Mazlumlar zalimleri komik duruma düşürmek isterler. Çünkü kendi onurlarını tedavi etmenin tek yolu budur. İntikam sözcüğü mazlumlar için yapılmıştır. Asiler düello yaparlar. Köylüler hâklı, asiler ise güzeldirler. Ezilenlerle ezenler arasındaki en büyük fark, ezilenlerin daha çok akraba evliliği yapmış olmalarıdır.
Şimdi sıra onu değiştirmekte!..
Devrimler, karşı devrimler,
İsyanlar üzerine içinde gerçek pay bulunan şakalaşmalar! Mao’nun dediği gibi “yol her zaman beklediğinizden uzun sürer.” Mao’nun bu sözü uzun yürüyüş sırasında dönmek isteyen bir grup köylüyü ikna etmek için söylediği biliniyor bu olayda dört köylünün“yahu bu yol da amma uzadı” dedikleri sırada, geri kalan sekiz bin köylünün ise Mao’yla yapılacak toplantı başlama dan hemen önce öldürüldüğü sanılıyor.
Ancak sosyalist devrimler tarihinde voytung (çincede daha fazla yürümek istemeyenler anlamında kullanılan bir deyim) adıyla anılan bu olay, tarihçi huan zey sang tarafından söyle anlatılıyor (bu arada sang ’in Mao’ya kültür devrimi fikrini ilk aşılayan kişi olduğu birçok kaynakta yazılıdır… İşiniz yoksa bakınız. Çin’in kırsal kesimindeki bir çok sapa kütüphanedeki eski püskü kitaplar bölümü): “Büyük önder köylülerin karşısında, bir büyük önderin nasıl durması gerekiyorsa öyle durdu. Bu duruşu evinde ayna karşısında yıllarca çalışmıştı. Başı dik, gömleklerinin tüm düğmeleri boyna kadar kapalı, gözler çekik ve saçlar ıslak görünüm verecek bir maddeyle geriye doğru taranmış ve eller arkadan bağlanarak karizmatik duruş tamamlanmış… Ve ancak çok yaklaşıldığında duyulabilecek bir tonda konuşmasına başladı:
— demek dönmek istiyorsunuz?
Bütün köylüler hep bir ağızdan:
—hö ?.. Dediler. Önderi duymamışlardı. Mao boğazını mikrofonda hiç de hoş durmayan bir ses çıkararak temizledi. Bir büyük önder boğazındaki balgamı nasıl yutuyorsa aynen öyle yutkundu ve gür bir sesle konuştu:
— demek aramızda daha fazla yürümek istemeyenler var. Demek ki aramızda bu davanın daha ilk adımında mücadeleye zarar vermek için, eklem yerlerinde hissettiği küçük burjuva bir yorgunluğu sınıf ağasının önüne koymak isteyenler var…
Bu sırada köylülerin ve özellikle araya karışmış aydınların büyük bölümü çoktan kurşuna dizilmişlerdi. Ve onların hayattaki en büyük kayıpları büyük önderin konuşmasının tamamım dinleyememiş olmalarıdır çünkü başkan Mao bu tarihi konuşmasını su ünlü cümleyle bitirdi:
— Arkadaşlar unutmayınız ki, yol her zaman beklediğinizden uzun sürer!
Bu cümle aynı saniye için bir alkış tufanı kopmasına neden oldu. Önderini alkışlayan kalabalık arasındaki Çinlilerin gözleri, coşkuyla güldüklerinden olacak tam bir çizgi halini almıştı. Hiçbir Çinli hiçbir zaman bu kadar çekik gözlü olmamıştı.”
Evet tarihçi huan zey sang olayı böylesine şiirsel bir dille anlatıyor. Bu arada sang, kültür devrimi sırasında öldürülen aydınlardan birisidir. Zira bir toplantıda Mao’nun sözünü kestiği ve kestiği parçayı kaybettiği söyleniyor.
Dolayısıyla bir anlaşma ortamı kendiliğinden orta dan kalkıştır. Örneğin Alman komünist partisinin mitinglerine katılımların çok az olmasının nedeni bu gürültü sorunudur. Alman isçiler doğal olarak hep bir ağızdan Almanca bağırdıkları için çekilmez bir koro oluşmuştur. Bütün dünya halkları sunu bilirler ki Almanca yüksek sesle konuşulacak bir dil değildir, insani duyma yetisinden soğutacak kadar iticidir… Sırf bu yüzden ilk komünist partisi Almanya’da kurulduğu ve Karl Marks bir alman olduğu halde Almanya’da asla devrim olmamıştır. Öte yandan Rusçada sadece bağırıldığı zaman bir dilmiş gibi durduğu için ekim devrimi yapılabilmiştir.
Ekim devrimi hangi ayda yapılmıştır sorusu bir embesil için bile kolayca yanıt üretilebilecek bir sorudur: ekim ayında! Evet ama asıl sorulması gereken soru neden ekim ayının olduğudur. Sebebi aslında akiktir.
Ekim ayı Rusya’nın son şansıdır zira kaşım dedin mi kar başlar. Bir devrim için en uygun hava koşulu ne çok sıcak ne de çok soğuk bir havadır. Hatta belki biraz serince bir hava tercih edilebilir zira asilerin gevşemesini önleyecek, onları diri tutacak soğukça bir esin tinin mücadeleye katkısı vardır.
Bütün isyanların bir diğer ortak özelliği ise mazlumların zalimlerin keyfini kaçırmak için ellerinden geleni yapmalarıdır. Fransız ihtilalinde henüz jakuzinin icat edilmemiş olması keyfiyeti ortada dururken ve kraliçenin birkaç köylüyü seçip törenle pasta yeme yollu çare arayışları sürerken, köylülerin kapıyı kırıp içeri girmeleri aristokratların keyfini kaçırmıştır. Hele iri kıyım bir köylünün, kontdö bilyancu’ nün perukasini kafasından sökerken sağ elini kullanması bardağı taşıran son damla olmuştur asiler bu ihtilalden hiçbir zaman hoşlanmamışlardır. Zaten hiçbir gürültülü kalabalıktan hoşlanmaz.
Mesela Rus Çarı, ki başka hiçbir ülkenin çarı yoktur, kesinlikle ekim devrimine karsı çıkmış, büyük tepki alınca hiç olmazsa devrimi bir sonraki yılın ekin ertelemek için elinden geleni yapmıştır. Zaten ülkeyi terk ederken Rus çariçesinin, ki başka hiçbir ülkede çariçe de yoktur, hayatında ilk ve çok şükür ki son bir başkasının görebileceği şekilde tükürmesinin nedeni bu hoşnutsuzluktur.
Mazlumlar zalimleri komik duruma düşürmek isterler. Çünkü kendi onurlarını tedavi etmenin tek yolu budur. İntikam sözcüğü mazlumlar için yapılmıştır.
Asiler düello yaparlar.
Köylüler hâkli, asiler ise güzeldirler.
Ezilenlerle ezenler arasındaki en büyük fark, ezilenlerin daha çok akraba evliliği yapmış olmalarıdır.
Firavunlar arasında yapılan kardeş evliliklerini bir yana bırakırsak tabii.
Ezilenler hâklı, ezenler zekidir.
Bir devrimde iki tarafın da en tahammül edemediği suç ihanettir. Yani bir savaşta en ağır işi hainler yaparlar. Çünkü bir kısmı vatana bir kısmı da davaya ihanet ederler. Hangisinin daha meşakkatli olduğu konusunda değişik görüşler vardır bir görüşe göre vatana ihanet daha riskli ama daha avantajlıdır. Çünkü Vatan hainlerini de seven bir grup bulunabilir. Oysa davaya ihanet eden zaten daha önce vatana da ihanet etmiştir. Onları kimse sevmez. Vatana ihanet edenler bir kere, davaya ihanet edenler iki kere öldürülürler.
Oportünizm, karsı tarafı da dinleyelim canim ne var yani, duygusunun paçayı kurtarmak amacıyla kullanılmasıdır. Radikal isimli bir gazeteyi oportünistlerin çıkardığı ülkelerde, bu sözcük çok daha değişik bir anlam kazanır. Çünkü bu tip bir ülkede siyasi akımlar o kadar sağa kaymışlardır ki, sağda oturacak yer kalmamışken soldaki birkaç sıra tümüyle boştur.
Solcular gazete alır, sağcılar ise gazete çıkarırlar.
Toparlayacak olursak bütün toplumlar, toplandıkların yüz misli bir hızla bölündükleri için dünya tarihi devrimler, karsı devrimler, ihtilaller, darbeler ve isyanlarla doludur. Bütün bunları özetleyecek anekdot Fransa’da bir boks maçını izleyen saf bir vatandaşın yanındakiyle yaptığı su konuşmada gizlidir:
— Bakar misin? Bunların ikisi de Fransız değil mi?
— Evet.
— Peki niçin kavga ediyorlar o zaman?
Artık seninle duramam…
Bu vapur hangi karsıdan hangi karsıya gider diye düşünüyordum. Hakkari’den Ankara’ya taşınmış, oradan da İstanbul’a savrulan zihnime sığmıyordu bu “karşı” lafı. İstanbul’da kim kime niçin karşı konusu bir tarafa, coğrafi olarak herkesin karşı kıyıya “karşı” dediği (savaşlarda iki tarafın da birbirine düşman demesi gibi) bu şehrin rutubetiyle ilk tanışma anini yasadığım için hangi karsıdan hangi karsıya gittiğimi bilmiyordum. Az önce merdivenlerini, dublajı kaymış bir Yeşilçam filminin, yirmi dakika sonra meşhur bir türkücü olacak başrol oyuncusu gibi indiğim Haydarpaşa, beni martıların arkadaşı bir vapura teslim etti, bin dokuz yüz seksen beş yılının yazdan kalma alacaklı, nefis güneşli bir gününde.
Az önceki arabesk filmi bitirmiş, şahane bir romanın içindeydim artık… “merhaba İstanbul” dedim romanın karizmatik kahramanın ağzından. Ve dilimin kayganlığına nicedir yuva yapmış bir şarkıyı mırıldanıyordum:
“ağlama bebek ağlama sen de,
Acı sende hasret sende.. Yağmur gibi”
Biliniyor ki büyük kalkışmaların hemen tamamı uzun bir yürüyüşle başlamıştır. Gandi, tuz için yürümüştür ve susuzluktan hakikaten büyük sıkıntı çekmiştir- Mao, uzun bir yürüyüşe çıkmış ve o sırada kültürle ilgili ne varsa ortadan kaldırmayı kararlaştırmıştır. Fidel Castro, bugün bile her pazar Havana sahillerinde yürüyüş yapmaktadır. Bir tek Lenin yürümemiş ama ondan sonra iktidarı eline geçiren Stalin, almış yürümüştür.
Demek ki aşağı yukarı her devrim bir yürüyüşle başlamış ya da bitmiştir. (bakınız, Çavuşeskuların idam mangasının önündeki ağır tempolu yürüyüşleri) ancak bu yürüyüşlerde oluşan konvoyun arka sıralarında yer almak durumunda kalan birçok kişi niçin yüründüğünü bilmedikleri ortaya çekmiştir birçoğunun “nereye gidiyorlar bu kalabalık, ben de takılayım bari” cümlesinden daha derin bir teorik donanıma sahip olmadıkları bir gerçektir. […]
Ağustos 2002 Çeşme
Yılmaz Erdoğan
Hijyenik Aşklar