“Her şey kuruntu; aile, büro, dost, sokak, en uzak veya en yakın kadın, hepsi ama hepsi aldatmaca. En yakın gerçek, penceresiz bir zindan duvarına başını dayaman.” Ama o hiçbir zaman kendi yenilgisinin umutsuz tanığı olmadı; aksine var gücüyle gerçeği istedi, tüm sorumluluğu üstlendi. Yaşamını kendisi planladı. Ne var ki köşesine çekilince acı umutsuzlukla yüz yüze geldi. “Bir köpeğin araştırmaları” adlı öyküsünde köpek aç kaldıktan ve gökyüzünün boşluğunu kanıtladıktan sonra, araştırması sonuç aşamasına geldiğinde şöyle der: “Son umudum ve arzum da yok oldu. Burada feci bir şekilde öleceğim. Araştırmalarım nereye vardı? Çocukça çabalardı çocukça mutlu olan bir zamanda… Burada, yokluk yiyeceğini havada kapan bedbaht, aylak bir köpek var sadece.”
Bir köşeye ilişti ve yenilgilerinin tanığı oldu. Zafer hevesi yoktu başında. “Zafer umudum yok benim ve keşmekeşten nefret ediyorum. Sevmiyorum onu. Elimden gelen tek şey bu.”
Yazarın karamsar olduğunu, hayatını olduğundan daha çok karartmak için bir elin bunu yaptığını söyleyeceklerdir.
Kafka’nın yapıtına karamsar veya iyimser denilemez. Kafka, şer güçle, kendisiyle savaşım veren bir savaşçının mazharıdır. Düşmanın kamufle edilmiş tüm görünümleriyle mücadele eder. Belki kendisini kurtarabilecek şeyle de mücadele halindedir. Çünkü her şey ona kuşkulu görünmektedir. Kafka sanatında, kendi iç dünyasının yağmacı gerçeğini bırakır ya da bir başka deyişle iç dünyasına ait gerçekler o kadar çoktur ki kendiliğinden dışarı sızar ve tüm yapıtlarına yayılır. O iyimser veya karamsar değildir. Yazılarında karşımıza çıkan beşerin içine düştüğü acz, tercih ettiği ve sürekli peşinden gittiği mutsuzluk onun denemelerindendir. Kendi aydın düşüncesine feda olmuştur. Çünkü bedenen ve ruhen yutulmakta olduğunu gören biridir ama değerlendirme gücü ondan alınmamıştır. Aydın görüşlüdür ve ilginç bir derdi vardır. Bu ikisi birleşir ve keskin bakışlarıyla yarayı görür. Ancak insanın iyilikle kötülüğü birbirinden ayırabileceğine inanmaz. Kesinlikle emin olmak için kişisel bir deney yapmak ister.
İçinde yaşadığı ortamın koşulları ve düşünceleri göz önünde bulundurulduğunda, tüm gücünü acımasızca harcaması ve yaşamın gerçek yolunu bulmaya çalışması çok doğaldır. Saçma bir sonuca ulaşacağı da bir o kadar doğru ve doğaldır. İnsanın matlub olan mükemmelliğe ulaşma arzusunda olduğunu pekâlâ görüyordu ama her çabanın da soytarıca kısıtlandığını gördü. Asıl mesele, mantıklı ve insanî gereksinimlerle çelişen ve her türlü özgürlük arzusunun ham hayal şekline dönüştüğü doğal ihtiyaçlardır. Kendine özgü bir çelişki yarattı. Ona özgü umutsuzca alay, yapıtlarına çeşni kattı. Ama bunlar onun pervasız bir ahlak ya da kayıtsız bir felsefeyi benimsemesine neden olmadı. Onun ahlakı çelişkili görünür. Belki sıradan insanlara göre daha yüksek hedefleri olduğu içindir bu. Oysa kendi dediklerine bakılırsa sıradan bir birey olarak kalmıştır.
Kafka başkalarına nispetle dünyanın soğukluğu karşısında daha fırtınalı duygulara sahiptir. Ama bu sertliği ne kendisinden uzaklaştırabilir ne buna alışabilir. Bu duygu, yaratıcı yeteneğiyle el birliği ederek tüm varlığına yol gösterir. Vurgunu olduğu tabiat son nefesine kadar deneyini yapmaya zorlar onu.
Bu donuk ortamdan kaçıp aile ocağının sıcaklığına sığınacak yerde felç edici soğuğa, ebedî sessizliğe ve sonsuz boşluğa gider ve cesaretle yol alır. Gözünü kapatacağı yerde ileriyi gören bakışlarını yaşama çevirir ve onun karşısında direnir. İsteklerinin rüzgârına kapılacak yerde yokluk hissini masaya yatırmaya çalışır. Yeni bir yaşamın yolunu çizerken yokluk delili elinde kalır. Yürüdüğü yolun dönüşü yoktur. Mücadeleyi bırakmak istese de bırakamazdı.
Yapıtlarının basımı veya evliliği karşısında Kafka’nın kendisini amaca ulaştıracak bir yol izlediğini görüyoruz. Hedefe ulaşmak için hayattan uzaklaşmak, ağırlığı olan şeylerden, insanı işinden gücünden eden, meşgul eden, teselli eden şeylerden uzak kalmak gerek.
Köpek düşünür kendi kendine: “Gün gibi aşikâr işte; ne yerde düşünen var beni ne gökte. Bu ilgisizlikten ölüp gideceğim. Bu ilgisizlik ‘İşte bak! Ölüyor!’ diyordu ve öyle olacak. Peki, bu benim düşüncem değil miydi? Daha önce dememiş miydim? Böyle unutulup gitmeyi kendim istemiştim.”
Bir başka yerde şöyle yazar: “Ben taştan yaratılmışım. Kuşkuya ve kesinliğe, sevgiye ve kine, yürekliliğe ve korkaklığa açılan küçücük bir pencere bile yok. Ben düpedüz kendi mezarımın taşıyım. Sadece taşın üstündeki yazı gibi belli belirsiz bir umut yaşıyor.”
Soğukluğa, yalnızlığa, kendi dünyamızdaki donuk fezanın boşluğuna doğru ilerlemeliyiz. Düşmeyecek kadar dengede kalmalıyız; yaşamak için gerektiği kadar nefes almalıyız. Bu arada kendimizi o denli küçültmeliyiz ki havaya ve dayanma gücüne olan gereksinimlerimize göz yumabilelim. Kafka bedenini ölüme teslim etmek istiyorsa, hayatın aldatmacalarıyla yoldan çıkmamak için istiyordur. “Saçma”yı övmekten başka bir şeyi de kabul etmez. Hukuk öğrenimi ve büro gibi sorumluluklarla, bahçıvanlık, marangozluk gibi diğer hobiler hakkında “Gerçekten muhtaç olan dilenciyi kovduktan sonra merhametli bir tavır takınıp sadakayı sağ elinden sol eline vermek gibi bir şey bu” diyor.
Böylesine açık görüşlülük ve umutsuzca cesaret göstermek tahammül edilmez görünebilir. Bu yolda gidenlerin çoğu bir şekilde emniyet kemerini beline bağlayıp bir inanca yönelmiş veya bir cemaate katılmıştır. Kafka kuşkusuz böyle bir şeyi arzu edip amacına ulaşma yolunda çaba gösterse bile, mahkûm olduğunu ve mükemmel dünyayı yeniden ele geçirmesi gerektiğini hissediyordu çelişkili bir tarzda. “Yapışık ve kirli”, onun için “yazmak, bir bakıma dua etmek” demekti. Böyle bir deneyde bulunmaya herkesten çok hakkı vardı kuşkusuz; ama umut çığlığı atamadan, başkalarına kurtuluş yolunu göstermeden öldü.
“İnsan için ne bir çıkış yolu var, ne bir umut” dışında nasıl bir sonuca varılabilir acaba? “Aldatmaca dışında bildiğin başka bir şey var mı? Aldatmaca kalktı mı ortadan, bakamazsın; tuzdan bir sütun olursun.” Hepsinden aldatıcısı ise ulûhiyete sığınmamız. “İsa gelmiyor. Gelmesine hacet kalmadı mı yoksa? O, vaat edilen günden bir gün sonra gelecek. Gelirse, belki sonuncu gün gelecek.” Bu durumda aranılan ulûhiyet gerçekten var mı acaba? Kafka’nın es geçmek zorunda kaldığı en yüce serap değil midir bu? Halbuki ulûhiyeti bulmak için hayatını ateşe vermiş, yine de mutlu olamamıştı. Bunu bulduklarını sananlar veya saf saf aldananlar veya başkalarını aldatmak isteyenler bunun kanıtı değil mi? Tecrübe etmek bu kadar garanti altına alınmamıştı çünkü ve emin değildi. Başka insanları boşuna zahmetten kurtarmak için kendi hayatını ortaya koyan bir varlığın garantisi. Rochefort şöyle yazar: “Burada okuyucuyu yoldan çıkartıp onun haline gülen bir yazar yok. Mücadele içinde olan bir yazarla karşı karşıyayız burada. Kafka yapıtıyla özdeşleşir. Kitaplarının bize gösterdiği korku, kendi korkusudur. Aynı şekilde onun ne demek istediğini anladıktan sonra içine düştüğü aczin, yaşamın amacını kavrayamamaktan ileri gelen bir acz olduğunu hissediyoruz. Kafka yaşamın karşısında nasıl çıkmaza düştüyse, onun romanlarını okurken biz de çıkmaza düşüyoruz.”1
Bu yaşam ve karanlık dünyamızın perdelerini yırtan son derece yüreklilikle yazılmış bu yapıt, onun korkunç “menfi” olarak yorumladığı aydınlık dünyanın öbür dünyada olmadığını kanıtlar. Böyle bir dünya yoksa onu yaratmak gerektiğini vurgular. Bu, dâhi de olsa kimsenin başaramayacağı bir görevdir.
Kafka’nın ünü günden güne yayılmakla, edebiyatta ve yeni felsefede etkili olmakla birlikte (İngiltere, Fransa ve İtalya’da kendisi gibi yazan takipçiler bulmuştur) mevcut birçok belge varken şimdiye dek yazarın yaşamöyküsü ve kişiliği yeterince tanınmamıştır. Çünkü biz bu sırra yaklaştıkça o bizden daha çok kaçıyor. Onun hakkında inceleme yapanlar büyük haz duyuyorlar. Böyle bir dâhinin yakın arkadaşı olan Max Brod bile afallayıp kalmış, ne diyeceğini bilememiştir. Onun Kafka’nın yaşamöyküsüne ilişkin yazdıkları elbette gelecek kuşakların işine yarayacak bilgileri içerir; ne var ki asla tarafsızca yazılmış değildir. Galiba en iyi tanıklar, tam manasıyla işin içine girmeyenlerdir. Çünkü en azından gerçeği saptırmamışlardır.
İlginç olan ilk husus Dava, Şato ve Amerika adlı üç romanının ve öykülerinden birçoğunun yarım kalmış olmasıdır. Bunun nedeni tabii ki yazarın tembelliği, savsaklatması ve aczi değildir. Bir psikanalist bu meseleyi cinsel sorunlarda aramakta ve Kafka’nın istediği halde gerçekleştiremediği evlenme arzusuna bağlamaktadır: Bütün yazılarında hayal kırıklığı ve mutsuzluk temini işlemekte ve bir peygamber gibi çeşitli şekillerde teyit etmektedir. Çünkü Kafka bir deney yapmış ve yazılarında bu deneyin ayrıntılı sonuçlarını vermiştir. Nitekim şöyle yazmıştır bir yerde: “Aile yaşamında, dostlukta, evlilikte, mesleğimde, edebiyatta, hemen hemen her şeyde hayal kırıklığıyla veya zaferle karşılaşmam tembelliğimden, karamsarlığımdan veya acemiliğimden kaynaklanmıyor. Bunun nedeni daha çok, uygun zemin, hava ve yasanın yokluğudur. Benim görevim bunları yaratmak… Bu benim başlıca görevim.” Buradan da bir planı izlediği anlaşılmaktadır. Kahramanları da kendisi gibi uyum sağlayamadıkları bir dünyada yaşarlar. Bu dünya tehlike ve karabasan doludur. Kendi konumlarını bu saçma dünyada analiz eder ve dehşet verici bir sonuca varırlar: Çıkmazdadırlar ve kaçış yolu yoktur.
İkinci husus, hastalık duygusunun yorumudur. Dava ve “Değişim” adlı yapıtlarına bu açıdan yorum getirmek mümkündür. Dermansız bir derde yakalandığını kabul eder ve ölüme mahkûm olduğunu, çevresindekilerin ondan uzak durduğunu bilir. Fakat bu iki yapıtını vereme yakalanmadan önce yazmıştır. Max Brod ya bilmiyordu yahut bildiği halde Kafka’nın bu hastalığı önceden hissettiğini söylemek istemedi.
İlk etapta Kafka’nın ilgisini çeken konu, cismin sırrıdır. İnsan cismanî bir varlık olduğu için çocukça şaşırır ve “İnsan bedeninin kısıtlanmış olması korkunç bir şey!” diye yazar. İnsan kendi cismiyle, kısıtlanmış ve ayrı olduğunu hisseder ve zaman zaman bedbahtlığa düşer. Düşünce özgürlüğü ve kısıtlanmış cismanî beden arasında keşmekeş içinde kalmak ve daha da önemlisi bedensel ihtilaf korkusunu artırır. Hatta İsa’ya kinayede bulunur: “Şehitler bedenlerini küçümsemezler. Çünkü darağacına çekilmek isterler. Bu nedenle kendi düşmanlarıyla ortak yönleri vardır.” Cisim meselesi o denli aklını kurcalar ki ona göre cisim, aşılmazın sınırı gibi gelir. Kimse bedeninden kaçamaz ve cismiyle yapayalnızdır. İnsanın cismine bağlı olması ve cismin insana hükmetmesi konusu onda bir nevi ilgiyi kesip atma ve kopma duygusu uyandırır. Cismanî yapı Kafka’nın gözünde suçluluğun mazharlarından ve “saçma”nın şekillerinden biridir.
Cisimle aynı kalıbı paylaşmak yetmiyor; beteri var: Aşağılık, pis bir cisim söz konusu. Nispî olmayan, kesin bir aşağılık; üstelik yapışmış bize. Kafka için hiç de hoş olmayan bir durum bu. Çünkü biliyor ki delikanlılıktaki yüzünü ve yapısını korumuş. Otuz yaşındayken on sekiz yaşında görünüyor. Gençlik hastalığına yakalanmış. Görünüşü bir delikanlı gibi. Hükmedici bu aşağılık durumun yanı sıra babasının sultası altında da kalması gerek. Ancak, o kendisi ezen bu tahakkümden kaçmak istemiyor. Tek istediği, kendisine karşı aklanmak. İşte bu, “cismanîlik” deneyini suçluluk duygusuna yaklaştıran problemlerden biri. İki mesele birbirine bağlanıyor: Hayvan meselesi ve adalet meselesi.
Kafka babasıyla arasındaki ilişkinin çarpıcı tasvirini yaparken kahramanlarını hayvanlar dünyasından seçer. Korkunç inzivaya ve tam anlamıyla dilsizliğe en iyi yorum ancak böyle getirilebilir. İlişki kurmak için gösterilecek her türlü çabanın önü çok önceden kesilmiştir ve ortak bir yön yoktur. (Değişim adlı öykünün birinci bölümü.) Burada, Kafka’nın tüm yapıtlarında işlediği bir konu gündeme gelmektedir: Teşhis vesilesinin yokluğu. “Değişim” de böceğe dönüşen adam delil getirir, hesap eder, bir varsayımdan ötekine sıçrar işini yoluna koymak için. Ne var ki daha kötü bir yazgıya duçar olur. Çünkü bedbahtlığını gidermek için gereksinim duyduğu şeyi elde edemez. Görünüşte yitirmediği aklı, kavrayış gücünün dışında kalmıştır. Çabaları boşa gider. Cismanî çöküş kalbini mühürlemiş, onu güçsüz bırakmıştır. “Yuva” adlı öyküsünde bu hal korkunun doruğuna ulaşır. Yaratık yapayalnızdır ve düşüncelerini geviş getirir. Görünmez bir tehdit ona işkence etmektedir. Sadece ölüm, bitmez tükenmez soruları ve korkuları karşısında kesin suskunluğu hâkim kılar. Korku o denli şiddetlidir ki yaratık, bir an önce öldürsün diye tanımadığı düşmanı tahrik eder görünür.
Cismanîliğin yanı sıra adalet istemi ve suçluluk meselesi Kafka’nın başlıca ilgi duyduğu konulardan biridir.
Sadık Hidayet
Kafka’nın Mesajı
Kaynak: Hidayetname
1 R. Rochefort, Kafka, Paris, s. 203.