Hem kadınlara uygulanan baskının kökeni, kapitalist sistemin bir başka temel özelliği olan çekirdek aile etrafında dönmektedir. Çekirdek aile ilk olarak sınıflı toplumla beraber ortaya çıkmıştır. Sanayi kapitalizminin ilk serpildiği dönemlerde düşük ücretler, çocuklar da dahil olmak üzere işçi sınıfı ailelerinin bütününü, hayatta kalabilmek için fabrikalarda çalışmak zorunda bırakmıştır. Ancak bu durum işçi sınıfı ailesine, varlığını tehdit edecek ölçüde zarar vermiştir. Hatta Marx ve Engels (yanlış bir şekilde) işçi sınıfı ailesinin kapitalizm altında yok olduğunu düşünmüştür. Ancak on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren eğilim, ailenin güçlendirilmesi yönünde olmuştur. Ücretler, işçi sınıfından kadınların evde kalmasını ve çocuk bakımını öncelik haline getirmelerini sağlayacak kadar yükseltilmiştir.
Modern işçi sınıfı ailesi, adalet sistemi, ordu, polis ve eğitim sisteminin yanı sıra sınıflı toplumların üst yapısının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda da sınıflı toplumlara, daha yakın zamanda da kapitalist üretim biçimine özgü eşitsizlikleri, yani sömürüyü meşrulaştırmak ve desteklemek için var olan diğer karmaşık ve iç içe geçmiş yapıların bir parçası olarak gelişmiştir. Tamamen maddi düzeydeyse aile, sisteme büyük bir emek gücü sağlama işlevini görmektedir. İşçi sınıfı ailesi, hem hâlihazırda var olan emek gücünün her gün yenilenmesi hem de sonraki işçi kuşağının yaratılması açısından emek gücünün yeniden üretilmesinin (işçiler için değil kapitalistler için) ucuz bir yolu olarak gelişmiştir.
Kapitalistler, çocuk yetiştirme ve aileyi idame ettirmenin neredeyse bütün ekonomik yükünün devlet tarafından karşılanmayıp, işçi sınıfı ailelerinin omuzlarına yüklenmesine, yani Marx’ın deyişiyle “özelleşmiş yeniden üretim”e bel bağlamaktadır.
Kapitalizmin aileye ve özelleşmiş yeniden üretime bel bağlamadan gelişmesi mümkün olsa da, gelinen noktada kapitalizmin çekirdek aile kurumu olmadan yapabileceği ya da kapitalistlerin bunu yapmayı tercih edip etmeyeceği şüphelidir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 1995’te, kadınların karşılığı ödenmeyen ya da düşük ücretler verilen emeğinin dünya çapında yılda 11 trilyon dolara, Birleşik Devletler’de ise 1,4 trilyon dolara ulaştığını açıklamıştır.
Engels, “proleter eş” rolünün kadının “baş hizmetçi haline gelmesi” demek olduğunu söylüyor. “…Kadın ailesi özelinde görevlerini yerine getirdiğinde kamusal üretimin dışında tutuluyor ve para kazanamıyor; kamusal üretimin parçası olmak isteyip bağımsızca para kazandığında ise ailevi görevlerini yerine getiremiyor.” İş ve ailenin birbiriyle çelişen talepleri bütün çalışan anneler için, ama özellikle de çamaşır, ev işleri, yemek ve diğer ve işleri için başkalarını tutmaya parası yetmeyen işçi sınıfı aileleri için temel bir stres kaynağıdır.
Yönetici sınıf ideolojisi aileye dayanak sağlamak için, kadınlara, eve ekmek getiren erkeğe tabi oldukları ev kadınlığı idealinin biçildiği ve işçi sınıfı ailelerinin yaşamlarının bu ideale gerçekte ne kadar uzak olduğuna bakmaksızın, kadın ve erkekleri, birbirinden keskin şekilde ayrılan cinsiyet rollerine uymaya zorlamaktadır. 1970’lerden bu yana kadınların büyük çoğunluğu emek gücünün bir parçası ama bu türden aile idealleri ve kadınların aile içinde sorumluluk almaya daha uygun olduğuna dair varsayımlar hâlâ devam ediyor. Kadınların aile içindeki bakıcılık rolü onları bir bütün olarak, toplumun ikinci sınıf vatandaşları statüsüne geriletiyor çünkü onlardan beklenen temel sorumluluk ve yapabilecekleri en büyük katkı, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak olarak görülüyor.
Burjuva ideolojisinin aileyi meşrulaştırmasının temel unsuru, insan cinselliğinin “doğal olarak” ya da “normal olarak” heteroseksüel olarak yansıtılmasıdır. İdeal erkekler “yiğit” ve “cesur” olarak resmedilirken, kadınlardan da erkeklere karşı “anaç” ve “sevgi dolu” olmaları beklenmektedir. İdeal çekirdek aile bu “cesur” aile reisiyle, onun “anaç” eşi ve çocukları arasındaki yaşam boyu bağlılığı kapsamaktadır.
Bu sınırları belli standarda uymayanlar, yani boşanmış ya da bekâr ebeveynler ile özellikle geyler, “anormal” diye etiketlenmektedir. Aile ideolojisinin bu yönü o kadar vazgeçilmezdir ki, geleneksel heteroseksüel çekirdek ailenin dışında yaşamayı seçen lezbiyen ve geylerin varlığı bile ona tehdit oluşturmaktadır. Cinsel davranışları belirleyen ve homoseksüelliği açıkça bir sapma olarak tanımlayan yasalar on dokuzuncu yüzyılın sonlarında kapitalizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Sherry Wolf şöyle tanımlıyor:
Çok sayıda tarihsel veri, homoseksüel davranışların en az bin yıldır var olduğunu gösteriyor. Homoseksüelliğin insanların yeryüzündeki varlığı kadar eski olduğu mantıklı bir varsayım olacaktır. Ancak on dokuzuncu yüzyılın sonunda kapitalist toplum insanları çekirdek aile dışında yaşamaya itecek potansiyeli yarattığında modern gey kimliği kavramı ortaya çıktı.
Sharon Smith
Kadınlar ve Sosyalizm