Salvador Dali: Delilerle benim aramdaki fark, onların deli, benimse deli olmamamdır

Salvador Dalí 11 Mayıs 1904’de Figueras’ın (İspanya’nın Kuzeyinde Pirienelere yakın bir kasaba) bir köyünde doğdu. 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı: “Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.” Ona koydukları isim; ölmüş kardeşinin ismiyle aynıydı: Salvador. Ressam bu kardeşine ikiz kadar benziyordu.

Anne babasının yatak odasında Velazquez’in Çarmıhta İsa resmiyle birlikte asılı olan kardeşinin resminin yaşayan bir aynasıydı. Böylece Salvador Dalí bir küçük despota dönüştü. Ailesinin dikkatini çekmek için yaptığı histeri krizleri, teatral hareketler alışılagelmiş şeylerdi. Uzun süre, onu fetheden kızkardeşi Ana Maria’nın doğumu bile onu düzeltmeye yetmedi. Aksine zaman geçtikçe farklılığını ifade etme isteği daha dayanılmaz hale geliyordu. Hasta çocuk; 10 yaşında yaptığı ilk self-portresinin ismiydi. Bir süre sonra ilk resim kursuna başladı. Öğretmeni Juan Núñez iyi bir ressamdı; ondan karakalem çalışmayı öğrendi. Daha sonra Catalan (İspanyanın Kuzey doğusunda yaşayan Catalanca adında farklı bir dil konuşan insanlara verilen isim) empresyonist ve realistlerini tanıdı. Daha sonra Kübizm ve Juan Gris‘i keşfetti. 20’li yılların başında Madrid San Fernando Akademisine başladı. Ancak anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atıldı ve bir süre Girona’da tutuklu kaldı. (1923) Daha sonra tekrar okula kabul edilse bile 1926’da tamamen atıldı. Bunu takip eden yıl Paris’te Picasso’yla tanıştı. 10 yıl sonra Londra’da Stefan Zweig onu Sigmund Freud‘a tanıttı. 1923’te Madrid’de Luis Buñuel ve García Lorca ile tanıştı. Dalí böylece değişti. Görünümüyle de. Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen piposu daha sonra kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine dönüştü. Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönüyordu. Buñuel’le ‘Bir Endülüs Köpeği’ filmini sahneye konmasına yardımcı oldu. García Lorca‘yla çok yakın bir arkadaşlığı oldu. 1925-36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları oldu. Kadınlar pek ilgisini çekmiyordu. Onlar “sadece erotik fantezileri için gerekli”ydiler. Dali’nin fikrini değiştiren olay 1926’da Gala’yla tanışmasıyla gerçekleşti.

Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi. Onu ilk defa Cadaquez’de Akdeniz’in Catalan kıyısında Hotel Miramar’ın karşı terasında gördüğünde eşiyle beraberdi. Ertesi gün saat 11’de plajda buluşmak üzere sözleştiler. Dali bu olayı tamamen sembolik bir biçimde hazırlamaya karar verdi.

Soyundu. Elbiselerini, göğüs uçlarını, kıllarını, göbek deliğini ve esmerleşen tenini gösterecek şekilde kesti, katladı. Boynuna inci bir kolye, kulağına bir kırmızı bir sardunya taktı. Traş olurken yaralanmasından esinlenerek kendi kanını süründü. Bunu balık kuyruğu, keçi gübresi ve yağla karıştırdı. Ama pencereden Gala’yı, özellikle de çıplak bronzlaşmış sırtını görünce, bu ölümcül ritüele son vererek üzerindeki partallığı ve bu vebalı tutkuyu soyunmaya karar verdi. Birkaç ay sonra tamamen aşık olarak birlikte yaşamaya başlayacaklardı. Ve o andan itibaren Gala; Dali için bir aşık, bir arkadaş, esin perisi ve model (ilk defa profilden Gran Mastrubador’da gözükür), danışman ve herşeyin ilersinde varlığının yöneticisi olacaktır. Port Lligat’de hayatlarının evlerini kurdular.


Haşlanmış Fasulyeli Yumuşak Yapı (İç Savaş Öngörüsü), 1936

İlk önce İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdiler. Dali şöyle açıklar düşüncesini: ‘Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.’ Ama 1934’te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Para kazandıkça  politikadan uzaklaşıyordu. Onun için; “Politika bir kansere benziyordu.” Newyork’a yerleşti, ama arada sırada geri dönüyordu. Örneğin faşistler arkadaşı Garcia Lorca ‘yı öldürdükten ya da Nazilerin istilasından sonra. Mamafi, Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi ücret ödenen biriydi. 1966’da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966’de ona bir retrospektif adadılar. Beuborg’daki bir diğer sergi için 1979’a kadar beklemesi gerekti. 3 sene sonra 1982’de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim yapmayı bıraktı. Dali , Gala’nın mezarının olduğu Pubol’e yerleşti ve son eserlerini verdi. Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten; tüm çılgınlığıyla o devasa eseri ‘Babil Kulesi’ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi farketti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton’la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu. Freud’un içten ve ve fanatik olarak tanımladığı, Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala’dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı. Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23 Şubat 1989’da Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı; ve Figueras’daki müzesine hakim olan dev kubbenin altına gömüldü.


Dali’nin bu yıllardaki çalışmalarının en ünlüsü şüphesiz ki 1931 yılında yarattığı “Belleğin Israrı” (The Persistence of Memory ) adlı yapıtıdır. Bu resmin fonu da tıpkı diğerleri gibi, bir manzaradan oluşur. Ön planda ise eriyen saatler ve üzeri karıncalarla kaplanmış bir cep saati görülür. Dali, bu yapıtı konusunda yaptığı açıklamada, resmin ne anlama geldiğini açıklamak istememiş; ancak eriyen saatler temasına nasıl ulaştığını anlatmıştır. Dali’nin anlattığına göre bu resme başladıktan sonra, bir gece peynir yerken “yumuşaklık” üzerine düşünmeye başlamış. Yatağına gitmeden önce henüz bitmemiş olan resmin önünden geçerken bu resme can veren bir şeyler olmalı diye düşünmüş ve “eriyen saatler” olgusu aklına gelmiş; bu fikir aklına geldikten sonra 2 saat içinde de resmi bitirmiş. Sürrealizmin klasikleri arasına giren ve hala birçok eleştirmenin anlamını sorguladığı bu sanat eseri işte böyle ortaya çıkmış.

Salvador Dalí (11 Mayıs 1904 – 23 Ocak 1989), İspanyol sürrealist ressam. Gerçeküstü eserlerindeki çarpıcı imgelerle ünlenmiştir. Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve sinemayla da ilgilenmiş, Amerikalı animasyoncu Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, 2003’te “en iyi kısa animasyon filmi” dalında Oscar adayı olmuştur.

Katalonya doğumlu olan Dalí, 711 yılında İspanya’yı fethetmiş olan Mağribiler’in soyundan geldiğini iddia etmiş, “süslü ve cafcaflı olan her şeye, lüks hayata ve doğu kıyafetlerine olan düşkünlüğünü” de “Arap kökeni”ne bağlamıştır. Dalí hayatı boyunca, sanatıyla olduğu kadar eksantrik giyimi, davranışları ve sözleriyle de dikkat çekmiş, bu durum kimi zaman, onun sanatını takdir edenleri de etmeyenler kadar usandırmıştır. Bu davranışların getirdiği kötü şöhret, Dalí’nin geniş kesimlerce tanınmasını sağlamış ve eserlerine duyulan ilgiyi artırmıştır.


Salvador Dali’nin portresi “Dali Atomicus”
Hareketli olan ve zamanlama gerektiren öğelerse kediler, su ve Dali’nin kendisidir. Halsman sayar, 3’de asistanlar kedileri ve suyu fırlatır, Dali sıçrar ve Halsman deklanşöre basar. Mükemmel kareyi yakalamak için zamanlama çok önemlidir ancak biraz şansa da ihtiyaç olduğu açıktır. Asistanlar stüdyoyu temizleyip, kedileri kontrol altına almaya çalışırken Halsman karanlık odada sonucu kontrol eder ve yeniden denemek için döner. Doğru zamanlama ve kusursuz fotoğraf için defalarca aynı şeyler tekrarlanır. Halsman kitabında Dali Atomicus’u çekebilmek için 6 saat boyunca çalıştıklarını, 28 fırlatış gerçekleştirdiklerini anlatır ve kedilerin zarar görmediğini de ekler.Life dergisi bu muhteşem fotoğrafa derhal iki sayfa yer ayırır. Ve tüm zamanların en ünlü, en çok basılan, en çok kopyalanan, hakkında en çok yazılan fotoğrafı haline gelir. Fotoğraf kendi başına fotografik değerler açısından başarılı ve dikkat çekici olduğu kadar, aykırı bir sanatçının aykırı bir sanatsal ifadesi olarak da değer taşımaktadır. Dali’nin kendisi ve çalışmalarının bu fotoğrafa konu olması fotoğrafa bir kat daha anlam ve başarı katar.

SALVADOR DALİ RESİMLERİNİ GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial