“Canım ciğerim, üç gün evvel bir mektup gönderdim sana. Birkaç mektup birden vermiştim kapıcıya postaya atsın diye. Ama anlaşılan hepsini çöpe atmış. Benim okuldan dışarı çıkma iznim yok, sadece perşembeleri öğleden sonra. O da birkaç saat. Bayramlarda bile okulda kalmak gerekiyor…
Sefaretin yaptığı onca sefilliklerden sonra, hepsi bir yana komikti de, cebimden 6oo Frank verdikten sonra nihayet bir tren bileti aldılar bana. Dosdoğru Reines okuluna geldim. Ne yer ama; Allah hiçbir kulunu düşürmesin! Daha baştan bizi yirmi yataklı bir koğuşa tıktılar, valizleri de yatakların yanına attılar. Aradan epey zaman geçti, İranlılar bir bir bizi görmeye geldiler. Ne tuhaf şeyler! Ertesi günü bizi birinci sınıfa koydular. O zamandan beri sınavlara hazırlanıyorum. Özel olarak Fransızca dersimiz de var.
Aman Tanrım! Bu arada La Fontaine’in şiirini de hazırlamalıyım. Gün boyunca açım. (Çünkü ekmekleri yenecek gibi değil. Öteki yemekler de etli olduğu için bana yaramıyor.) Sabahtan akşama kadar bir odadan çıkıp öbür odaya giriyoruz. Başım çatlayacak gibi. Hiçbir şey yapamıyorum. Boşu boşuna zaman harcıyorum burada. Herkese anlatman gerekmez bunu. Kimseye bir şey deme. Bu da bizim sonumuz işte. Yatılı okulun halini sen daha iyi bilirsin. Çaktırmadan sigara içiyorum. Param da suyunu çekti. Bu hafta 50 Frank harçlık verdiler. Galiba ayda 100, 150 Frank verecekler. Perşembe günü kızlar okulundan bale davetiyesi geldi. Şehre gittim; bir iki tane yeni açılmış caddesi var; gerisi cehennemden farksız. Balo o kadar da güzel değildi. Her şey karman çorman. Şimdi bu satırları yazarken bizim rintlerin birkaçı uyudu. Bazıları da çalışıyor. Öğrencilerin bir kısmı Spesial Matematik bölümünde, bir kısmı da birinci sınıfta. Orta kısım sınavına girmeleri gerek. Onların problemleri ise Fransızca. Ben selence bölümündeyim. Yerim olmadığı için dergilerin bir kısmını gidip alman için Cachan’a götürdüm. Bayram tatillerinde bile Reines okulundan çıkma iznim yok…
Pis, rezil bir hayatım var. Kıyamet günü işime yarayacak. Sık sık gülüyorum kendi halime. Başka çare yok. Artık Tahran’a da şikâyet mektubu yazamam. Utanıyorum. Ne yapılabilir ki? îki kişiyle yüz yüze konuşamıyorum. Ne kadar düşünsem, yine de çok komik. Çok yorucu ve saçma… Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor.”
21 Ocak 1929
Kaynak: Hidâyetname
Çeviren: Mehmet Kanar
[Sadık Hidayet’in Arkadaşı Takî Razavî’ye yazdığı mektup]