Aşkın Ahlakı, Toplumda Benimsenmiş Biçimleri (Törebilimi) – Remy De Gourmont

Remy De GourmontFirengiden önce dudaktan öpmek bir selamdır. Hastalığın yaygınlaşması karşısında ortadan kalkmıştır: Kadınlar şehevi tutku, iradelerini sarsmamışsa, öpülmek üzere alınlarını uzatırlar, sonra iki cinsin birbirlerine bir adım daha uzak durduklarını görüyoruz. Ya sadece bir baş işaretiyle, ya da ancak ele dokunmak suretiyle, ya da çekinerek iki eldivenli eli birbirine değdirmek suretiyle selamlaşılmaktadır. Frengi, hayatın kendisi demek olduğu için ölümden daha güçlü olan aşka değil fakat cinsel kardeşliğe son vermiştir. Amerika’nın keşfinden beri erkek ve kadın arasında cehennemi bir korku hüküm sürmektedir. En korkutucu dinlerin bile ancak geçici bir süre için yapabildiğini bir virüs başardı ve dudaklar birbirinden koparılmış oldu.

Bazı doktorlar büyük bir ciddiyetle evlenme dışında işlenen her cinsel ilişkinin bilim adına, erdem adına, toplumsal iyilik adına (zira fikirler artık en iğrenç bir fuhuş havası içinde yaşamaktadırlar) bir suç sayılmasını önerdiler. Daha birçokları gibi her ikisi de daha çok kamçılayıcı mahiyette birer tez (dissertation) yazmış olan Bay Ribbing[1] ile, bay Fere’nin istedikleri işte budur. Bu iki büyük aşık doktorunun eserleri, gizli gizli okuna gelen günah itiraf edicilerin bıkılmış el kitaplarıyla birçok kolejlilerin bayıla bayıla okudukları kamçılayıcı in sexto dissertation ların yerine geçtiler. Hatta, bilimin fendine erer karar yoktur, Belçika’yı zenginleştirip ona ün vermiş olan şehvet kamçılayıcı kitapçıkları çekmecelerden bile attırdılar. Bununla beraber bu, bir Meursius ile hemen hemen aynı çapta olan, cinsellik profesörleri ne zavallı kimselerdir. Ben bu kitapların hemen hepsini okudum (Ah! Şehvet ne hüzün verici bir şeydir) ve bunların arasında bir tanesine rastlamadım ki bana yeni bir şey, görmüş geçirmiş ve başkalarının hayat dediği şeyi de seyretmiş olan bir kimsenin, bilmediği bir şeyi öğretmiş olsun. Birkaç yıl önce bu erotik konuyu (cinsel içgüdünün sapmalarını) ele almış olan Moll adında bir doktorun eseri mahkemede yargılandı ve gülünç bulundu. Zira bu bilgin adamın en önemli keşifleri Tardieu’de vardı ve Tardieu’den önce de Liguori’de vardı; Liguori’den önce Martial’de, Priapees’lerde ve böylece ta dünyanın yaratıldığı günden beri vardı. Son yüzyıllarda, ağırbaşlı edebiyat bu meselelerde eğer o kadar verimli olmamışsa ve Greve alanındaki vefakar kitapçıların odalarına atılmışsa bu, Latince bilindiğinden ve antikitenin bu türden meraklan doyurduğundandır ve bir de oğlancılığın ana suçlardan sayılıp, seviciliğin, bilakis bizim hoşgörücü atalarımızca terbiyeli kızların doğal bu eğlencesi sayılmış olmasındandır. Bu, XVU nci yüzyılda açıkça yapılıyordu ve zürafanın aşkları arasında idi. Erdemli Maintenon’a bundan dolayı küfür basabilmek için insanın Palatine gibi bir kaba taşralı olması gerekir. Seviciliğe o zamanlar “zararsız aşıkdaşlık” diyorlardı. Ve bu türden oynaşmalara (yanın zevk)[2] adını vererek alaya alıyorlardı. Ve “kızların sır ortağı” ismi verilen bu eserlerde bu küçük entrikalar hakkında aşk mektuplarına örnek olabileceklerini bulmak mümkündür. Bizim medeniyetimiz demokratlaşarak her şeyi ciddiye alır olmaya başladı. Dünya geçmiş zamanların zengin tabakasının halka hizmetçileriyle öğrettiği catechisme’ler karşısında tiril tiril titreyen, sonradan görme entelektüellerle güdülmeye başlandı. Bu suretledir ki bir cinsel törebilim oluştu ve sanıyı da hesaba katmak gerektiğinden, insanlığın kendi çıkarına göre çoktandır çözmüş olduğu meseleleri ciddi bir surette ele alınmak zorunda kalındı.

La Rochefoucauld “Perhizkarlık, sıhhatini sevmekten ve çok yiyememekten ileri gelir” diyor. İffetli olmak da aynı kelimelerle tanımlanabilir. Yalnız, bir sondan önceki kelime; değiştirip yerine daha az hayalisini koymak gerekir. Belki de işin daha ilerisine varmayarak, eğer insanlar okumasını bilmiş olsalardı yeni bir felsefe yarattırabilecek olan perhizkarlığa ait bir atasözünün bağıntılı nüanslarını sonsuz bir surette kalıptan kalıba sokarak eğlenmek daha mümkün olacaktır. Bu atasözü edilgin olmayan erdemlere uyar ve alt üst edildiği takdirde diğer bütün erdemlere de; zira bir fizyolojik buyruk vardır ve biz ona ancak, kendine itaat ettirmek için harekete getirmek zorunda olduğu organları zaaf halindedir ki karşı koymak imkanına sahibiz. Bu zaaf organik dekadansa bir işarettir. Çok yemek iktidarsızlığı kendini beslemek iktidarsızlığına kadar varabilir. Buna perhiz, imsak denir. Genel olarak afif kimseleri, arzularının kendilerine, durmak bilmez bir zulüm ile inlettikleri sanılır. Kadınların gözünde papazın perhizkarlığı bitip tükenmez bir zulmün örneğidir. Kadınlar aldanıyorlar ve bu, onların her an kullanabilecekleri hazlara fazla kıymet vermelerinden olmayıp, sonucu nedenden ayıramadıklarındandır. Ve bu hal sadece onların başına gelen bir şey değildir. Doğru bir mantığın theme’inde sıralanan terimlerin yerlerini değiştirmişlerdir. Eğer bir kimse sırf kendi rızasıyla kadına yaklaşmıyorsa bu, onun erkekliği olmamasındandır. Gerçek bundan ibarettir. Ve kendi arzusuyla manastıra kapanan kadın şehevi isteklerinin sıfır olduğunu kabul ediyor demektir. Onların afifliği bir fizyolojik haldir. Ve genel olarak bir ihtiyarda nasıl soğukluktan dem vurulmazsa onların bu hallerinin de erdemle bir ilişiği yoktur, istek ya vardır, ya yoktur. Ve sırf hastalık olduğu haller dışında da o, edim olur. Bu, bilhassa cinsellikte söz dinlemez bir hal alır. Boşaltma kaçınılmaz bir şeydir. Bay Fere hiç bir dinsel fikre bağlı olmamakla beraber, burada içi sönmüş budala bir tanrıbilimci gibi konuşuyor: “Kadına yaklaşmayan bir kimse için gece boşalmaları cinsel patırtılara karşı bir sığmaktır”.[3] “Bu, namuskarlık taslamanın ya da zoraki erdemin tam aksi kutbudur; organların zaafının doğal bir sonucu olan fizyolojik erdemin hiç olmazsa bu tür sığınaklara ihtiyacı yoktur. Ancak kendi öz tabiatına uygun olarak hareket edildiği takdirdedir ki namusluca hareket edilmiş olur; kişisel gerçeklerin dışında kalan bir törebilimin buyruklarına göre hareket etmek isteyen kimseler Tanrı’nın inayetiyle günün birinde yakalarını en gülünç uzlaşmalara kaptırırlar. Bize, aile dışı cinsel edimler hapis cezasıyla (ya da belki de ölüm cezasıyla, zira büyük kötülüklere büyük tedbirler gerektir) cezalandıkları zaman Succube (dişi şeytan) ile keyif çatmaya cevaz verilip verilmediğini sormaktan başka yapacak bir şey kalmaz. Bu, casuiste’lerin (cinsel problemleri çözen bilginler) çok ciddi bir surette uğraştıkları bir meseledir. Ve aralarından bazıları da bize rüyada tattırılan hazları hoş görmektedirler.

Ancak olguların araştırılmasından, nedenlerin incelenmesinden ibaret olması gereken bilim, kendi ödevini başaramaması yüzünden, kanun kuruculuğu taslamaya başlamıştır. Serbestçe sevişme açık kötülükler doğurmakta olduğundan: Sevişmeyi yasak eden bir kanun, alkol zararlı olduğundan alkolü yasak eden bir kanun, afyon ve eter hayatımızı tehdit etmektedir, hatta belki kif[4] de keza; öyleyse bütün bu kimyevi maddeleri yasaklayan bir kanunun gerekli olduğunu kimse yadsımaz. O halde neden bazı bünyelere bu kadar muzır olar av eti, yer mantarı, bourgogne şarabını yasak eden bir kanun konmuyor; nihayet niçin hygiene de törebilim gibi bir kanuna bağlanmıyor? Evcil hayvanlara bir istihkak biçilmemiş midir? Campanella’nın paradoksları arasında ki, henüz cinsel bilim tarafından ne üstünleri yapılabilmiş ne de yaklaşılabilmiştir, şöyle bir tanesi vardır: İnsanın kendi öz ırkı dururken köpeklen, atları ıslah edeceğim diye durmaksızın uğraşması ne saçma bir şeydir.

Sosyalistlerin el çabukluğu ile fikirlerini kullanmaya başladıkları Saint Thoma’da üreme, türü korumak için olduğundan, sayesinde korumdan edim, fertlerin kaprislerinden kurtarılmalıdır diye düşünüyordu. Ancak tanrıbilimci kilisenin disiplininde mantığına bir fren buldu; Campenella, bir papaz ve hem de iyi bir papaz olmasına rağmen ve Hristiyanlık ile insanlık düşmanı hülyaları kaleme almak iddiasında bulunmakla beraber, bu kuramı sonuna kadar götürmüştür. Onun aşk organisation’u korkunç ve meraklandırın bir şeydir; bilimsel zulümden daha az sert ve daha az saçmadır: “Döl işine girişme yaşı kadınlar için on dokuz yaş olarak tespit edilmiştir, erkekler için bu, yirmi bir yaştır. Bu çağ, yaradılışları soğuk olanlar için daha geç başlar. Bunun tam zıddına olarak diğer birçok kimselerin bu yaştan önce bazı kadınlarla düşüp kalkmalarına izin vardır; fakat bunların ilişkide bulunacakları kadınların ya kısır, ya da gebe olması şarttır. Bu, müsaade onlara tabiata aykırı bir surette davranmak suretiyle kendilerini tatmine kalkışmamaları için verilmiştir. Matrone’ lar[5] ile yaşlı Maitre’ ler (ustalar) daha kızgın yaratılışlı olup da doymak nedir bilmeyen kimselerin şehevi ihtiyaçlarını giderirler. Gençler zaten erişkinlerin genel yarışlarda gösterdikleri ateşte ta ciğerlerindekini okumuş olan, bu erbap kişilere istediklerini gizlice söylerler. Bununla beraber özel olarak döl işlerine bakan ve doğrudan doğruya aşk triumvir’ine bağlı ve çok mahir bir doktor olan Magistrat’nın izni olmadan bu hususta hiç bir şey yapılamaz… Genel yarışlarda, erkeklerle kadınlar arkalarında hiç elbise bulunmadan, Lakedemonya’lılar gibi, görünürler; Magistrat’larda bunların teşekkülleri bakımından cinsel birleşmelere ne dereceye kadar elverişli olup olmadıklarına ve uzuvlarının karşılıklı olarak birbirlerine ne kadar uygun olduklarına bakarlar. Ancak yıkandıktan sonra ve ancak üç gecede bir, döl verici edime girişebilirler; iri ve güzel kadınlar ancak iri ve teşekkülleri mükemmel erkeklerle birleştirilirler. Şişman kadınlar kuru erkeklerle birleştirilirler; şişman olmayanları ise, birbirine benzemeyen yaratılışları yekdiğerinde kaynaşarak iyi teşekküllü ırk oluşması için, şişman erkeklere bırakılırlar… Erkekler ve kadınlar birleşme saati gelinceye kadar, ayrı ayrı bölmelerde yatarlar; bir matrone (başhemşire) tespit edilmiş saatte her iki kapıyı da açar, Astrologue’la “müneccim” doktor en uygun saatin hangisi olduğunu kararlaştırırlar.[6] Müneccim bu erosal programa, muhakkak ki güzel bir şey olan, safça hal verir. Müneccim, bay Ribbing’in kanun tasarısını bozmakta ise de birçok haram birleşmeleri idare etmiş olan Matrone karşımıza çıkıverir ki buna şaşmamalıdır. Matrone’a evlenme kandilini yakmak ve karı kocaya doktorlar meclisinin kararıyla birleşmeye başlama işaretini vermek, bundan böyle haysiyetini iade ettirecektir.

Campenella’nın kendi öz orijinalitesini bozmayan, oldukça sadık kaldığı Platon’un Cumhuriyet (Devlet) V. i de pekala gösterilebilirdi. Gerçeği söylemek gerekirse Platon da bütün bu bölümde saflıkta 18 inci yüzyıl hülyacısından aşağı kalmaz. Ciddi bir ruhbilimin, bilgece yapılmış bilimsel gözlemlerin bulunmayışı, geçmişin bu siyasal felsefesine topyekûn kesin bir surette çocukça bir hal veriyor. Zamanımızın “ileri” denilen siyasal zekaları, mesela komünistler, insanın tabiatını, İnsani kanunları değiştirmek suretiyle, değiştirmek mümkün olduğuna, dinsel etkiler yüzünden, inanç beslediklerinden çocukçadırlar. Platon, tarihi göz önünde tutarak, bir felsefeye varmak istediği bu aynı Devlet’in[7] sekizinci ve dokuzuncu iki kitabında, ne kadar üstündür. O, bu kitaplarda gerçek olgular üzerinde çalışıyor, yoksa mantığının ya da Lycurge’ün mantığının yarattığı olgular üzerinde değil. Platon’a aşık olan Aime Martin titopyacı Platon için şunları söyleyerek en zalimane bir metihte bulunmuştur: “Platon’u tanıyan kimse onu Plutarque’m, Fenelon’un, Rousseau’nun, Bemard’in de SaintPierrc’in bütün yazılarında bulur. Bu büyük adamlar…” Hayır, burası ütopyacılar köşesidir: bu büyük çocuklar demeliyiz.

Platon ve Campanella’dan daha şanslı olan, aşkın modem kanun yapıcıları bir yol açıyorlar ve ne yazık ki arkalarından gidecek birçok kimseler bulacaklardır. Demokrasilerin zalimce davranışlarını ne kadar da meharetle şakşaklıyorlar. Güç, zayıfların elinde oldukça, kanunların zayıfları korumaya doğru yönelmeleri doğaldır. Halkın, gidişini kendisinin sağlayamayacağı hakkında şüphe götürmez bir bilinci olduğu gibi, kendisini sarhoş olmaktan ve firengiden koruyacak birer kanunu da seve seve kabul edeceği oldukça muhtemeldir. Modem eğilim, insan erkinliklerinin ikiye bölünmesidir, kaldırılabilmeleri mümkün olan erkinliklerin hepsi kaldırıldıktan sonra, diğerleri kesin bir kurallamaya uydurulacaktır. Aşka aykırı bir kanun ne üzerine dayanacaktır? Gönüllü ve beceriksiz bir filozof olan Bay

Fere: “Fakat genel ve tikel faydalar şimdiki ahlaktan başka bir şey olmayan bugünkü topluma vereceği fayda üzerine” diye cevap veriyor. Bu, elbette ki bir ilkedir, ve yayılmaya da başlamıştır. Bununla beraber bundan ürkmemeliyiz; zira bireyci kuramlar bu ilkeyi yok etmek için oldukça tanınmış ve çoğu zaman da kullanılmakta olan yeterli sayıda kanıtlar vermektedir ve bugün de doğmuş değildirler. Goethe ona lütfen dudak bükmüştür. Auguste Comte onu sosyal sisteminin temeli yapınca zeki bir adam, istenilen şeyin bireysel mutluluğu yok edilmiş insanlardan bir mutlu insanlık yaratılmak olduğunu derhal anladı. Kritik başarılıdır, çünkü, doğrudan doğruya fikre saldırmaktadır ve bilgin bir hale de konabilir.

II

İnsan, kuruntu da olsa, bir sinir sistemi ve bir bilinç ve edim merkezine sahip olan bir hayvan kolonisidir. Topluluk, bir merkezi sinir sistemi olmayan bir hayvan kolonisidir. Bir milletin bilinci, insanlığın bilinci: mecaz bunlar. Söz konusu olan, daima tikel bir bilinçtir ki, buna taklit yoluyla dağınık bilinçler katışırlar. Ancak uyuşma kanunu mutlak olmaktan çok uzaktır. Hatta daha güçlü ve sayıca daha çok olan, ya da kendilerini savunacak çığırtkanları bulamayan zıtlıklar ittifakla, kabul edilmiş hissini veren, bir rıza ile susturulmuşlardır, insanlar çoğu zaman kendilerinin yarattıkları mecazların kuyusuna düşerler. Bir benzetiştir yapılır; bu bir parça ileri götürülür ve bir değişiklik oluşur. Paris, Fransa’nın beyni olmuştur. Benzetme kabul edilince artık falsolu taraf kalmaz, işte atardamarlar, sinirler, kaslar, iskelet, canlı ve gerçek bir insan olan Fransa ve aldandık gitti: zira mantığımızı okşayan bütün usavurmaları, insan bedenine uygulayınca gerçek olmayan bir varlık üzerinde masumcasına tekrarlıyoruz. Kılı kırk yararcasına yapılan ruhbilimsel çözümlemelere konu olmak bakımından bunları ciddi bir surette hiç bir şeye benzetmeye imkan yoktur. Bir insan, bir insandır, bir yurt da bir yurttur. Eğer birkaç mecazdan sonra gerçeğe dönülmezse kötü bir edebiyatta gülünç bir gezintiden başka bir şey yapılmış olmaz.[8]

Bununla beraber, eğer bu yurt, millet, topluluk, halk ve diğer belginsizlikleri birbirini tutmayan kelimeler çözümlenecek olursa, burada özel öğenin insan olduğu görülür. Önemli olan bu öğenin önemini toplumbilimciler takdir etmemekte direnmektedirler. Büyük çabalar ile yarattıkları Gargantua, kendilerini çok kanıksattığından, bütün insanları onun kepeneğinin ceplerine dolduruyorlar ve bunlan öküzleri, koyunlan ve papazları, Pantagruel’in babasına, Gustave Dore tablolarında nasıl yedirmişse öylece, teker teker yediriyorlar. İnsan hiç bir şey değildir, doğru ve dünyanın varlığının şartı olduğuna göre de her şeydir. Onun tarafından yaratılmış olan dünya aynı zamanda onun için de yaratılmıştır. İçinde bir atomdan başka bir şey olmayan topluluk, hoşuna gitmeye başlar başlamaz iğrenç bir şey olur. Hatta bütün anlamını da kaybeder. Şu teorem doğru varsayılsın: Arıya faydalı olan her şey kovana da faydalıdır ve eğer bir budala bilmece uydurucusu sayılmak istenmiyorsa, terimlerin yerleri değiştirilmeye kalkışılmaz. Duyarlık insandadır, toplulukta değil; eninde sonunda, hatta toplumsal gruptan ayrılmayı reddetmiş olsam da ileri sürülen benim. Bir kamunun gerçek ve en sıkı bağı bencilliktir. Bir fert kuvvetlenip büyürse bu suretle cumhuriyet sağlıklı, güçlü ve sağlam olur.

Yoluna kurban olmak fikri Hristiyanlığın getirdiği fikirlerin arasında en sapkın olanıdır. Yürürlüğe sokulunca da şöyle dey imlenir: Bilinen bir faydanın bilinmeyen bir fayda için yadsınması. Neyin feda edildiği ve nasıl bir hazdan yoksun kalındığı bilinmektedir. Bu fedakarlığın başkasında yapacağı yankı bilinmez ve çoğu zaman da yüklendiğimiz zarar gözdemiz için daha büyük bir zarar olacaktır.

Nice kadınlar, aşk söz konusu olduğunda, ebedi mutlulukları için, dövülüp sövülmeye can atmışlar ve birkaç tanesi de sevgililerinin çok asilce çekingenlikleri yüzünden inim inim inlemişlerdir. Ve nice çocuklar özellikle fedakarlık emziği ile yetiştirilmiş, nice Hristiyan genç kızlar vardır ki korkunç hayatlarım Yahudi Incil’inin ayetlerinin bir halkası gibi çekip sürümektedirler. Eğer bir topluluk fedakarlık düşüncesi olmadan, fedakarlık yapılmadan yaşayamıyorsa, o topluluğun kötü bir şey olduğunu söylemesem bile muhakkak ki saçmadır derim. Güçte gücün haklan vardır, güç, dünyaya, kımıldamadan duran yapraklar arasına saklanmış tuzaklar gibi erdemlerle örtülü aforizmalar salarak bu haklarının haddine tecavüz eder. Fedakarlık eğer kendiliğinden olan bir aşk edimi değilse; bu fedakarlık ister bir insandan diğer bir insana ya da bir insandan bir gruba yapılmış olsun, niteliği değişmez, fakat daha berbatlaşır. Sevilen bir varlığı neşelendirmek ya da dinlenmesini sağlamak için bir hazdan vazgeçmek de bir hazdır; bu bir hazdır çünkü bencil bir edimdir: Çünkü diğer bir kendimizin gönlünü hoş etmek kendimizi hoşnut etmektir. Burada doğal bir kuralın ve duyarlığın mantığı içindeyiz. Ancak vazgeçişin, eğer bir bilinmeyen kimse için, daha kötüsü, bir soyutlama, sözlüğün kelimelerinden biri için, yapılıyorsa değeri nedir ki? Ve bu hangi değerdir? Bir hizmet ediminin değeri mi? Gönül rızasıyla esirliği kabullenmek daha kötüsüdür. Fedakarlıklar daima gönül hoşluğu ile yapılır. Zira hiç olmazsa işkenceye boyun eğmeyi içermektedir, insanlardan kişisel hazları, topluluğun zenginleşmesi için feda etmeleri istenir istenmez onlardan esirce davranmaları istenmiştir. Ve duyumlarının yönetimi, jestlerinin şu veya bu olacağı, duyarlıklarını genel kullanımı kanunlara bağlanmıştır. Sürü, öpüp başına koyduğu ölçekleri, doğurucu dişileri, genel iyilik adına, ırkın bekası ile hiç bir ilgisi kalmamış olan bir fayda için feda edilmiş yansızlar sürüsü ile karşımıza çıkmıştır.

Aşkı kurallayacak tıbbi bir kanun yapmak hakkı çok ileriye götürebilir. Zira toplumsal faydanın Lycurgos’lara ilham etmediği fantazi mi kalmıştır. Schopenhauer suçluların vurdurulmak suretiyle cezaya çarptırılmasını ileri sürmüştür. Bundan daha bilimsel bir teklif olamaz. Doktorlar bu cezaya sade suçüstü yakalananları değil, fakat kalıtım’ın bütün özürlü kıldıklarını da çarptırmalıydı: birkaç nesil geçmeden babadan oğula geçici diatheses’leri kökünden kazımak için bir çare. İşte toplumsal çayırın öküzleri: semirince ne işe yarayacaklar? Fakat bu soru henüz sorulmuyor. İleri sürülen sadece “aktüel faydadan başka bir şey olmayan aktüel ahlak adına” aşkı, kan koca edimleri çevresi içine sokmak ve nihayet insanların tadını henüz adamakıllı tatmadıkları bu rengarenk kanunun düdüğünü öttürtmektir. Ütopyacı, bu original çabayı başardığından duraksar ve şüpheye düşer, kendisinden değil fakat idealini başarmanın mümkün olup olmayacağından. Bu zaaf, bizi törelerin şimdiki durumuna olduğu gibi insan tabiatına da iğneleyici sebepler ileri sürmekten alıkoyar. Fakat bu önlenebilir. Ütopyacı çok belli bir tiptir ve anıdan didiklenerek atılabilir.

İki çeşit yaşanılabilir: duyuda, ya da soyutlamada. Ütopyacı hatta bilim adamı, hatta minik olguların eşsiz gözlemcisi de olsa, fikirlerini genellemeye kalkınca gerçekle olan bütün bağlantısını yitirir. Örneğin fuhuşun modem toplulukları kasıp kavurduğunu görünce hemen: fuhuş, toplumsal bir olgudur ve topluluğun belgin bir şekline bağlıdır, sonucuna varır. Öyle bir topluluk yapın ki orada bütün genç kızlar on sekiz yaşında evlendirilmiş olsun, artık fuhuştan eser kalmayacaktır. Bu çeşit uslamlama incelikten yoksun değildir. Bununla beraber eğer fuhuşun toplumsal bir olgu olmazdan önce İnsani bir olgu olduğu anlaşılmış olsaydı bunu andıran tümdengelimlerle, bütün topluluklarda hangi cinsten olurlarsa olsunlar, hatta en kılı kırk yarıcı imgelemlere göre tüzüklenmiş de olsalar, kötü kadın olacağı ve hepsinde de bunların sayısının hemen hemen birbirinin aynı olacağı ispatlanabilecekti. Fuhuş, topluluğun şekline göre şekil değiştirecek, fakat bu değişiklik ancak şekilde olacaktır. Hiç bir kanun geveze bir kadını konuşmaktan alıkoyamayacağı gibi, şehvetine düşkün bir kadını da kendine dostlar aramaktan alıkoyamaz. Kötü kadınların zevk için sevişmedikleri ileri sürülebilir; yapmaya mecbur kaldıkları kadar çok ve hoşlarına gitmeyecek birçok şekillerde olduğu için bu doğrudur; fakat bir kötü kadın sanatına başladığı anda daima yaratılışının yergin meraklarının, erkeğe karşı duyduğu ilginin kurbanı olmuştur. Bir sinir sistemindeki tepkilerin dizilişini ütopyacılar ne gibi bir bağ ile değiştireceklerdir? Zarınıma göre ve eğer kelime oyunu yapmıyorlarsa ki, Bay Fere’nin de fikri bu merkezdedir, fuhşun ücret meselesinden ileri gelmeyip promisecuite (toplu halde fuhuş) dan ileri geldiğini kabul edeceklerdir. Evlenme bütün çiftlere tatbik edilmiş olsa da, eğer kendisine kutsallığın esrarlı değeri verilmiyorsa promisecute’nin önüne ciddi bir surette nasıl geçebilecektir. Evlenme, hatta medeni nikahla yapılanı da olsa, zührevi hastalıklarda aziz Hubert’in boyun atkısının etkisini gösterebilecek midir? Bununla beraber ütopyacılar belki de kuruntularında evlenmeye saygı gösterileceğini sanıyorlar. Bu, kanunun sıkılığına bakar. Fakat Germenler zinanın gerçekleşmesi durumunda ölüm cezası veriyorlardı ve bunu da tatbik etmişlerdi. Bazen insanlar, hatta korkakları bile, bazı yoksunluklara katlanmaktansa ölümü tercih ediyorlar. Aşk kanun yapıcılarının cennetinde birçok intiharlar olacaktır.

III

Aşk’ın ahlakı nedir? Code’lar ve toplumsal kullanımlar dışında böyle bir şey yoktur; code’lar da eğer bilgece olmak istiyorlarsa, ancak yazıldıkları gibi kalmalıdırlar. Fakat bütün uygar ülkelerde toplumsal kullanım, cinsel gösterilerle ilgili olunca, mutlak erkinlikten ayırt edilemez olur. Bu, medeni memleket deyimi varsayımsal olabilir: eğer, bu (ırkımızın içgüdülerine düşman bir ahlakın boyunduruğu altında yaşadığımızdan) hala uygulanıyorsa bunun ne demek olduğunu anlamak için Roma İmparatorluğunun parlak devrine, Hristiyan demagoglarınca taşlanmış yüzyılların, veya Quattrecento İtalyasına ya da Francois I Fransasına bir göz atmak yeter. Aşk hatta toplumsal jestlerinde bile, yine özel bir iştir ve bir içgüdü olmak, hem de en başta gelen*5 bir içgüdü olmak bakımından bütün haklar onundur. Yazılarıma bu ismi takmak suretiyle bilimci moralistler bile bunu içerikli olarak onaylamış oluyorlar. “‘Cinsel içgüdü” adı altında hayata, kendine ebedi hayatı sağlamak için dileyerek seçtiği, araçlara düşman birtakım tehditler sokuşturmaya çalışmak ne boş bir şeydir. İçgüdüye aldandığını söylemek cüretinde bulunmak usun ukalalıklarından biridir ki, us’a aykırı bir şeydir; rolü, özü gereği anlayamayacağı birtakım halleri sayıp sınıflandırmaktan ibaret olan us, burada ancak bir seyircidir; işte o kadar. Gün tutulmalarında şaşakalıp “başarı”yı[9] alkışlayan halk; evet on dokuzuncu yüzyılın halkı (ya da 20 nci yüzyılın halkı) olayın su gibi akışını bilimin kararladığını sanmaktan uzak değildir. Hayat içgüdüsüne karşı verdiğimiz bu buyruklar bilime inanç besleyen halkı pekala yanılsamaya düşürebilirse de, bunlar üzerlerine aldıkları güç işin hakkından güç hal ile gelmeye didinen gerçek gözlemcileri kutlayamaz.

Bununla beraber deviation’\ara (sapkınlıklar) yol açabilir. İki cinsi birbirinden ayırarak ve onları tam bulûğ çağlarında kapalı yerlerde üst üste yaşamaya mecbur ederek yüzde yüz oğlancılığa ve seviciliğe varılır. Roma’lılar bu eğilimleri ta o zamanlar Vestales manastırlarında ve Galles kolejlerinde geliştirmekte idiler. Bizler de onların bu kurumlarını kışlalarımız ve yatılı kuramlarımızla olgunlaştırdık. Hayatını sırf kendi cinsinden olanlarla geçirmek isteyen bir kimse muhakkak ki saygı değer eğilimler göstermektedir; fakat bu tür eğilimleri seçtirtip körüklemek hükümetin görevlerinden midir ve aynı sonuçlara varacak olan isteklerini ölçüp biçmeden ileri sürerek, tüzükler yapılmasını isteyen ahlakçılarda da akıl denilen şey var mıdır?

Aşk’ın özgürlüğüne karşı konulan her yasak hüzünü korumak demektir. Bir nehre set çekilince taşar; bir tutku da baskı altına alınırsa yolunu sapıtır. Bouffon ’un bir gelinciği vardı ki canlı bir eşten mahrum olduğu için samanla doldurulmuş bir dişi ile birleşmeye çalışırdı. Bu konuda töre bakımından daha büyük bir titizlik gösteren toplumsal çevrelerin bilhassa sapkınlıklarla ya da, daha sık rastlanan ve tanrıbilimcilerin kibarca mollities’ler dedikleri ile inlemekte olduğunu göstermek zorunda kalınacağı korkusu ile, fazla direnilmeyeceğini umut etmekteyiz. Modem ahlakçılığın aşka karşı gösterdiği bu gaddarlığın neden ileri geldiğini ve hakkın duygusunun yankısı olmadığı için ilk önce bu ruh haletinin kökeninin hangi nedene bağlanabileceğini araştırmak yerinde bir hareket olacaktır.

Hristiyan cemaatinin tinsel uluları için temiz eteklik ile ahlak düşkünlüğü arasında orta denilen bir şey yoktur. Evlenme de insanların ayıbını örtmek için Tanrı’nın bağışladığı bir remedium amoris’den başka bir şey değildir. Aziz Paul aşktan tıpkı Spinoza gibi materyalist bir küçümseme ile bahsediyor. Bu, iki ünlü Yahudinin ruhları biribirlerinin aynıdır. JSpinoza: “Amour est titillatio quaedam concomitante idea causae ekisterne”, diyor. Aziz Paul daha baştan bu kaşınmaya panzehir olarak, evlenmeyi göstermişti. Ve buna sefahate karşı biricik çare olduğu içindir ki, müsaade etmiştir. “ Aix öt TaÇ JiopvtiaÇ ” yı papaz Latincesinden olan fornica tio (temas) kelimesi şüpheli bir şekilde karşılayabilir. “ Ilopvtiû ” bilakis fuhuş fikrini de akla getiriyor ve bunun sonucu olarak da ahlak düzeltici öğüdü, adi Fransızca ile, şu demek oluyor: “Evleniniz, bu, kızlarla düşüp kalkmaktan daha iyi bir şeydir”. Eğer Pagan Katolikliğin sözüne zenginliği, Yahudi apotr’ın bu kaba lafını şehvetengiz cümlelerle çevrelememiş olsaydı, yeni ailenin bu gibi sözler üzerine kurulduğu sırıtacaktı. Hıristiyan tinsel cemaati “ ütopvcia ” fikri yerine Cantiı/ue des cantiques”lerın halvet müziğini koydu. Bununla beraber gizemci ahlakçılar, aziz Paul’ü, bu hayatın işleri için gösterdiği küçümsemeyi bir kat daha abartmaya muvaffak olarak, bildikleri gibi yorumladılar. Deve tüyünden bir çadır örücüsü ve hiç bir surette edebiyat ve papazlığa hazırlanmamış olan bu zat her zaman kesin olarak belgin değildir. Hayvanlığın öz davranışı, bilinçsiz bir isteği çabucak kanıksatmak için çiftleşmek olduğu halde, onun cinsel incelikleri, paçavraya çevirmek gayretiyle more bestiarum edimler adını vererek yaptığı karşılaştırma, kimi kızdırmamıştır ki? İçgüdünün sapkınlıkları serbest halde yaşayan hayvanlarda pek az rastlanan bir şeydir ve ancak bu son zamanlarda gözlenilmiştir.[86] Apotr; demek ki içinde hatta gözlemden çıkma eski bir gerçek bile bulunmayan, kaba yapım kanunlardan birine dayanmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bununla beraber bu kinaye ademoğlunun şehvette bulduğu incelikleri aşağılık görenlerce ne kadar tekrarlanıp durmuştur. Aziz Paul’ün yorumlayıcıların yukarıdan atan sözler ile şiddetlendirilen tok sözlülüğü hiç olmazsa cinsel edimleri topyekûn, fakat ayrı ayrı değil, mahkûm ettirmek gibi hayırlı bir sonuç vermiştir. Gizemcilerin güttükleri ya hep ya hiçtir. Onlar, daha sonraları cassuiste’ lerin, zevksiz olmakla beraber iyi cinsten olan ve her zaman olmamakla beraber, gerçeğin kaynaklarından alınmış, bir bilim ile yazdıkları meraklandırıcı trake’lerde üzerinde zevkle duracakları incelemelere tenezzül etmezler. Bu tenezzül etmeyiş bir tür töre serbestliğine sebep olmuştur. Birçok eğlentiler o yüzyılda hayatta kalmış olan herkese mubah göründü. Ortaçağın edebiyatı toplumsal ilişkilerdeki bu geniş müsaadeleri tanıtlamaktadır. On ikinci yüzyıldan itibaren din artık duyarlık üzerinde etkisi olmayan son sözünü söylemiş bir gelenekten başka bir şey değildir. Bizzat zeka da skolastik şair ve filozoflarda nadir olmayan inanmazlık itirafları daha büyük bir dikkatle toplanmış olsaydı görüleceği üzere, tanrıbilimsel bağdan yakasını kurtarmıştır. Aşkın ayağını hiç bir önyargı bağlamamakta olup isteğinin peşinden, cinsel ilişkilerin zararsızlığından, emin gitmektedir.

Burada bugüne kadar asla incelenmemiş ve zaten yanaşılması da güç olan nazik bir noktaya gelmiş bulunuyoruz: aşkın ahlakı üzerindeki firenginin etkisi.

En eski zamanlardan XVII nci yüzyılın ilk senelerine kadar sürmüş olan Avrupa’daki insanlığın hali mecazi tabirlerle dünyanın saflığı denilebilecek hale karşı gelir. Günah devri, Christophe Colomb’la başlar. Öyle bir topluluk tasavvur edilsin ki orada aşk hangi şartlar içinde yapılırsa yapılsın sonunda korkunç hastalıklara sebep olmasın; öyle bir topluluk ki en ateşli öpücükler ana sevgisi ya da dostluk gösterilerinden fazla maddi tehlikeler doğurmasın; böyle bir topluluk bizimkinden o kadar farklı olacaktır ki bunu kavrayanlayız bile. Çünkü şehevi istekler orada serbest bir surette korkmadan çekinmeden gelişmektedirler. Pudor kelimesinin Latincedeki ve bizim modem dillerdeki anlamı asla bir değildir. Latincede pudor şeref, etikete uygun hareket, vakar anlamına gelir. Bizde ise, zehirli olması muhtemel olan gençliğin hoşuna giden şeyler karşısında korkmak, titremek demektir. Firengiden önce dudaktan öpmek bir selamdır. Hastalığın yaygınlaşması karşısında ortadan kalkmıştır: Kadınlar şehevi tutku, iradelerini sarsmamışsa, öpülmek üzere alınlarını uzatırlar, sonra iki cinsin birbirlerine bir adım daha uzak durduklarını görüyoruz. Ya sadece bir baş işaretiyle, ya da ancak ele dokunmak suretiyle, ya da çekinerek iki eldivenli eli birbirine değdirmek suretiyle selamlaşılmaktadır. Frengi, hayatın kendisi demek olduğu için ölümden daha güçlü olan aşka değil fakat cinsel kardeşliğe son vermiştir. Amerika’nın keşfinden beri erkek ve kadın arasında cehennemi bir korku hüküm sürmektedir. En korkutucu dinlerin bile ancak geçici bir süre için yapabildiğini bir virüs başardı ve dudaklar birbirinden koparılmış oldu.

Aşk ahlakının tarihini yazmak isteyecek olan tarihçiler, bu tarihi frengiyi hygiene’e bağlayarak yazacaklardır. Törelerde büyük karışıklık olması kaçınılmazdı: Bir doktor ve bir şair olmak sıfatıyla yeni hastalığın saçtığı dehşeti gözleriyle görmüş olan Fracastor:

Obstupuit gens Europae ritusque sacrorum

Contagemque alio non usquam tempore visam

diyor. “Obstupuit gens ” “Bu, evrensel bir devir oldu, herkes aşkın ve dünyanın işinin bittiğine hükmetti.”

Erdemini değil fakat sağlığını korumak için, bilimin ahlakçılarının oldukça yerinde olarak “promiscuite” dedikleri şeyden vazgeçmek zorunda kalındı; hemen yakalanıveren ve inkara imkan olmayan maddi bir hastalığın korkusu iki cins arasında öyle bir ayrılık yaptı ki bu, hastalığın şiddeti geçtikten sonra da devam etti. İncil’in yaptığı tepki frenginin yaptığını bir kat daha artırdı. Avrupa toplulukları kendilerini öyle yeni şartlar içinde buldular ki onlara yeni bir ahlak gerekti. Sırf tanrıbilimsel kavramlar üzerine kurulmuş olan temiz eteklilik ile hayasızlık arasındaki eski anlaşmazlık ortadan kalktı. Herhangi bir cinsel edim tehlikeli olduğundan, temiz eteklilik de olumsuz sonuçlan yüzünden daha az tehlikeli olmadığı için, bir uzlaşma arandı. Hygiene’çilerin gelecekteki varacakları sonuçlarla itiraf etmek gerekir ki; aynı havayı çalan ve baştan anlaşmış olan toplumsal içgüdü, bu uzlaşmayı evlenmede gördü ve evlenme de bu suretle üç yüzyıllık bir maskara ömürden sonra kendisini birdenbire baş tacı edilmiş buldu. Fakat bu, kötü törelerin taşıp kabarmasını yakıştıramadı ve karşı karşıya kalman tehlike, istenildiği gibi yaşanıldığından insanı cezbeden bu hayatı gözden düşürdü. Kızlar kendilerini müthiş sakınır oldular ve bilinçsiz bir surette korkunun mimiğini utanmadan ileri gelen cilve gibi göstermeyi öğrendiler, gitgide erdemlerinin nedeni hakkında kendilerini kandırdılar ve sonra bu kandırmayı da unuttular ve öyle bir zaman geldi ki kadınları temiz etekliliği, saflıkla ya dine, ya da gizli bir tür Tanrı’ya, ya da ne olduğu bilinmeyen duygusal bir inceliğe atfedildi.

Yeni cinsel ahlakın başlatıcı sebebi daima haberimiz olmadan etkisini gösterir. Promiscuite’nin sonuçlarını etrafıyla anlatan balmumu şekillerin teşhir edildiği müzeleri tutmak idarecilere gelenek olmuştur. Bu konu etrafında yazılmış, geniş müşterisi olan, bir edebiyat vardır ki şehvetengiz resimleri doymak bilmez bir hırsla satın alanlar tarafından alkışlanmaktadır. Frengi, aşk tehlikeli bilindiğinden güzelliğini hiç bir şey sürmemesine borçlu olan bir insan yüzünü aşk ilham ediyor bahanesiyle mahkûm ettirmek mucizesini göstermiştir.

Bu görüş tarzının, eğer meseleye kanunların aptal gücü karıştırılmasaydı ve eğer laf faydalı olduğu için acı yergilere ve alaylara tek başına karşı koyabilecek olan bir ahlakı ikna etmeyi üzerine almış olsaydı, tutacak bir tarafı olurdu, insanlar, cinsel çekinmeye sebep olmuş olan bu hastalık kalkamayacak şekilde yere serilmedikçe, daha birçok yüzyıllar frengiden önceki serbestliği göremeyeceklerdir. Fakat herkes ateşle bildiği gibi oynamakta serbesttir. Tedbir, nasihat edilirse de, zorla kabul ettirilemez. Aşkın ahlakının yarı dinsel, yan tıbbi olması onun sırf ya tanrıbilimci ya eczacı görüşüyle incelenmesini gerektirmez. İlinekler olağanüstü önemli bile olsalar yine ilinek olmaktan bir adım ileri gidemezler. Aşktan sanki aşkın altın devri hüküm sürüyormuş gibi bahsetmek ve yüzdeki geçici olaylar üzerinde duraksamadan ancak öze bakmak gerekir, insan topluluklarında salt denilebilecek pek az şeye rastlanabilir. Bu topluluklarda hemen her şey özellikle cinslerin münasebetlerinden başka her şey, şekilden şekle girebilir. Çünkü cinsel ilişkilerdedir ki hayatın canı, nedeni ve sonu, çözülmesi güç bir sayı gibi, sarmaş dolaş bir haldedir. Hayat, hayatın öz amacı olan edim sayesinde mümkündür. Bu, bu işte kendisine vücut veren ve aynı güçte olan nedenin özdeşi bir etki görmeye zorlayacak olan akla saçma görünecektir. O, bu işe karıştırılmamalıdır. Gücünün yetmeyeceğinden ötürü değil, fakat akıl, aşkın gösterilerini tüzükleyecek kanunlar imgeleyip onları epey bir zaman yürütebilse de, bu kanunlar zorunlu olarak doğal kanunlar kadar mükemmel olamazlar. Sonra insanın, doğal kanunlardan, onlara küçük bir çocuk gibi uyar uymaz, sorumlu olmadığını göz önünde tutmak gerekir. Fakat insanın kanun olarak ilan ettikleri bir gün gelir ki yalnız etini yakmakla kalmaz aklını da kül eder. Çünkü her şey birbirine bağlıdır ve anlıksal kolaylık açık bir surette duyuların serbestliğine bağlıdır. Her şeyi duyamayacak bir durumda olan bir kimse her şeyi de anlamaz ve her şeyi anlamamak da hiç bir şeyi anlamamak demektir. Edebiyat, sanat, felsefe hatta bilimde ve içinde zeka bulunan bütün beşeri jestler, duyarlığa tabidirler. Lycurgue’ün fantezilerini İsparta, zekası pahasına, ödemiştir; insanlar orada yarış atları gibi güzeldirler. Ve kadınlar sadece budalalıklarına sarınarak çırılçıplak dolaşmışlardır. Kurtizanların Atina’sı, aşkın özgür olduğu Atina ise modem dünyaya anlıksal şuurunu vermiştir.

Baudlaire’in “aşk işlerine namussuzluk karıştırmak” isteyenlere karşı yazılmış şiirlerini herkes bilir. Bu şiirler Tullia des Meursius’ün cesurane bir mtlsahebesine başlıklık etmektedir. (Colloguium VII. Fescerınini): (Honestatem qui Quaerit in ve Vuluptate tenebras et quarratin luce. Libidini hil in honestum…)

Remy De Gourmont
Aşkın Törebilimi

[1] Cinsel Hygiâne ve Törel neticeleri, sayfa 215.
[2] “Yanyana uzanmış iki kızdan biri erkek rolüne soyunuyor, sevdiğine bir şeyler söylüyor­du.” Bu parça o zamanki dergilerin birçoğunda vardır.
[3] Cinsel İçgüdü; evrimi ve dağılması, sayfa 301.
[4] Dövülmüş hint keneviri yaprağı ile tütünün karıştırılmasından oluşan bir nevi keyif mad­desi.
[5] Ebe kadın, başhemşire
[6] Güneş Ülkesi Campanella’mn seçme eserleri. Paris, 1847.
[7] Platon’un “Devlet” adlı eseri
[8] Toplumsal organizmanın, insan bedenine benzetilmesi de Platon’dan alınmadır. Buluşunu Devlet V. te şu cümle ile özetliyor: “Bir topluluk için en büyük iyiliğin ne olduğu hakkında anlaşmış ve bu bakımdan iyi yönetilen bir cumhuriyeti bütün üyeleri bir tek üyenin haz ve acısını duyan bir bedene benzetmiştik.”
[9] Ispanya’dan gelen haberler bunu doğrulamaktadır.
[10] Bay Fere’nin eserinde bu konuya dair çok ilgi çekici bir bölüm vardır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz