür.

Kendi yönüne doğru beni hareket ettiren sadece olayların rüzgârı dedir; aynı zamanda durumumun oynaklığı da kendiliğimden beni sallıyor ve tedirgin ediyor. Ve kendini gözlemleyen kişi, hemen hiçbir şekilde iki kez aynı durumda olamaz. Ruhuma yattığım yana göre değişik bir şekil veriyorum. Kendimden farklı biçimlerde söz ediyorsam, bu, kendime değişik şekillerde baktığım içindir. Tüm çelişkiler, görünüm ve duruşa göre sergilenebilinir; çekingen ve arsız, iffetli ve şehvet düşkünü, geveze ve ketum, çalışkan ve miskin, zeki ve kalın kafalı, bedbin ve neşeli, yalancı ve namuslu, bilgin ve cahil, savurgan ve pinti… Tüm bunları, kendimi inceleme açısından bir şekilde kendimde görüyorum. Kendini dikkatle inceleyen herkes, kendinde bu kararsızlığı ve bu tutarsızlığı keşfeder. Kendimle ilgili olarak kesin, basit ve sağlam biçimde, karmaşasız ve katıksız söyleyebileceğim tek bir kelime yok. DİSTİNGO [ayırt etme], mantığımın en evrensel öğesidir.

İyi olmak için iyi demek gerektiğine inandım; daha da iyisi, olayları iyimser bir ışık altında yorumlama eğilimdeyim. İnsan olma durumumuzun garipliği, kötülüğün kendisiyle bizi iyi bir şey –iyilik yapmanın sadece niyetinizle gerçekleştiği düşüncesinin haricinde– yapmaya sıkça iter. Çünkü yüreklice bir eyleme bakarak, bir adamın yiğitliğine karar verilmemelidir; kişi gerçekten böyleyse her zaman ve her koşulda aynı şekilde davranacaktır. Bir insanda bu cesaret alışıldık olup, geçici bir atılganlık değildir; yalnız başına ya da başkasıyla birlikte, savaşta olduğu gibi güvenli yerde de ondan beklenildiği gibi davranacaktır – çünkü bu konuda kim ne derse desin kent için ayrı, savaş için ayrı cesaret yoktur. O, yatağında hastalığa savaştaki bir yara kadar cesur biçimde katlanacak ve savaştaki kadar evinde de ölümden korkmayacaktır. Şiddetli bir saldırı karşısında erkekçe davranan aynı adamın, daha sonra bir davanın ya da bir öz ö kaybında kadın gibi üzüldüğünü göremeyiz.

Rezillik önünde tabansız, yoksulluk karşısında sağlam, cerrah neşteri altında zayıf, hasımların kılıçları karşısında gözü pek olunduğu zaman bunları yapanları değil, eylemleri övmek gerekir.

“Çok sayıda Grek, düşmanın görüntüsünden korkar; ama hastalıklar karşısında cesur görünür” der Cicero. Kümberler ve Keltiberler tam tersinedir; “Gerçekte belirlenmiş bir kuraldan ileri gelmeyen hiçbir şey dengeli olamaz.” (Cicero, Tusc., II, XXVII.)

Kendi türünde İskender’inkinden daha üst düzeyde yiğitlik yoktur; ama o da ne eksiksizdir, ne de evrenseldir; sadece kendi türündedir. Eşsiz olsa bile, bu yiğitliğin yine de kusurları vardır; böylece yaşamına kastedebileceklerine dair adamlarına karşı en ufak bir kuşku duyduğunda, son derece rahatsız olduğu ve mantığını altüst eden bu korkudan etkilenerek soruşturmalarda çok şiddetli, pek haksız bir tavır takındığı gözlenir. Hatta onu etkisi altına alan boş inançlar, kendisinde bir ödleklik yaratır. Clytus’un katli sırasında gösterdiği aşırı pişmanlık da onun cesur doğasının sürekli değiştiğini gösterir.

Davranışımız, dışarıdan getirilmiş parçaların bir araya toplanmasından başka bir şey değildir: “Hazzı hakir görürler, ama acı onları yüreksizleştirir; şanı küçümserler, ama kötü bir ün cesaretlerini kırar.” ve gasp etmeyle ele geçirilmiş renkler altında onurlar kazanmak isteriz. Erdem erdem olduğu için izlenmek ister; bazen başka bir amaç için taktığımız erdem maskesi, çok geçmeden gerçek çehremizi ortaya çıkarmak için yüzümüzden düşer. Canlı ve yapışkan bir boyadır bu; ruh buna bulandığı zaman, parçayı götürmeksizin benden ayrılamaz. İşte bu nedenle, bir insanı yargılamak için onun izini uzun süre ve özenli bir biçimde sürmek gerekir; “Sınamadan sonra, izlemek istediği yolu seçti.” (Cic., Paradokslar, V, I.) Eğer koşulların çeşitliliği onun hızını değiştirirse (ya da daha iyisi yolunu; çünkü adımı hızlandırıp ağırlaştırmak mümkündür), o zaman onu kendi gidişine bırakın, çünkü o, Talebot’nun özdeyişindeki gibi rüzgârın esintisine göre gider.

Rastgele yaşadığımıza göre, eski bir yazarın (Seneca) rastlantının bizim üzerimizde bunca etkisi olduğunu söylemesi de şaşırtıcı değildir. Kabaca varoluşunun yönünü önceden saptamayan kişi, eylemlerini ayrıntılarıyla düzenleyemez. Bütünün tasarımı kafasında olmayan kişinin, öğeleri de elinde bulundurması mümkün değildir. Ne resmi yapacağını bilmedikten sonra, renkleri biriktirmek neye yarar? Hiç kimse hayatının genel resmini yapamıyor; bunu ancak adım adım düşünüyoruz. Okçu yayı, kirişi, oku eline iyice yerleştirmek ve uygun ivmeyi vermek için önce nişan almayı bilmek zorundadır.

Bir yönü, bir hedefi olmadığı için tasarılarımız başarısız oluyor. Belirlenmiş bir limanı olmayan kişiye hiçbir rüzgâr uygun değildir! Kendisini suçlayan oğluna karşı Sofokles’i haklı kılan yargıya katılmıyorum; onun evinin yönetiminde uzman olduğunu öne süren trajedilerinden birine göre verilmiştir bu karar.

Miletlileri yola getirmek üzere gönderilen Parosluların ileri sürdükleri gerekçeleri yeterli bulmuyorum. Bunlar adayı ziyaret ettiklerinde daha iyi işlenmiş toprakların ve daha iyi bakılmış kır evlerinin farkına varmışlar, sahiplerinin adlarını kaydetmişlerdi. Kentin yurttaşlarını topladıktan sonra, özel işlerinde özenli olduklarına göre, kamu işlerinde de böyle olacaklarını tahmin ederek bu kişileri yeni yöneticiler ve yüksek adalet görevlileri olarak ilan ettiler.

Biz hepimiz her öğesi, her an kendi rolünü üstlenen çok çeşitli bir düzenlemenin ve çok değişken bir biçimin parçaları, kısımları olarak yaratılmışız. Ve içimizde gözlemlediğim ayrım, başkalarıyla aramızda olan farklılıktan daha büyüktür. “Magnum rem puta unum hominem agere.” [“Her zaman aynı adam olmanın çok güç olduğuna inanın.” (Sen., Mek., CXX.)] Mademki tutku insanlara yiğitlik, ölçülülük, özgürlük, hatta adalet de öğretebiliyor; mademki aç gözlülük gölgede kalıp başıboşluk içinde yetişmiş basit bir işçinin yüreğine, yurdundan çok uzaklara gidecek, dayanıksız bir teknede kendini dalgaların ve azgın Neptün’ün insafına bırakacak kadar cesaret verebiliyor ve yeri geldiğinde korunmasını ve bilgeliğini öğretebiliyor, Venüs de disiplin ve değnek altında olan gençliğe azimli ve gözüpek olmayı sağlar ve genç kızların hassas kalbine annelerinin kucağında ölçülülüğü ve ihtiyatlılığı öğretebilir,

“Venüs’ün yönetimi altında genç kız, uyuyan gardiyanlarının arasından usulca geçer ve karanlıklar içinde yalnız başına sevgilisini bulmaya gider.” (Tibullus, II, I, 75.)

İnsanları sadece görünüşteki davranışlarına göre yargılamak akıllıca bir şey değil; hangi dürtülerle böyle davranıldığını anlamak için daha derinliğine araştırmak ve görmek gerekir. Ama bu oldukça netameli ve yüce bir girişimdir –daha az kişinin buna katılmasını isterdim.

Michel de Montaigne
Denemeler (II. Kitap)
Fransızcadan Çeviren: Engin Sunar | Say yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz