MILAN KUNDERA: KADIN DÜŞMANI, KADINLARI KÜÇÜMSEMEZ; KADIN DÜŞMANI KADINLIĞI SEVMEZ

Kadınlar güzel adam aramazlardı. Onlar güzel kadınları elde etmiş olan adamları ararlardı. [Sayfa 22]

“Beni iyi anlayın. Kadın düşmanı, kadınları küçümsemez, hor görmez; kadın düşmanı kadınlığı sevmez. Erkekler öteden beri iki bölüme ayrılır, kadınlara tapanlar, başka deyimle şairler ve kadın düşmanları ya da kadınsılıktan tiksinenler. Tapınıcılar ya da şairler, geleneksel kadınca değerleri yüceltirler, duygusallık, aile ocağı, analık, doğurganlık, isterinin kutsal kıvılcımları ya da içimizdeki doğanın kutsal sesi gibi. Oysa, kadın düşmanları ya da kadınsılıktan tiksinenler için bu değerler bir tür korku esinletir. Kadına tapanlar kadında kadınlığı yüceltirler, oysa kadınsılıktan tiksinenler, önceliği kadınlığa değil kadına verirler. Bir şeyi unutmayın: kadınlar ancak bir kadın düşmanıyla gerçekten mutlu olurlar. Sizlerle hiçbir kadın gerçekten mutlu olmamıştır.”

Bu sözler yeni bir düşmanca bağrış çağrışa neden oldu.

“Kadına tapanlar ya da şairler, bir kadına dramı, tutkuyu, gözyaşı ve kaygıyı tattırabilirler ama, onu doyuramazlar! Birisini tanıdım. Karısına tapıyordu. Derken bir başkasına tutuldu. Birisini aldatarak, ötekini de gelip geçici metresi haline getirerek alçaltmak istemiyordu. Bu yüzden durumu karısına açıkladı ve kendisine yardım etmesini istedi, kadın hasta oldu, adam bütün gününü ağlaşmakla geçiriyordu, o kadar ki metresi artık ona katlanamaz hale geldi ve terk edeceğini bildirdi. Adam. kendisini tramvay raylarının üstüne attı, ezilmek için. Ne yazık ki vatman onu uzaktan gördü ve bizim tapınıcı trafiğe engel olmak suçundan elli kuron ceza ödemek zorunda kaldı.”

Verlaine. “Boccacio yalancının biridir!” diye haykırdı.

“Petrarque’in anlattığı öykünün de bundan farkı yok,” diye sürdürdü konuşmasını Boccacio. “Senin altın saçlı karın o isterik kızı ciddiye almana değer mi?”

Petrarque sesini yükselterek: “Karım hakkında sen ne biliyorsun?” diye karşılık verdi. “Karım benim sadık dostumdur! Birbirimizden gizlimiz saklımız yoktur bizim!”

“Öyleyse neden ayakkabılarını değiştirdin?” diye sordu Lermontov.

Ama, Petrarque hiç bozulmadı. “Dostlarım, genç kızın merdivenin başında beklediğini ve benim ne yapacağımı gerçekten bilemediğim o can alıcı anda gidip odasında karımı buldum ve ona durumu açıkladım. Kendimi ona bıraktım!

“Tıpkı benim tapınıcım gibi,” diye belirtti Boccacio, alaycı bir tavırla. “Kendini bırakmak! Bu bütün tapınıcıların ortak tepkisidir; Herhalde sana yardım etmesini istedin ondan!”

Petrarque’in sesi şefkat yüklüydü: “Evet, ondan bana yardım etmesini istedim. Yardımını hiç esirgememiştir benden. Bu kez de esirgemedi. Kapıya kendi gitti. Ben odada kaldım, çünkü korkuyordum.”

“Ben olsam ben de korkardım,” dedi Goethe, acımayla.

“Döndüğünde son derece sakindi. Gözetleme deliğinden dışarıya bakmış, kapıyı açmış, kimseyi görememişti. Her şeyi uydurduğum söylenebilirdi. Ama, birden arkamızda gürültüler işittik, camlar bin parça olmuş havaya uçuyordu. Bildiğiniz gibi eski bir apartmanda oturuyoruz, pencereler bir koridora açılıyor. Kız, kapının zilini çalmasına karşın kimsenin gelip açmadığını görünce, kimbilir nereden bir demir çubuk bulmuş, koridora geçmiş ve camlarımızı “birbiri ardına kırmaya başlamış. Biz, içerden hiçbir şey yapmadan, dehşet içinde bakmıyorduk. Derken, koridorun Öte tarafında, karanlık içinde üç beyaz gölge gördük. Bunlar karşı dairede oturan üç yaşlı kadındı. Kırılan camların gürültüsü onları uyandırmıştı. Bu beklenmedik rezaletten mutlu, sabırsızlık ve merak içinde, gecelikleriyle koşmuşlardı. Elinde demir çubuklu güzel bir genç kız ve çevresinde üç meşum, büyücünün gölgesi!

MILAN KUNDERA: İNSANLAR BİRBİRLERİNİ SIK SIK GÖRÜNCE, BİRBİRLERİNİ TANIDIKLARINI SANIYORLAR

“Daha sonra kız kalan camı da kırıp odaya daldı.

“Onunla konuşmak istiyordum ama, karım beni kollarının arasına alarak, ne olur gitme bu kız seni öldürecek diye yalvarmaya başladı. Derken kız, elinde kılıcıyla Jeanne D’Arc gibi, demir çubuğu tutarak odanın ortasında belirdi. Ne kadar güzel ve görkemliydi! Ben, karımın kollarından sıyrılarak kıza doğru ilerledim. Ona yaklaşırken baktım, gözlerindeki tehdit edici anlam kaybolmaya, yumuşamaya, uhrevi bir bakışla dolmaya başladı. Demir çubuğu yakalayıp yere attım ve kızın elini tuttum.” [Sayfa 157]

Milan Kundera
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı 
Can Yayınları, Çeviren: Erhan Bene


Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, birbiriyle doğrudan bağlantısı olmayan karakterlerin yer aldığı yedi ayrı anlatıdan oluşur. Bu karakterler ve anlatılar birbirlerine ortak izleklerle bağlanır. Birbirini bir yolculuğun aşamaları gibi izleyen bölümlerde, bir müzik yapıtında olduğu gibi aynı durumlar, aynı sorular yinelenir. Mizah, hüzün eşliğinde gelişir. Sonuna doğru bir koşuya dönüşen tarih ile yazarın ve ülkesinin unutuş tanrılarına adanmış yazgısı gözler önüne serilir. Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, devletin insan belleğini ve tarihsel gerçekleri yok etme eğilimi üstüne ironik gözlemlerden oluşan, ideolojik öğretilerin çoğu zaman iyi ve kötü kavramlarını nasıl saptırdığını irdeleyen bir roman. 
Milan Kundera, Fransa’ya yerleşmesinin ardından yazdığı bu romanın yayımlanışından hemen sonra Çek hükümeti tarafından yurttaşlıktan çıkarıldı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz