Düşünceler, Montaigne’in kafasında birbirini izlemektedir; Montaign, onları kendini hiçbir yükün altına sokmaksızın kâğıda döker; çünkü Montaigne Şatosu’nun efendisi, bu küçük denemeleri bastırmayı aklının ucundan bile geçirmemektedir. “Düşüncelerimi böyle kumaştan kesilme, belli bir plan ya da niyet olmaksızın bir araya getirilmiş desenler gibi ortalığa saçıverdiğimde, ne onları savunma ne de onlara bağlı kalma yükümlülüğü altına giriyorum. Canım istediğinde onları terk edebilirim; kuşkularıma, güvensizliğime geri dönebilirim; tinsel bakımdan bana egemen olan konuma, yani bilgisizliğime geri dönebilirim.”
“Hiçbir işe yaramaz ve haddini bilmez yazar bozuntusuyum”
Montaigne, ifadelerinde bir bilimadamı kadar kesin, bir yazar kadar özgün, bir şair kadar parlak olma yükümlülüğü hissetmez. Meslekten filozof olanlar gibi, düşündüklerinin daha önce kimse tarafından düşünülmemiş olduğu varsayımına saplanmaz. Bu nedenle, herhangi bir yerde Cicero ya da Seneca’da okuduklarını yazmaktan da çekinmez. “Çoğu zaman yeterince iyi söyleyemediklerimi, kendi yerime başkalarına söyletirim. Ödünç aldıklarımı saymıyorum: Onları dengeliyorum.” Böyle durumlarda bilinçli olarak adları bir yana bırakır. Ama bütün bu yaptıklarını gönüllü olarak itiraf etmekten de çekinmez: “Yeni ve amaca daha uygun bir yerlere varılabiliyorsa, bir şeyleri çalmaktan, değiştirmekten, başka kılığa sokmaktan mutluluk duyarım.” O, yalnızca bir reflechisseur, yani bir yansıtıcıdır, yoksa bir yazar değildir; çiziktirdiklerini de pek ciddiye almaz: “Yazdıklarım hakkında kendime karşı sorumluluğum yoksa ya da yazdıklarım beni tatmin etmişse, başkalarına da hesap verme sorumluluğunu üzerime almam. Bilgi peşinde koşan insan, yüzdüğü sularda avlanmalıdır.” Montaigne, özgürlük istemi doğrultusunda sürekli olarak bir filozof, bir yazar, yetkin bir sanatçı olmadığını yineleyip durur. “Söylediklerim de alıntıladıklarım da bir örnek, bir otorite ya da bir övünç kaynağı sayılmamalıdır.” Sürekli olarak şöyle der: “Yeniden okuduğumda, asla hoşuma gitmiyorlar. Onları beğenmiyorum.” İşsiz güçsüzler ve serseriler için olduğu gibi, “hiçbir işe yaramaz ve haddini bilmez yazar bozuntuları” için de bir yasa olsaydı, kendisinin ve daha belki de yüz kişinin krallıktan kovulması gerektiğini söyler. Montaigne’in sürekli olarak ne kadar kötü yazdığını, ne kadar savruk olduğunu, dilbilgisini ne kadar az bildiğini, belleğinin zayıflığını ve söylemek istediğini dile aktarabilmekteki yeteneksizliğini vurgulaması, aslında biraz kendini beğenmişlik kokar. “Benim kitap yazarı olmakla uzaktan yakından bir ilgim yok. Benim bütün meselem, kendi yaşamıma yön vermek. Benim tek işim, tek uğraşım bu.”
Yazar olmayan biri, zamanını nasıl dolduracağını bilmeyen, bu nedenle de zaman zaman birkaç düşünceyi herhangi bîr kalıba uymaksızın kâğıda döken seçkin bir bey: Montaigne, kendini sürekli olarak böyle tanımlamaktan hiç bıkmaz. Kaldı ki denemelerin ilk biçimleriyle kaleme alındığı yıllar için bu portre geçerlidir de. Ama insan şu soruyu sormaktan kendini alamaz. Durum buysa eğer, o zaman Mösyö de Montaigne neden bu denemeleri iki cilt halinde Bordeaux’da yayımlatmaya karar verir? Montaigne, kendini nasıl görmek istiyorsa (=istemişse) öyle resmetmiştir. Ne kadar kötü, ne kadar özensiz yazdığını, dilbilgisinden hiç anlamadığını, belleğinin iyi olmadığını, asıl söylemek istediğini ifade etmektense büsbütün aciz olduğunu vurgulayıp duran ufak bir kibir. Ama Montaigne farkına varmaksızın yazar olmuştur. Denemelerin yayımlanması, onu bir yazar yapmıştır, o nedenle de geç dönem denemelerine kendi gölgesini vurur. Kamuoyunun her türlüsü bir aynadır, gözlendiğini duyumsayan herkes farklı bir yüz takınır. Montaigne de daha bu ilk ciltler yayımlanır yayımlanmaz, de facto başkaları için yazmaya başlar. Denemeleri değiştirmeye ve genişletmeye koyulur; Bordeaux nüshası, Montaigne’in yaşamının son gününe kadar nasıl her ifade üzerinde oynamış ve hatta noktalamayı bile değiştirmiş olduğunu gösterir. Sonraki basımlarda sayısız ekleme vardır ve bu basımlar alıntılarla tıka basa doludur; Montaigne, çok okuduğunu göstermek zorunda olduğuna inanır ve kendini hep odak noktası kılar. Daha önce tek çabası kendini tanımaya yönelik olmuştur, şimdiyse dünya montaigne kendi portresini çizer; bu portre olduğunu öğrenmelidir, böylece Montaigne kendi portresini çizer; bu portre, birkaç çizginin dışında, gerçekten görkemli bir biçimde, aslına sadık olarak yapılmıştır.
Genel anlamda: Montaigne hakkında kişisel olarak daha az şey anlatan ilk versiyon, onu daha çok yansıtır. Bu ilk versiyon asıl Montaigne’dir, kuledeki Montaigne, yani kendini arayan adamdır. Bu metinlerde daha çok özgürlük, daha çok dürüstlük vardır. Ama en bilge insan bile baştan çıkmaktan kaçınamaz. Önce kendini tanıyacak, sonra o olduğunu gösterecektir.
Stefan Zweig,
Montaigne, Çeviri: Ahmet Cemal, Can Yayınları, sayfa 68, 69, 70, 71