Erdal Atabek: Yalanı yermek çok kolay ama doğruyu savunmak öyle mi?

60

Yalanın Yedi Rengi

Yalanı kimse övmez, ama ona başvurmayan var mıdır bilmem? Hayatında kim yalan söylememişse, ortaya çıkıp yalan kötüdür demeye hakkı vardır.
Yalan dünyadan kalksaydı? diye fanteziler yapılmıştır. Ünlü Amerikalı çizgi ustası Al Capp yurdumuzda Hoş Memo diye bilinen dizisinde, böyle bir fantezi yaratmıştı. Bu dizide, dünyaya hoş ve sevimli yaratıklar geliyordu, bu yaratıklar kimin gözünde baksa o kişi -elinde olmadan-içinden geçen doğruyu söylüyordu. Kel agucuk adını taşıyan bu sevimli yaratıklar, Amerika’daki bütün hayatı altüst ediyorlardı. Malını satmak isteyen satıcı, sattığı malın bütün kusurlarını alıcıya açıklıyor, alıcı malı almaktan vazgeçiyor, ticaret dünyası allak bullak oluyordu. Karı kocalar günlük yalanlarını -ellerinde olmadan- söyleyemiyor, söyledikleri gerçeklerse aile düzenini yerle bir ediyordu. Ülkede hiç doğru söyleyen kalmamış mıydı? Kalmıştı elbette. Çocuklarla deliler. Çocuklar ve deliler ne yapılsa doğruyu söylemekten vazgeçmiyor, kel agucuklar onları etkileyemiyorlardı.

Tanrı dünyayı, kel agucuklar’dan korusun.

Bereket versin ki çocuklar büyür ve yalan söylemeyi öğrenir, deliler tedavi edilir ve günlük yalanlarına dönerler. Yoksa ne olurdu halimiz?..

Hem bu telaşımız niye? Yalanı yermek çok kolay ama doğruyu savunmak öyle kolay mı? Doğru nedir, Gerçek nedir? Sizin gerçeğinizi başkası kabul ediyor mu? Belki de bütün tartışmalarımız, gerçeğin ne olduğunda anlaşamamaktan çıkmıyor mu?

İsterseniz günlük hayatımıza birlikte bakalım.

Anne-baba, yemeklerini yedikten sonra giyiniyor ve dışarıya çıkmaya hazırlanıyorlar. Beş yaşındaki çocukları büyükanneleriyle birlikte kalacaktır. Çocuğa dönüyor ve:

-Biz doktora gidiyoruz. Sen uslu otur, yaramazlık yapma diyorlar.

Bu yalan mıdır?

Anne-baba, hayır, diyeceklerdir. Bu yalan değildir, çocuğun üzülmemesi için söylediğimiz bir sözdür.

Evin bankada çalışan kızı eve her zamankinden geç dönmüştür. Genç kız arkadaşlarıyla birlikte gittiği bir toplantıdan dönmüştür.

Baba sorar: Neredeydin, bu akşam geç kaldın?

Anne, genç kızın yerine soruyu yanıtlar: Hesapları tutmamış, işleri böyle işte, son kuruş tutana kadar çalışıyorlar.

Bu yalan mıdır?

Değildir, yalan sayılmıyor. Çünkü, babanın yersiz öfkesinden korunmanın başka yolu yoktur.

Beyaz yalan kimseye zarar vermeyen, ortalığı yatıştıran yalandır.

Yalan da böylece renklenmiştir.

-Ne düşünüyorsun? Bugün pek keyifsizsin, hiç ağzını açmadın?

-Bilmem, bir şeyim yok. Biraz başım ağrıyor.

Susarak söylenen yalanlar. Gerçeği söyleyememenin sıkıntılı Suskunluğu.

(Sen, hiçbir şeyin farkında değilsin. Hiçbir şey anlamıyorsun. Sana bir şey söylemeyi canım istemiyor. Artık hiçbir şey konuşmuyorum. Seninle mutlu değilim. Seninle birlikte olduğum için kendime kızıyorum. Sana bütün bunları söyleyemediğim için kendime kızıyorum. Beni çok kırdın, hiçbirini bilmiyorsun. Artık hiçbir şeyi istemiyorum. Senden gelecek hiçbir şeyi. Farkında bile değilsin. Bir şey söylesem sinirlisin diyeceksin, biliyorum. Onun için de söyleyemiyorum. Seninle her şey bitti.)

Susmak. Aslında bütün bunları söylemek demek olan susmak. Bir kadının söyledikleri ne anlamlıydı:

-Biliyor musunuz, galiba en çok susarak yalan söylüyoruz ya da ben öyle yaptığımı düşünüyorum. Susuyorum, suskunluğum ortada hiçbir şey olmadığını söylüyor. Ama düşündüklerimi söylemeye cesaretim yok. Bir iki kez denedim.

Hiç yararı yok. İnsanların ilişkisi kavga etmekle bozulmuyor. Kavga etmek, tartışmak gene de bir şeylerin kaldığını gösteriyor. Bir ortak yol bulmak isteği belki. Ama artık kavga bile edememek yok mu? Bir konuyu tartışmak bile gereksiz olmuyor mu? İşte o zaman her şeyin bittiğini anlamak gerekiyor. Anlıyorsun ve susuyorsun. İnsana Yüz Yıllık Suskunluk, gibi geliyor. Keşke Marquez bunu da yazsaydı.

Susarak söylenen yalanlara GRİ yalanlar mı demeli?

PEMBE YALANLAR olmasaydı hayatımız belki de daha keyifsiz olurdu. Aşk yalanlarına bu renk yakıştırılır. Aşk yalanları da bağışlanmazsa bu dünyada neyi bağışlayabiliriz? Hem aşk yalanlarına önce aşıkların inanması gerekmez mi? Buna yalan demek bile yanlış. Bir duygu çalkantısının içinde her şeyi aşk olarak görmenin nesi yalan?

-Seni hayatım boyunca seveceğim.

-Ben de seni sevgilim.

-Senden başka düşündüğüm hiçbir şey yok.

Aradan yıllar geçer, duygular değişir. Hayat başka alanlarda: akmaya başlar. O zaman her şeyin inkarı acıdır, şiddetlidir.

-Aşk yalandır. Aşk büyük bir yalandır.

-Yalanlarına inandım. Beni aldattı. Duygularımla oynadı.

Oysa ne aşk yalandır, ne de biri ötekini aldatmıştır. Sadece duyguların çalkantısı sonsuz sayılmıştır. Hayat duygulardan daha uzun ömürlüdür ve insanlar bunu geç öğrenir. Sadece duygular olgunlaşmaktadır, insan olgunlaşmaktadır. Gelin, pembe yalanları yalandan saymayalım.

Yalanın Yedi Rengi

BEYAZ yalanlar. GRİ yalanlar. KIRMIZI yalanlar. SARI yalanlar. MAVİ yalanlar. YEŞİL yalanlar. SİYAH yalanlar. MOR yalanlar. Bu kadar mı?

YALANIN SONSUZ RENKLERİ…

Leylak rengi yalanlar. Malaşit yeşilleri. Turkuvazlar. Ayva sarıları. Nar kırmızıları. Küf renkleri. Samansarıları… Sonsuza uzanan renk cümbüşleri…

Yalanlara kızmak içimden gelmiyor. İnsanın düş gücüne kızamam. İnsanın her şeyi değiştirmek isteğine kızamam. İnsana kızamam. İnsanı insan yapan hiçbir şeye kızamam. İnsanı yalan söylemeye zorlayan baskılara kızıyorum.

İnsana yaşamayı zehir eden insanlara kızıyorum.

İnsanı insan olmaktan çıkaran koşullara kızıyorum.

Bütün ahlak öğretileri, bütün dinler, yalanı yeriyor, onun kötülüklerin anası, olduğunu söylüyor ama insanı yalana zorlayan nedenlerin kötülüğünü anlatmıyor. İnsanın yalanına kızmadan önce, onun neden yalan söylediğine bakmak gerekiyor.

Asıl kötü olan, insanın yalan söylemek zorunda kalması. Hele insanın kendine söylemek zorunda kaldığı yalanlar. En kolay gibi görünen en güç yalanlar.

İnsanın kendine söylemek zorunda kaldığı, kendini inandırmak zorunda kaldığı yalanlar. Hüzünlü yalanlar. İnsanın kendini korumasıdır bu.

Hayatın acımasızlığına karşı, çevrenin anlayışsızlığına karşı, insanın yalnızlığına karşı kendine söylenen yalanlar.

Bu yalanı söylememek ne büyük bir cesaret istiyor. Bilmediği sulara açılmaktan, bilmediği ormana girmekten daha büyük bir cesaret.

Ama bu cesareti göstermeliyiz.

Bu, yaşamak cesaretidir.

Cesaretle yaşamak, bu cesaretle insan olmak.

Kendimiz olmanın yolunu bulmak değil mi?

Erdal Atabek
Kırmızı Işıkta Yürümek

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz