SADIK HİDAYET VE ÖLÜM: “TEK KORKUM KENDİMİ TANIYAMADAN ÖNCE ÖLMEK!..”

“Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.” [Diri Gömülen, Sadık Hidayet]

9 Nisan 1951 tarihinde, Paris’te kaldığı otel odasında noktaladı hayatını. Kapı altlarını, pencereleri sımsıkı kapatıp havagazı musluğunu açarak. Sessiz ve yavaş bir ölüm. Bu onun ilk ve son deneyimi değildi. Birçok kez düşünmüştü intiharı. Bir keresinde de aynı kentte nehrin sularına atıvermişti kendini. Ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı bu deneyim.

İran’ın varlıklı bir ailesine mensup olmak, yurtdışında öğrenim görmek mutlu olmasına yetmemişti. Yükseköğrenimini tamamladıktan sonra ülkesine dönmüş, devlet hizmetine girmiş, burada da aradığı mutluluğu bulamamıştı.

Neydi Hidayet’i ölümüne mutsuz eden şey ya da şeyler? Hidayet yaşamın amacını sorguluyordu kendi kendine. Çevresine baktığında insanı mutsuzluğa sürükleyecek birçok neden buluyordu. Ülkesindeki yönetim, insanları etkilemişti. İyi bir gözlemci olan Hidayet yönetim mekanizması, insan, kültür, tarih ve çevre arasındaki ilişkileri tespit edip çözüm yolları aramaya çalıştı. Ama bu çabaları hep düş kırıklığıyla noktalandı.

Hidayet’e göre insan her şeyi değiştirecek kadar güçlü değildir. Bu yüzden sahip olunanlara razı olunmalı ve durumu değiştirmeye kalkışılmamalıdır. Kaza ve kader denilen doğaötesi güçler bu çabaları yok eder ve insanları umutsuzluk girdabına atar ve nihayet intihara sürükler.

Uzun ve kısa öykülerinin çoğu, bu umutsuzluk girdabına düşüp dünyada bulamadığı huzuru sessizlikler ve yokluk âleminde aramayı arzulayan insanların intihar girişimleri ile biter. Aslında bu öykülerin tümünde -hele hele Kör Baykuş, Diri Gömülen ve Üç Damla Kan trilojisinde- Hidayet kendini anlatır. Bu öyküler, onun intihar girişimlerinin yazılı provaları gibidir adeta.

Kafka ile tanışması, dünyanın anlamsızlığı hakkındaki düşüncelerini bir bakıma kesin yargıya dönüştürmesine yol açar. “Sampinge” adlı öyküsü dünyanın ve yaşamın anlamsızlığı konusu etrafında cereyan eder ve intiharla noktalanır. “Aylak Köpek” adlı öyküsünde aynı konunun yanı sıra inziva yaşamını da tahlil eder başarılı bir şekilde. Başıboş bir köpeğin cismine ve zihnine giren yazar, insanların ruhlarına bakar ve onların uzlet köşesinde yok oluşlarını seyreder. Çare aramak için maziye döner, doğaya sığınır. Ama hiçbir taraftan ümit ışığı belirmeyince ölümü beklemeye koyulur. Bazen beklenilen ölüm kolayca gelivermez. Bu özleyişi Diri Gömülen’de çarpıcı bir biçimde işler.

Hidayet’in kahramanları hiçbir varlıkla ilişki kuramazlar. Freudcu bir bakışla incelediği kimi kahramanları cinsel doyumsuzluklarını, ezilmişliklerini kendilerini ibadete verme gibi değişik alanlarda gidermeye çalışırlar. Ama bu da çare değildir. Aslında bu insanların yaptıkları tek iş, canlı cenazelerini o yana bu yana sürüklemektir. Daha güzel günlerin beklentisi yoktur onlarda. Bu yüzden uzaklarda, kayıp bir dünyada aramaya çalışırlar iç huzurunu, mutluluğu.

Mehmet Kanar
Kaynak: Sadık Hidayet – Hidayetname
Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar (YKY)


Sadık Hidayet’in Kaleminden Ölüm Üzerine Bazı Alıntılar:

“Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak, bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş olmamızdır.”

“Dünyanın sonu gelmeyecek. Sadece insanlık sona erecek; o da kendi eliyle.”

“Hiç kimse anlayamaz. Hiç kimse anlamayacak. Her taraftan çıkmaza düşen kimseye “Al başını ve git geber” derler.”

“Öyle bir canlı cenazeydim ki, ne dirilerin dünyasıyla bir bağım vardı, ne de ölümün unutulmuşluğundan ve huzurundan istifade ediyordum.”

“Hayat denen şeyden el çektim, bıraktım, pekâlâ, gitsin elimden!”

“Çürüğe çıktık kefensizlikten hayattayız.”

“Yeryüzü kayıtsızca sonsuz evrende dönüşünü sürdürüyor. Doğa, geriye kalanların üstünde tekrar yaşamı başlatıyor.

“Ölüm. Ne korkunç ve tüyler ürperten bir sözcük! Adını duymak bile ürpertiyor insanı.”

“Dudaklardan gülümsemeyi, gönülden mutluluğu alıp, iç karartısı ve moral bozukluğu getiriyor yerine. Bin türlü karmakarışık düşünceyi gözler önünden geçirtiyor.”

“Yaşamın ölümden ayrı olması mümkün değil. Yaşam olmayınca, ölüm de olmayacak.”

“Gökyüzündeki en büyük yıldızdan tutun da yeryüzündeki en küçük zerreye kadar her şey er ya da geç ölecek.”

“Yalnız ölüm yalan söylemez! Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.”

“Taşlar, bitkiler, canlılar birbiri peşi sıra dünyaya geliyor ve yokluk sarayına giderek unutulmuşluk köşesinde bir avuç toz oluyorlar.”

“Güneş ışınlarını saçıyor, meltem esiyor, çiçekler havaya güzel kokular saçıyor, kuşlar şakıyor, bütün canlıları bir coşkudur alıyor.”

“Ezelden beri dünyanın düzeni böyledir zaten; kimisi açlıktan ölürken kimisi de tokluktan dolayı çatlar.”

“Bazen deliliğim başlıyor. Uzağa, çok uzağa, kendimi unutacağım bir yere gitmek, unutulmak, kaybolmak, yok olmak istiyorum.”

“Yaralar vardır hayatta, ruhu yalnızlıkta cüzzam gibi yavaş yavaş yer, kemirir.”

“Ölüm bütün varlıklara aynı gözle bakıyor, yazgılarını birbirinin aynı yapıyor. Ne zengin tanıyor, ne yoksul.”

“Ne alçak tanıyor ne yüksek. Kara toprakta insanı, bitkiyi ve hayvanı yan yana yatırıyor. Hunharlar ve cellatlar sadece mezarda terk ediyorlar zulmü.”

“İşkence görmüyor suçsuz. Ne zalim var, ne mazlum. Büyüğü, küçüğü tatlı bir uykuya dalıyor.”

“Ölmeye 20 yaşında başlayan insanlar vardır.”

“Yaşamla ilgili dertler, gamlar, acılar ve zulümler için en iyi sığınak. Bitmek tükenmek bilmeyen isteklerin kıvılcımları sönüyor.”

“İnsanoğlunun tüm savaşları, kıyımları, yırtıcılıkları, övüngenlikleri mezarın karanlık, soğuk ve dar toprağında diniyor.”

“Ölüm olmasaydı, herkes onun hasretini çeker, umutsuzluk çığlıkları göklere yükselir ve doğaya lanet okunurdu.

“Hayat geçmek bilmeseydi, ne acı, ne korkunç olurdu.”

“Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım.”

Sadık Hidayet’te yanlızlık ve ölüm: “Dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur’’

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz