KAFKA: İNSANA ÖZGÜ GENEL ZAYIFLIĞIN TAŞIYICISIYDIM!

1

ZAYIFLIĞIN YARATTlĞl DEHA
“DELİLİĞİN SINIRINA VARMAYA DAYANAMIYORUM”

Franz Kafka, 3 Temmuz 1883’de Prag’da, bir Yahudi tüccarın oğlu olarak dünyaya geldi. 3 Haziran 1924 tarihinde Viyana yakınlarındaki Kierling Sanatoryumu’nda gırtlak vereminden öldü.

Kafka kendine yönelik yoğun bir gözlem sonucu, zayıf yanım yazınsal gücünün temel kaynağı olarak saptamıştır. Şöyle yazar: «Bildiğim kadarıyla, yaşam için gerekli koşulların hiçbirini beraberimde getirmiş değildim, yalnızca insana özgü genel zayıflığın taşıyıcısıydım. Bu zayıflık sayesinde bu anlamda sözünü ettiğim zayıflık, çok büyük bir güçtür yaşadığım dönemin bana zaten çok yakın olan, savaşmak değil belli ölçüde temsil etmek hakkına sahip bulunduğum olumsuz yanını olanca gücümle özümsedim. Gerek kapsamı dar olan olumlu’daki, gerekse artık olumluya dönüşmenin sınırına varacak boyutlar almış olumsuz’daki payı, kalıtım yoluyla elde edilmiş değil…»

Kleist ya da Keats’inkini andıran bir zayıflıktır bu, ama onlarınkinden daha mutlaktır; bir savunmasızlık, en ufak baskı karşısında yenik düşme konumudur; ardından gün ışığının görülebildiği incecik bir zar gibidir.  «Bu testi daha suyoluna varmazdan önce kırılmıştı,» diye yazar Milena’ya. Bir sarmaşık gibi uzamış olan hassas bedeni, herhangi bir «aşırılık» karşısında sürekli savunma konumundadır. Varlığını sürdürme içgüdüsü, Kafka’nın kendisi konusunda tutumlu ve esirgeyici davranmasını, «gücünü düşünülemeyecek kadar çok aştığını» sezdiği kimi şeylerden özveride bulunmasını gerektirir. Güvenlik altında olmaya ve ana kucağına duyduğu özlem, bedeninin zayıflığından kaynaklanır. Ama yazınsal üretime olan tutkusu daha güçlüdür.

«Yazma eyleminin, yaradılışımın en verimli yönü olduğu ortaya çıktığında, tüm gücüm bu noktada odaklaştı ve cinselliğin zevklerine, yemeye, içmeye, felsefi düşünmeye, özellikle müziğe yönelir tüm yeteneklerimi ortada bıraktı. Bu yanlarımın tümünde zayıf düştüm. Bu da zorunluydu, çünkü sahip olduğum tek tek güçler bir bütün olarak o denli azdı ki, ancak hepsi bir araya geldiklerinde yazma amacına biraz olsun hizmet edebilirlerdi.»

Ama bu denli duyarlı olan organizma, trajik kararlar verebilecek kadar da güçlüdür. Çoğu yazarlar çalışma sürecini, aşın enerji harcamaktan kaçınarak, her gün belli bir bölüm tamamlayabilecekleri bir akışa dönüştürebilirler; başka bazı yazarlar ise ancak iç gerilimlerini bir doruk noktasına vardırarak, her türlü ölçünün dışına çıktıkları bir konumda üretebilirler. Kafka, bu yazarlar arasında yer alır. 12 Eylül 1912 tarihinde güncesinde şu satırlara rastlıyoruz: «Bu öyküyü, ‘Yargı’ adlı öyküyü, 22’yi 23’e bağlayan gece, akşamın onu ile sabahın altısı arasında bir solukta yazdım… Öykünün önümde gelişmesi, bir suda ilerler gibi ilerleyişim, hem korkunç bir çaba, hem de mutluluk. Bu gece sırtımda birkaç kez kendi ağırlığımı taşıdım… İnsan ancak böyle yazabilir, bedenini ve ruhunu bu denli bütünüyle adadığında…» Bir başka notunda ise şöyle der:

«Coşku arımı, ne denli özlersem özleyeyim, o an karşısında özlemden çok korku duyuyorum…» Ancak böyle anlarda iyi buluşlar yapabilmelidir; ama o an gelip çattığında «dağarcık o denli zenginleşiyor ki, özveride bulunmak zorunda kalıyorum, yani akıntıdan bir şeyleri gözü kapalı alıyorum, öyle önüme ne gelirse, el attıkça; o zaman bu aldıklarım, düşünerek yazmaya başlayınca, eskiden içinde bulunduğu dağarcığm bütününe oranla bir hiç oluyor, o dağarcığın zenginliğini yansıtmaya yetmiyor, bu nedenle de kötü ve insanı tedirgin edici bir nitelik alıyor, çekiciliği bir işe yaramadığı için…»

Kafka, yazın çalışmalarının bedelini dayanılması neredeyse olanaksız baş ağrılarıyla, uykusuzluk, bitkinlik ve kendini yıkıma götürmekle ödüyordu. 1913’de şöyle yazmıştır: «Yapamıyorum, kendi yaşamımın saldırısına, kendi kişiliğimden kaynaklanan istemlere, yaşın ve zamanın yıpratmalarına, yazma tutkusunun belli belirsiz zorlamalarına, uykusuzluğa, deliliğin sınırına varmaya dayanamıyorum bütün bunları yalnız başıma taşıyabilecek güçte değilim…»

Ve sonra, 1921’de:

«Yararlı hiçbir şey öğrenmemiş oluşumun ve buna bağlı olarak kendimi bedensel bakımdan da yıkıma sürükleyişimin ardında bir amaç yatıyor belki de. Dikkatimin dağılmasını istemiyordum, yararlı işler gören, sağlıklı bir erkeğin duyacağı yaşama sevinci yüzünden dikkatimin dağılmasını istemiyordum. Sanki hastalık ve mutsuzluk da insanın kafasını en azından bunlar kadar dağıtmazmış gibi!.. Yılların akışı boyunca kendimi sistemli biçimde yıkıma götürmüş oluşum, gerçekten şaşırtıcı; her şey bir barajın ağırdan çöküşü gibiydi, tümüyle amaçlı bir eylem vardı ortada…»

Romantiklerce ortaya atılan ve eskimiş olan seçenek, sanat ya da yaşam diye belirtilen seçenek, Kafka için ölesiye ciddiydi. Zayıflığı, bu ikisinden bir bütün oluşturmasını yasaklıyordu. Hukuk öğrenimi görmüş, ona epey boş zaman bırakan bir uğraş seçmiş olmasına karşın, bu ikili çalışma bedenini yıpratıyordu. «Bu iki uğraş,» der Kafka, «Hiçbir zaman bağdaşamaz ve ikisine ortak bir mutluluk yaratamaz. Birinden duyulacak en küçük mutluluk, öteki için büyük bir mutsuzluk olur. Bir akşam iyi bir şey yazabildiğimde, ertesi günü dairede ateşler içinde yanıyorum ve hiçbir şey yapamıyorum. Bu çalkantı hep daha kötüye gidiyor. Dairede görünüşte görevlerimi yerine getiriyorum, ama vicdanım açısından görevimi yapamıyorum; yapamadığım her görev, bir daha içimden atamadığım bir mutsuzluğa dönüşüyor…»

Kafka yalnız yazarlığında değil, Prag Sosyal Sigortalar Kurumundaki memurluk yaşamında da son derece dürüsttü, başka deyişle bohem tipinin tam tersiydi. Yazın alanındaki üretimine ilişkin olarak: «Her sözcüğün çevresi, kuşkularımla sarılıdır,» der. Kurumdaki memurlar da onu, görev bilinci çok güçlü biri diye tanımlamışlardır. «Amerika» adlı romanındaki insanı sarsan öğrenci tipi, Kafka’nın kendisini yansıtır: Gündüzleri bir mağazada satıcılık yapan üniversite öğrencisi, geceleri yalnız basma, çevresi kitaplarla sarih olarak bir balkonda oturur ve çalışır. «Peki ne zaman uyursunuz?» diye sordu Kari, öğrenciye hayretle bakarak. «Uyumak ha!» dedi öğrenci. «Öğrenimimi bitirdiğim zaman uyuyacağım. Şimdilik koyu kahve içiyorum.» Kafka’nın aynı zamanda büyük özlem duyduğu evlilik karşısındaki şiddetli direnişi, biraz da zayıf ve yorgun bir organizmanın direnişidir. Bu direnişe karşın bir evliliğin hazırlıkları ileri bir aşamaya vardığında, Kafka ilk kanamasını geçirir. Brod’un anlattığına göre Kafka bu olayı, kendisini zorlayan çözümlere sık başvurmasının cezası saymıştır. Dindar bir insan olan dostu Brod’a Kafka, Tanrıya ilişkin olarak Usta Şarkıcılar’dan bir alıntıyı yineler: «Onu daha hoşgörülü sanırdım.»

Kafka yaşamın ve her türlü kişisel mutluluğun karşısında seçimini bilinçli olarak sanattan ve kendini yıkıma götürmekten yana yapmıştır. Dehasına uygun yazabilmek için gerilimli konumu gereksinmesi, büyük bir olasılıkla Kafka’nın böyle uç noktada bir karara varmasına katkıda bulunmuştur. «Normal» konumda Kafka, önemli bir yazardı, ama olmak için her türlü acıyı üstlendiği o eşsiz yazar değildi. Bu konuda Kafka’nın söyledikleri, onyıllar sonra Thomas Mann’ın «Dr. Faustus» romanındaki Adrian Leverkühn’ün söylediklerine uygun düşmektedir: «Yazmak, güzel ve harikulade bir karşılık, amâ ne pahasına? Geceleyin bunun şeytanca bir hizmetin karşılığı olduğunu, çocuklara verilen, gözleme dayalı derslerdeki netlikle kavradım. Karanlık güçlerin yanma inmek, doğa gereği bağımlı ruhların zincirlerinden boşanmaları, ne olduğu belirsiz kucaklaşmalar ve o derinliklerde olup biten, gün ışığında öyküler yazdığımızda ne olduğunu bilemediğimiz daha bir sürü şey…» Kafka’nın günceleri ve mektupları yakınmalarla, kendine yönelik acımalarla, zayıflığın kendine acı çektirme pahasına açığa vurulmasıyla doludur; ama bütün bu yakınmaların ardında bir yaşam dolusu kahramanlık, vurgulanan yetersizliğin ardında ise yıkıntılar sanat yapıtına kaynaklık etsin diye, kendini yıkıma götürmüş bir insanın büyüklüğü gizlidir.

Ernst Fischer
Franz Kafka (Çeviren Ahmet Cemal)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz