DOSTOYEVSKİ: ÖNEMLİ OLAN TANRININ VAR OLMASI DEĞİL, İNSANIN İÇİNDE OLMASI DÜŞÜNCESİDİR

İnsanda hayranlık uyandıran, Tanrının gerçekten var olması değildir. Asıl hayranlık uyandıran  şey, insan gibi acımak bilmeyen vahşi bir hayvanın içinde “Tanrının var olması  zorunlu bir şeydir!” diye bir düşüncenin uyanmasıdır. Tanrı düşüncesi o derece kutsal, o derece insanı duygulandıran, o derece derin ve insana onur  kazandıran bir düşüncedir, işte! Bana gelince, ben çoktandır: “İnsan mı Tanrıyı yarattı, yoksa Tanrı mı insanı yarattı?” diye düşünmekten vazgeçtim!


Benim aklım yalnız bu dünyayı kavrayabilecek bir akıldır

Artık bu konuda tüm çağdaş Rus gençlerinin ortaya attıkları düşünceleri  eleştirecek değilim. Bütün bu düşünceler hep Avrupalılarının teorilerinden  çıkarılmıştır. Çünkü Avrupa’da daha teori olan şey, Rus delikanlısının  zihninde hemen kesin bir yargı olur. Hem de yalnız gençlerin gözünde öyle  değildir, bazı profesörler için bile böyledir. Çünkü şimdi bizim Rus profesörleri ile o Rus gençlerinin arasında çoğu zaman hiç ayrıntı olmuyor.
Onun için bütün bu teorileri bir tarafa bırakıyorum.

“Şimdi ikimizin amacı ne? Benim amacım ne kadar mümkünse o kadar  çabuk, sana özümü, yani nasıl bir insan olduğumu, neye inandığımı, neye  güvendiğimi anlatmaktır. Öyle değil mi, söyle? Onun için sana şunu bildiriyorum ki, Tanrı’nın varlığını düpedüz ve yapmacıksız kabul ediyorum.
Yalnız şunu belirtmem gerekir: Eğer Tanrı gerçekten var ise ve dünyayı  yaratmışsa, o halde hepimizin bildiği gibi onu Öklid geometrisine göre insan  aklını da ancak üç boyutlu kavrayabilecek şekilde yaratmıştır. Bu arada bazı  geometri bilginleri ve filozoflar ortaya çıktı. Üstelik bunların arasında çok  değerli olanları vardır. Bunlar tüm evrenin, hatta evreni de içine alan  sonsuzluğun bile Öklid geometrisine göre yaratılmış olmasından şüphe  ediyorlar. Hatta Öklid’e göre dünyada hiçbir şart altında kesişmeyen,  kesişmeleri imkansız olan iki paralel çizginin belki de sonsuzluğun herhangi bir noktasında birleştiklerini hayallerinden geçirmek cüretini gösteriyorlar.

“Ben şöyle bir yargıya vardım, yavrum: Madem benim böyle bir düşünceyi  bile kavramaya gücüm yok, o halde Tanrıyı nasıl kavrayabilirim? Boynumu eğerek  şunu açıklıyorum ki, böyle sorunları çözmek için gereken yeteneklerden  hiçbirine sahip değilim. Benim aklım Öklid prensiplerine göre işleyen, yani  yalnız bu dünyayı kavrayabilecek bir akıldır. Böyle olunca, nasıl olur da bu  dünya ile ilgisi olmayan bir konuda karar verebilirim? Sana da öğüdüm bunu  hiçbir zaman düşünmemektir, dostum Alyoşa! Hele Tanrı’yı “Tanrı var mı? Yok  mu?” sorusunu hiçbir zaman aklına getirme! Bütün bu sorular üç boyutlu düşünceye sahip bir aklın hiçbir zaman kavrayamayacağı şeylerdir.

“Bu bakımdan Tanrının varlığını kabul ediyorum. Hem de bunu seve seve  kabul etmekten başka, “O”nun hikmetine, “O”nun bizim hiçbir zaman  bilemeyeceğimiz bir amacı güttüğüne, hayatın belirli bir düzen içinde  olduğuna, bir anlam taşıdığına, günün birinde de güya hepimizin birleşeceği  kusursuz düzene, bütün evrenin yöneldiği “Kelam”a ve benzerleri olan her şeye,  her şeye, hatta sonsuzluğa bile inanıyorum!.. Bu konuda birçok sözler söylenmiştir. Artık bana öyle geliyor ki, iyi bir yoldayım, değil mi?

“Öyleyken bütün bunların sonucunu düşündüğüm zaman, Tanrı’ya bağlı  olan bu dünyayı kabul edemiyorum. Hem de varlığını bildiğim halde, yani böyle  bir dünyanın nasıl var olabileceğine bir türlü inanamıyorum. Kabul edemediğim  şey, Tanrı’nın kendisi değil, bunu anla! Ben yalnız “O”nun yarattığı dünyayı  kabul edemiyorum, onu bir türlü benimsemeye razı olamıyorum! Ne demek  istediğim açıklayayım: Mini mini bir çocuk gibi içtenlikle ve kesin olarak  inanıyorum ki, tüm acılar günün birinde dinecek, insanlığın içinde yaşadıkları  tüm zıtlıkların gururu yaralayan gülünçlüğü basit bir serap gibi siliniverecek  ve tüm ayrılıklar bu atom kadar küçük, güçsüz ve Öklid prensiplerine göre  yaratılmış aklımızın çirkin bir uydurması olarak yok olacak. İnanıyorum ki en  sonunda, dünya sona erdiği, herşeyin o kusursuz düzene karışmış bir bütün  olacağı anda, öylesine değerli bir şey olacak ki, meydana gelen bu değerli şey  tüm yürekleri dolduracak, tüm nefretlerin söndürülmesine, insanların  yaptıkları tüm kötülüklerin, döktükleri kanların bağışlanmasına yetecektir. O  zaman insanların yaptıkları her şey bağışlanacak, hoş görülecek ve başlarından  geçen her şeyi hoş karşılamak mümkün olacaktır. Varsın öyle olsun!.. Varsın bu  söylediklerimin hepsi gerçekten meydana gelsin ve o dediğim değerli varlık  karşımıza çıksın. Öyle de olsa ben gene de bunu kabul etmiyorum, etmek de istemiyorum!

“Diyelim ki paralel çizgiler bir noktada birleştiler, diyelim ki bunu  ben de kendi gözlerimle gördüm; öyleyken, bunu kendi gözümle gördüğüm halde,  sadece “birleştiklerini gördüm” derim, ama gene de, gerçekten öyle olduğunu kabul edemem. İşte, benim anlatmak istediğim bu, Alyoşa!.. Benim tezim budur!
Artık bunu sana ciddi söylüyorum. Seninle yaptığımız bu konuşmaya mümkün olduğu kadar saçma başladım, ama sonunda işte bu açıklamaya dek götürdüm.
Çünkü biliyorum ki, senin için gerekli olan budur. Senin bilmek istediğin  Tanrı’nın var olup olmadığı değildir. Senin için yalnız sevgili ağabeyinin  hangi duygular içinde oyalandığını öğrenmek gerekliydi. Ben de bunu söyledim işte.

Fyodor Mihaylov Dostoyevski
Karamazov Kardeşler’den bir bölüm

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz