Savaş ve Ölüm Zamanları Üzerine Düşünceler (1915) – Sigmund Freud

404

Savaşın Düşkırıklığı

Bir insanoğlu nadiren tümüyle iyi ya da kötüdür; genellikle bir ilişkide “iyi” bir başka ilişkide “kötü”dür.

Bu devletlerin hepsinde bireyin önüne eğer uygar bir toplum içinde yer almak istiyorsa yaşam tarzının boyun eğmek zorunda olduğu yüksek ahlaki tutum normları konmuştur. … Uygar devletler bu ahlaki standartları varoluşlarının temeli sayarlar. … Bu nedenle devletin kendisinin de onlara uyacağı varsayılır ve bu normlara karşı kendi varoluşunun temeliyle çelişecek bir şey yapacağı düşünülmez.

Bu savaşta bizim düş kırıklığı duygumuzu iki şey uyarmıştır: iç ilişkilerinde ahlaki standartların bekçisi gibi görünen devletler tarafından dışarıda gösterilen düşük ahlak ve en üst insan uygarlığının üyesi olarak insanın böyle davranışlar gösteremeyeceğini düşündüğü bireyler tarafından sergilenen acımasızlık.

Ruhbilimsel -ya da daha kesin konuşmak gerekirse ruh çözümsel- araştırma, insan doğasının en derin temelinin ilksel doğada, her insanda benzer olan ve belirli ilkel gereksinimleri doyurmayı hedefleyen içgüdüsel itkilerden ibaret olduğunu göstermiştir. Bu itkiler kendi içlerinde ne iyi ne de kötüdürler. Onları ve dışavurumlarını insan toplumunun gereksinim ve beklentileriyle ilişkilerine göre iyi ya da kötü diye sınıflandırırız.

Bu ilkel itkiler erişkinde ortaya çıkmalarına izin verilmeden önce uzun bir gelişim sürecinden geçerler. Onlara ket vurulur, başka hedef ve alanlara yöneltilirler, karıştırılır, nesneleri değiştirilir ve bir ölçüde sahiplerine geri dönerler. Belirli içgüdülere karşı tepki oluşturmalar içeriklerinde değişiklik gibi aldatıcı bir biçim alırlar; sanki bencillik özgecilliğe, kıyıcılık acımaya dönüşmüştür. Bu tepki oluşturmalar, hemen hemen başlangıçtan beri bazı içgüdüsel itkilerin kendilerini zıt çiftler halinde -çok dikkate değer ama sıradan halk için yabancı ve “duyguların çifte değerliliği” diye bilinen bir görüngü- ortaya koyduğu ortamlarda kolaylaşır. Bunun en kolay gözlemlenebilen ve en anlaşılır örneği şiddetli aşk ve şiddetli nefretin aynı insanda bu kadar sık olarak bir arada bulunmasıdır. Ruh çözümlemesi iki zıt duygunun nesnesinin aynı kişi olmasının hiç de seyrek olmadığını ekler.

Tüm bu “içgüdüsel değişimler”in üstesinden gelinmedikçe bir kişinin, kişiliği dediğimiz şey biçimlenemez ve bu kişilik denen şey, bildiğimiz gibi yalnızca “iyi” ya da “kötü” diye çok yetersiz biçimde sınıflanabilir. Bir insanoğlu nadiren tümüyle iyi ya da kötüdür; genellikle bir ilişkide “iyi” bir başka ilişkide “kötü”dür. … Çocuklar olarak en belirgin benciller olanlar, pekala toplumun en yardımcı ve özverili üyeleri haline gelebilirler; duyarlıkçılarımızın, insanlık dostlarının ve hayvan koruyucuların çoğu küçük sadistlerden ve hayvan eziyetçilerinden evrimleşmiştir.

Savaş Üzerine Albert Einstein ve Sigmund Freud Mektuplaşması

“Kötü” içgüdülerin değişimi aynı doğrultuda işleyen iki etmen tarafından ortaya çıkarılır: bir içsel ve bir dışsal etmen. İçsel etmen, kötü (diyelim ki bencil) içgüdüler üzerine erotizmin -yani en geniş anlamda alındığında insanın sevgi gereksiniminin- etkisinden ibarettir. Erotik bileşenlerin eklenmesiyle bencil içgüdüler toplumsal içgüdülere dönüşür. Sevilmeyi, uğruna başka avantajları feda edeceğimiz bir avantaj olarak değerlendirmeyi öğreniriz. … Uygarlık içgüdüsel doyumdan vazgeçme sayesinde başarılmıştır ve aynı vazgeçmeyi sırayla her yeni gelenden ister. Bir bireyin tüm yaşamı boyunca dışsal zorlama sürekli olarak içsel olanla yer değiştirir. … Böylece insanoğlu yalnızca yakınındaki kültürel ortamın baskısına uğramaz atalarının kültürel tarihinin de etkisi altındadır.

Yani insanları gerçekte olduklarından “daha iyi” kabul etme yanlışına yöneltiliriz.

Yetiştirme ve ortam, sevgi yolunda kazançlar sunmakla kalmaz başka yaptırımlar yani ödüller ve cezalar da kullanır.  … Ama bir bireyle yüzeysel bir tanışlık iki olguyu birbirinden ayırt etmemize olanak vermez ve bize kesinlikle iyimserliğimiz tarafından yanıltılarak kültürel anlamda değişmiş insan sayısını büyük ölçüde abartırız.

İyi tutum bekleyen ve bu tutumun içgüdüsel temeliyle ilgilenme zahmetine katlanmayan uygar toplum böylece kendi doğalarını izlemeden itaat eden pek çok insan üzerinde egemenlik sağlamıştır. … Böylesi baskılamayı gerçekleştirmenin en zor olduğu cinsellik alanında sonuç nevrotik hastalıkların tepkisel görüngülerinde görülür. Başka alanlarda uygarlığın basıncı hiçbir hastalıklı sonuç ortaya çıkarmaz ama kişilik bozukluklarıyla ve ket vurulmuş içgüdülerin her uygun fırsatta doyum için yıkıp geçmeye sürekli hazır oluşlarıyla kendini gösterir.

Zihinsel hastalığın özü duygusal yaşamın ve işlevin daha eski evrelerine geri dönüşte yatar. Zihinsel yaşamın esnekliğinin mükemmel bir örneği her gece amacımız olan uyku durumu tarafından sağlanır. Saçma hatta şaşırtıcı düşleri bile yorumlamayı öğrendiğimizden beri ne zaman uyusak güç kazanılmış ahlakımızı bir giysi gibi çıkardığımız ve ertesi sabah yeniden giydiğimizi biliyoruz.

Sigmund Freud
Uygarlık, Toplum ve Din

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz