Karl Marks’ın Mülkiyet Tanımlamaları ve Mülkiyet Biçimleri – Dr. Hikmet Kıvılcımlı

Marks, mülkiyetin ve ortak mülkiyetle özel mülkiyet biçimlerinin yer yer tanımlamalarını yapar. Mülkiyetin ne olduğu üzerine tarihte ve hukuk biliminde birçok karakteristikler ve eylemler sayılır. Bir şeyi (satınalma-satma), (bağışlama-kiralama), (rehin etme-miras bırakma), ve ilh. Diye çift sıralanabilecek eylemlere uğratmak hukuk tasarrufudur. Bütün bu tasarruflarda yapılan hür ve bağımsız işlemlerin topuna birden “MÜLKİYET” işlemleri denilir. İlkin bezirgân medeniyetlerinde, sonra kapitalist toplumunda alabildiğine önem verilen bütün bu işlemler mülkiyetin ancak bezirgân ilişkiler bakımından üst-yapı olaylarıdır.
Marks, mülkiyetin bu üst-yapı karakterlerine fazla önem vermez.
Çünkü, bütün o karakterler asıl insancıl bir ilişki olan mülkiyete çok sonraları, ikinci kerte bağlarla gelip katılmışlardır. Bildiğimiz gibi, insan topluluğundan ne (alma-satma)nın, ne (rehine-kiraya) vermenin, ne (bağışlama-miras) bırakmanın hiç mi hiç bulunmadığı ve görülmediği uzun çağlar yaşanmıştır. O çağların da bir MÜLKİYET ilişkisi vardı. Ona “ORTAK MÜLKİYET” adı verilir.
Bezirgân hukukunun binbir ince elemelerle didiklediği yukarıda dokunduğumuz ikinci kerte mülkiyet ilişkileri, burjuva hukuk dünyasını mahşere çevirmiştir. O bakımdan pek dramatize edilirler. Bununla birlikte; bütün o uçsuz bucaksız karmakarışık mülkiyet hakları, hep sonradan, özel kişi mülkiyeti ile birlikte sahneye çıkmışlardır. Oysa, onlar sahneye çıkmadan bin yıllar ötesi toplumda var olan ORTAK MÜLKİYET biçimi de elbet gene bir MÜLKİYET’tir.
Onun için Marks, medeniyetten sonra ortaya çıkarılmış ve geliştirilmiş bulunan fıkıh ve hukuk kırkambarlarındaki deneyimlerle ve tanımlarla oyalanmaz. Toplumun temeli olan ekonomi ilişkilerinde mülkiyet adını alacak şeyin ne olabileceğini araştırır. Görür ki, ta Avcı ve Çoban toplumlardaki mülkiyet tiplerinden yola çıkılmalı; bezirgân toplum biçimlerini birer birer elden geçirmeli ve bezirgânlığın en son biçimine, yani kapitalizme geldikten sonra, bu toplumlarda görülen bütün mülkiyet biçimlerini temelli ekonomik anlamları ile toptan kavrayacak bir tanıma varmalıdır. Mülkiyet gerçekliği, eksiksiz-fazlasız ancak böyle bir tanım içinde verilebilir. Marks, bunu dener.
Marks, mülkiyetin tarifini iki bakımdan ele alır:
1- Doğrudan doğruya çalışan kişi bakımından mülkiyet;
2- Çalışmasa da yaşayan kişi bakımından mülkiyet.
1- ÇALIŞAN BAKIMINDAN: “Mülkiyet, emeğin ve yeniden üretimin tabii şartları karşısında kişinin davranışıdır.”(Bu kitapta parantez içine konuları rakamlar Grundrisse’nin Fransızca ISEA tercümesinin sahife numaralarıdır. İngilizce tercümesinden alınacak satırlar parantez içinde (Ing.) Sözcüğünden sonra konulacak rakamla gösterilir.)
Her toplumda çalışmak (emek), üretim ve yeniden üretim yapmaktır. Her üretim ve yeniden üretim yapmanın kendisine göre bir sıra “ŞARTLARI” bulunur. O şartlar, doğrudan doğruya ham tabiattan gelmese de, hatta insan emeği ile yaratılmış olsalar bile, çalışan kişinin karşısında sanki “tabii şartlar” imiş gibi dururlar. İşte o şartlara karşı kişinin gösterdiği, benimsemek yahut sahip çıkmak davranışlarına mülkiyet denir.
2- YAŞAYAN BAKIMINDAN: Mülkiyet “yaşamanın ürünlerini yeniden üretici ve yaratıcı faaliyetlerin objektif şartlarını benimsemektir.”
Her toplumda YAŞAMAK (hayat) için ürünleri tüketmek, tükenen ürünleri yeniden üretmek gerekir. Bu gerekli işe “YARATICI FAALİYET” denir. Yaratıcı faaliyetin kendisi ve somut biçimi yaşayan canlı insandır. Ne var ki, yalnız başına canlı insan faaliyeti bir şey yaratmaya yetemez. Yaratıcı faaliyetin, yani KİMESNE (süje) olarak insanın dışında bir sıra şartlar gerektir. Bu şartlar hayat ve faaliyet için NESNECİL (objektif) şartlardır. İşte o objektif şartları “benimsemeye”, yani yaşamanın ve faaliyetin objektif şartlarına “sahip çıkmaya” (appropriation) mülkiyet adı verilir.
Marks’ın Grundrisse’de bütün aradığı şey budur. Burjuva mülkiyeti dışında var olan mülkiyet biçimlerini belirtirken, maksadı açıktır. Kapitalist mülkiyetini de içine alacak en genel anlamlı bir mülkiyet tanımlaması yapmak ister. Kapitalizmden önceki bütün mülkiyet biçimlerini didik didik inceler. Sonra, büyük bir rahatlıkla mülkiyeti en ilkel biçiminden en sonuncu biçimine dek şu genel tanımlamanın içine sokar:
“İşte; Asyalı, Slâv, Antik ve Cermanik biçimleri içinde mülkiyetin ilkel anlamı budur: Çalışan kimsenin (üretim veya yeniden üretim yapan kişinin) benimsediği üretim Şartlarına karşı davranışıdır.”

Mülkiyet Biçimleri: Ortak Mülkiyet-Özel Mülkiyet

İnsanlık şimdiye değin iki türlü mülkiyet biçimi tanıdı:
1- ORTAK MÜLKİYET: Bir toplumda yaşayan herkesin, yaşamanın, çalışmanın ve yeniden üretimin tabii yahut objektif şartlarını toptan benimsemesidir.
2- ÖZEL MÜLKİYET: Bir toplumda yaşayan insanların her biri, kişi olarak yalnızca kendi çalışma, yalnızca kendini yaşatma ve yeniden üretme şartlarını benimser. Özel mülkiyet budur.
Bu iki basit ve uç mülkiyet arasında, birinden ötekine geçiş ve kılık değiştirme biçimleri, ayrıca bir sıra melez mülkiyet biçimleri vardır. O melez mülkiyet biçimlerini, insanlık tarihinin tümü içinde, geçirdikleri konaklara göre izlersek kavrayabiliriz.
Bütün mülkiyet biçimleri üzerine toptan ve soyut bir fikir edinmek için, önce, her çağın tarihcil gidişi (prosesi) içinde özel ve somut olarak yaşanılmış bulunan mülkiyet ilişkilerini gözden geçirmek zorundayız.
Hangi biçimde olursa olsun, bütün mülkiyet ilişkilerinin kökü ve anası ilk insan topluluğunun yaşadığı ORTAK MÜLKİYET’tir. Emeğin kimesnecil şartı (sübjektif şartı) insanın kendisidir. Çalışma ve yaşamanın nesnecil şartları (objektif şartları) tabiat ve toplum olaylarıdır. İlkel topluluklarda emeğin gerek sübjektif şartı gerekse objektif şartları aynı kertede ORTAK, birleşik, bitişik bulunur.
Ne kişinin yaşantısı ve benliği, ne yaptığı üretim ve yeniden üretimin şartları birbirinden ve topluluktan ayrılmaz. Hepsi bir aradadır. Hiç birisi bağımsız birer varlık olamazlar.
Yaşamın sübjektif şartı olan insanın yeniden üretilmesi, döl olarak ÜREMESİ’dir. Yaşamanın objektif şartı olan ürünlerin ve üretimin üremesine YENİDEN ÜRETİLMELERİ denir. Gerek insanın üremesi, gerekse ürünlerle üretimin yeniden üretilmesi bütün toplum üyelerinin toptan davranışlarıyla başarılır.
Böyle bir toplumda üreme ve yaşama şartlarını benimsemek, o şartlara sahip çıkmak da ister istemez toptan ve herkes için ortak bir davranış olur. Bu davranışla, yani ortak mülkiyet ilişkileri içinde faaliyet gösteren toplum biçimine KOMÜN (Kamu düzeni) adı verilir.
Ondan çok sonraları ortaya çıkacak olan melez mülkiyet ve özel mülkiyet biçimleri hep o ilk ortak mülkiyetten kaynak alırlar. O bakımdan kök ve ana olan ilk topluluğun, komünün sübjektif ve objektif şartlara karşı davranışı önce iyi anlaşılmalıdır. Ancak ondan sonra gelen başka toplulukların sübjektif ve objektif yaşama, çalışma şartları ve o şartları benimseyişleri kavranılabilir.

Ortak Mülkiyet Nedir?

Komün Mülkiyeti Yahut Kollektif Mülkiyet tarihte ne zaman, nasıl başladı?
Ne denli derinlere gidilirse gidilsin, başlangıçtaki ilk Komünün ne olduğu, nerede nasıl doğduğu karanlıktan kurtulamıyor. Yalnız Arkeoloji, Antropoloji, Entografya ve Etnoloji gibi yeni bilimler bu konuyu her gün eleştiriyorlar. İnsan geçmişi ile ilgilenen bütün bilimlerin objektif verileri ortadadır. İnsan düşüncesinin ve mantığının o verilere dayanarak yaptığı sübjektif sentezler de aynı sonuca varıyor. İlk insan kollektif mülkiyet davranışlıdır; Komün durumunda yaşamıştır.
Ondan sonra ilkel Komün olduğu gibi kalmıyor. Ta modern kapitalist mülkiyetinde kesin biçimini alan özel mülkiyete dek sayısız değişiklikler geçiriyor. Bütün bu değişiklikler hep ortak mülkiyetin başından geçenlerdir. Ortak mülkiyet neden ve nasıl özel mülkiyete doğru basamak basamak gelişti? Bunu, herkesten çok Marks ve Engels, bilimcil yoldan araştırıp incelediler.
Proudhon “Mülkiyet hırsızlıktır” demiş çıkmıştı. Kuruntucu küçük burjuva sosyalistleri ona yakın kanılar beslediler. İki tarihcil maddecilik kurucusu, daha ilk günlerinden beri, o duygucul deyimleri yadırgadılar ve eleştirdiler. Mülkiyete uluorta sövmek, mülkiyetin ne olduğunu ve niçin öyle bulunduğunu anlatmaya yetmezdi.
Tarihcil maddeciliğe göre her toplum olayı gibi mülkiyet ve ortak mülkiyet de ÜRETİM ilişkilerinden çıkar. Ortak mülkiyeti gerektiren şartlar ilkel toplumun üretim şartlarıdır:
“İlkel olarak mülkiyet, insanın kendisiyle bir tek vücut olan, kendisinin olan, ve kendi varlığı ile bitişik halde verili bulunan kendi tabii üretim şartlarına karşı davranışından başka bir şey değildir.”
Üretim şartları ikidir:1- İnsan, sübjektif şartlardır; 2- Tabiat, objektif şartlardır. İlkel Komünde her iki üretim şartları içiçe, birbiriyle kaynaşmış bulunur. İnsan dışındaki objektif üretim şartları sanki insan vücudunun devamı olmuştur. Üretim yaparken ilk insan kendini tabiattan, tabiatı kendisinden ayırdedemez. İnsanın kendi kendisine karşı davranışı akla sığamaz. Bunu Marks şöyle anlatır:
“İnsan şahsının tabii birer önceden konulmuş şartı (voraussetzung: presuppose : önşartı) olan üretimin şartları, söz yerinde ise insan vücudunun bir çeşit uzayışı olurlar. Doğrusu istenirse, burada üretim şartlarına karşıt davranış yoktur. Şartlar sübjektif olarak insanın kendisidir ve insan objektif olarak kendi varlığının organik olmayan tabii Şartları içinde bulunur.
“Bu Şartların biçimleri de çifttir: 1- Kişi, bir topluluğun üyesi olarak varolur; bu topluluk, ilkel biçimiyle ve o biçiminin içinde görülen az çok önemli değişiklikleriyle birlikte, bir kabile kurumu (stammwesen: kök varlık, varlığın gövdesi) dur. 2- Kişi topluluğun aracılığı ile toprağa karşı mülk sahibi olarak davranır. Burada hem toprağın mülkiyeti kollektiftir, hem de Komünün hususi üyesi için kişicil bir tasarrufu vardır; yahut, toprakla çalışmak ortak olduğu halde meyvaların paylaşımı vardır. Tabii bir topluma, bir kabileye ve ilh. Mensup olmak, kişi için emeğinin tabii bir şartı sayılır. Bu mensupluk daha önceden örneğin, kişinin dilini ve ilh. Belirleyen şeydir. Kişinin üretici olarak kendi varlığı, ancak bu şartla mümkündür. Gene kişinin sübjektif varlığı da o şarttan çıkagelir; nitekim sübjektif varlık, kendi lâboratuvarı imiş gibi bağlı bulunduğu toprağa tabidir.”
Böylece insan ve tabiat kaynaşık bulunur. İnsan kendine (kendi varlığına) nasıl karşı çıkamazsa, tıpkı öyle, kişinin de Komün yaşantısı içinde mülkiyet biçimli bir davranışı konu olamaz. Kişi, diliyle, göreneği geleneği ile daha doğarken toplumun varı, yani üyesi, bir parçasıdır. Yalnız toplum üyesi olarak üretim yaptığı için, toplum aracılığı ile, toplum dolayısıyla, toprak mülkiyetine sahip çıkar.
“Dolayısıyla, kim mülkiyet diyorsa o, bir kabileye (topluluğa) mensup olmak istemiştir; aynı zamanda hem sübjektif, hem objektif varoluş demiştir. Toplumun toprağa, yani kendi organik olmayan vücuduna karşı davranışı, kişinin, toprağa karşı davranışını, ilkel dış şartını belirlendirir. Toprak aynı zamanda hem ilk maddedir, hem âlettir, hem meyvadır; kısacası kişinin, bir parçası olan ve varoluş yordamını biçimlendiren ön şarttır.”

Ortak Mülkiyet Üretimin Ürünüdür

İnsanlık yeryüzünde yaşadıkça mülkiyet gibi ortak mülkiyet de durmaksızın değişti. Mülkiyet ve ortak mülkiyetin bütün değişiklikleri ekonomi temelindeki değişikliklere bağlı oldu. Bu bağlılığı Marks, şahane denecek ölçüde derinliğine ve genişliğine inceledi. Ekonomi temelinde mülkiyet biçimlerini değiştiren temel sebep ÜRETİME dayandı. Neden?
“Bu mülkiyeti, kimesnenin (süjenin) üretim şartları karşısındaki davranışına irca ediyoruz (indirgiyoruz). Sorulacaktır; Niçin tüketim şartlarına karşı değil? Üretim şartlarıdır. Çünkü, ilkel olarak kişinin üretici faaliyeti, tabiatça hazırlanıp kotarılmış nesneleri benimseyerek, kendi insan vücudunu yeniden üretmekle sınırlıdır. Böyle olmakla birlikte, orada bile, yalnız bulmak ve keşfetmek konu iken dahi, kara avında, balık avında, otlakta olduğu gibi ortada bir çabanın, bir emeğin bulunması gereklidir; kimesnenin (süjenin) bir hayli istidatlar üretmesi (yani, beceriler geliştirmesi) icabeder. Her türlü âlet bulunmaksızın (yani, kendileri üretime tahsis edilmiş emek ürünleri ortada olmaksızın), biçimini değiştirmeye hacet kalmadan (otlak için hâlâ iş böyledir) kendisini sunan şeyin benimsenebildiği çevre şartları bulunsa bile, bu şartların geçici olduğu ve hiç de normal bulunmadığı göz önünde tutulmalıdır. Her ne olursa olsun; ilkel üretim şartları, emek harcanmaksızın tüketilen maddeleri (meyvaları, hayvanları ve ilh.) İçine alır. Kısacası, bizzat tüketimin temeli, ilkel üretim temellerinin tamamlayıcı parçası gibi görünür.”
Başka deyimle tekrarlayalım: İnsan, tabiatta daha önce âlet ve metod kullanarak üretmediği hazır meyvalar, hayvanlar otlaklar bulur. Bunları oldukları gibi tüketmek üzere benimser. İşte o benimseme, yani sahip çıkma sırasında bile insanoğlu gene bir çaba harcar. İnsan insan olalı beri, çabalarına (emeğini harcama sürecine) hiç değilse basit bir değnek, bir taş kama ve benzeri aygıtlar katmıştır. Bu kullanış sırasında tabiatın insana öğretmediği metodlara da başvurmuştur. Demek insan, hazır şeye bile, âletsiz ve metodsuz sahip çıkmamıştır.
Ancak Marks, insanlığın bilinmeyen en eski günleri üzerine tahmin yürüteceğine kestirmeden gidiyor. Olmayacak bir hipotezle, insanın hazır tabiat maddesini âletsiz benimseyip tükettiğini kabul ediyor. O zaman bile yapılan tüketim nedir? Yani, insan bulduğu maddeleri tüketmekle ne yapmış olur? Ya kendi vücudunu, yahut dölünü üretmiş olur. Bu bakımdan insan, en ilk ve en ilkel benimseme davranışında bile (davranışı sırf tüketime yöneldiği ilk zamanda bile) ÜRETİM yapmış olduğunu görür. Yani, insanı üretir ve yeniden üretir. Bütün insan çabaları gibi, Komün mülkiyeti davranışı da böylece bir üretim davranışı olur.
Onun için Marks şu kanıyı açıklar:
“İşte bundan böyle aydınlanan başka bir nokta da şudur: Mülkiyet, her kişinin üretim şartlarına karşı, -kanunca kurulmuş, bildirilmiş ve sağlanmış (tesis, ilân ve garanti edilmiş)- bilinçli davranışı olduğu ölçüde; demek üretmenin kendi varlığı da kendisine ait bulunan objektif şartlar içinde ortaya çıktığı ölçüde, bu mülkiyet biçimi, sırf ve sadece üretimin kendisi sırasında gerçekleşir. Somut benimseme (konkre sahip çıkma), teorik bir ilişki içinde değil, olurken, mülkiyetin (üretmenin) kendi sübjektif faaliyet şartları içinde konulmuş bulunan bu şartlarla aktif, gerçek bir ilişki içinde doğar.”
Her toplumda her kişi, her zaman içinde doğup büyüdüğü sosyal şartların ürünüdür. Ama, hele ilkel Komün kişisi kendi kişiliğini yalnız toplumla değil, tabiatla bile kaynaşmış birleşmiş durumda sayan bir varlıktır. Bu varlık (kurum, bildiri, garanti gibi) kanuncul (legal) şartlarla davranışı sonradan bilinçlendiği zaman da kendisini çevresinden bağımsız tutamaz. Kendisinin devamı saydığı “objektif şartlar içinde” kendi varlığını gerçekleşmiş bulur. Böyle bir kişinin üretmen olarak objektif şartları benimsemesi, üretim yaptığı sırada belirir. Yaşamak için kökü, hayvanı, meyvayı derlerken, bu derleyiş çabasının ÜRETİM anlamı içinde SAHİP ÇIKMA anlamı da kendiliğinden vardır. Yoksa; mülkiyet, teorik bir ilişki icabı doğmamıştır. Kanun öyle yazıyor gerekçesiyle sahip çıkma yoktur. Kişinin sübjektif bir faaliyet yapması, objektif şartlara karşı gerçek, faal ve somut bir ilişki kurması demektir.
Bir toplumda ortak mülkiyet ilişkisi varsa, demek o toplumun üretim temeli, objektif üretim şartlarına karşı ortak bir davranışı kaçınılmaz kılmıştır. Burada aklın, mantığın, kanunun, âdetin rolü arkadan gelir. Üretimin gerektirdiği benimseme biçimini akılla, mantıkla, yahut gelenek görenekle pekiştiren kurallar ve normlar, sonradan ortaya çıkar.

Ortak Mülkiyet Üretimle Birlikte Değişir

Gördük. MÜLKİYET biçimi, toplumun ÜRETİM biçimine bağlıdır. Tarihte insanoğlunun bir imtiyazı var. Bu imtiyaz insanın cansız organlarını, yani âletlerini kolayca ve çarçabuk değiştirebilmesidir.
Bir hayvanda değil bir organın en ufak bir organ biçiminin değişmesi bile muazzam şartlar ve uzun zaman ister. O değişiklik olur olmaz ise, eski hayvan türü ortadan kalkar, yeni ve başka bir hayvan türü çıkar. Darwin’in gösterdiği gibi, hayvanlarda bir türden başka türe atlayış tabiatta bazen milyonlarca yıllık zaman ve mekân değişiklikleri ister, milyonlarca hayvanın ezilmesi ve yok olması pahasına gelişir. Canlı bir vücudun değişmesi ölüm-dirim konusu olur.
Cansız organlar için, âletler için böyle bir güçlük yoktur. İnsanoğlu çevre şartlarına göre ne kendi vücudunu, ne gelecek kuşakların biçimlerini tehlikeli ameliyatlara uğratmaz. Âlet ve aygıtları vardır, metodları vardır. Bunları üretimin akışı içinde değiştirir ve geliştirir.
İlk insanın oluş çağında teknik değişiklikler modern endüstri kertesinde çabuk ve kolay olmamış bulunabilir. Ne var ki, insanoğlunun kullarıdığı âletleri ve metodları durmaksızın değiştirdiği bilimsel basit hakikatlerdendir. Âlet ve metodun değişmesi ne demektir? Üretimin yeni biçimler alması demektir.
Onun için Marks, mülkiyet biçimlerinin, hele toplum mülkiyetinin üretimle sıkı sebep-netice bağlantısını kurar kurmaz, ondan çıkacak sonucu kendiliğinden belirtir. Gerek üretimin objektif (nesnecil) şartları ile sübjektif (kimesnecil) şartları, gerekse üretmen kişinin aktif ve gerçek davranışı ile o şartlar karşısındaki benimseme ve sahip çıkma şartları birbirlerine karşılıklı olarak etki-tepki yapa yapa boyuna değişirler.
“Başka sonuçlar arasında, bundan çıkan netice şudur ki, o şartlar değişkendirler. Yalnız av faaliyeti arazii av alanı haline getirir: Yalnız tarım yoluyladır ki toprak, kişi vücudunun uzayışı haline gelir.”
Yani üretim değiştikçe mülkiyet ilişkileri de başkalaşır. Tarihöncesi bilimin Antropoloji, Entoloji ve Arkeoloji bilimlerden kaynaklar bularak ortaya koyduğu gerçeklik bu görüşle derinliğine aydınlanır. İnsanoğlunun VAHŞET çağı (veya kaba cilâsız yahut yontma taş çağı: Paleolitik: Eski taş çağı) yüzbinlerce yıl sürdü. BARBARLIK çağı (veya cilâlı taş çağı: Neolitik: Yeni taş çağı) onbinlerce yıl sürdü. Bu iki çağla tarihöncesi bitti. Ardından gelen MEDENİYET çağı binlerce yıl sürdü. Bütün bu çağlar boyunca insan yığınları için ağır basan mülkiyet biçimi, hep ORTAK MÜLKİYET biçimi olmaktan çıkamadı. Antik Medeniyet, sınıflı toplum olarak, kişi mülkiyetine kapı açtı. Ancak; o dahi, tarım üretimi temeline dayandığı sürece, ortak mülkiyet biçimi, üretici güçlerin ve üretimin boyuna değiştiği o, milyonlarca yıl sürmüş toplum biçimlerinde hiç değişmeksizin kalabilir mi idi? Hayır, kalamazdı. Çünkü, ÜRETİM şartları ve ilişkileri, yüzbinlerce yıldan beri durmayıp değişmişti. Hele sahneye medeniyetler çıktı çıkalı ortak mülkiyetin geçirmediği biçim değişikliği kalmamıştır.

Kaynak: Toplum Biçimlerinin Gelişimi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz