Ahmet Hamdi Tanpınar öleli tam 30 yıl olmuş. Necatigil’in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nü açıyorum önüme. Zihnim durmadan kelimelerin, satırların, kitap başlıklarının arasına sığınmış küçük boşluklara sızıyor; orada, bir hayatın ansiklopedi maddelerine geçmeyen arz ve tülü içinde geziniyorum: Bir netleşiyor Tanpınar’ın yüzü, bir bulanıyor.
Modernler, edebiyat metnini haklı olarak tek hedef sayarken, bir yazarı tanımanın onun kitaplarını okumaktan geçtiği gerçeğinden yola çıkıyorlar. Okur olarak bu yaklaşımla barışamadım bir türlü ben. Bir yazarı tanımak, bir yandan da onun sancılarına yaklaşmaktır. Sonuçta, sancının en iyi aynasının yapıt olduğunu kabul etsem bile, bununla yetinmeyi öğrenemedim. Bu kısa ‘okuma denemesi’nde metnin yakın çevresine, arasıra da iyice ötesine uzanmamı, yaşıyor olsaydı, Tanpınar bağışlardı sanıyorum.
Şair Tanpınar üzerinde, bir başka denememde, ‘baba katli’nden yola çıkarak durmuştum. Yahya Kemal’i (ve bir ölçüde de Valery’yi) kendisinde öldürmeyi, hiç değilse belli bir noktadan sonra deneseydi, önü açılabilecekti. Oysa Yahya Kemal’e yönelik bu tür bir girişimi oldu da: “Sessiz Gemi” şairi 1958’de ölünce masaya oturabildi ancak. Tanpınar ‘ın, kanımca bizim edebiyatımızda bir şair üzerine yapılmış en derin çözümleme olan Yahya Kemal’i basımevinden çıkarken, yazarı ölüm döşeğindeydi. Yazıp kurtulmuştu ondan. Hem biricikliğini oluşturan geometriyi serimleyerek, hem de ükanan bir ana damara işaret ederek. Ne var ki; bu kitabı Yahya Kemal yaşarken yazamazdı Tanpmar. Baba’ya hiç diklenememişti. Ölünce yazdı: Yahya beyin bu kitabı göremeyeceği kadar geciktiğini söylüyordu; tam tersine, kendi şiirine vakti kalmamıştı.
Tanpınar, 37 şiir içeren tek kitabım ölümünden bir yıl önce, “Yahya Kemal” incelemesini bitirirken yayımlamıştı. Dıranas da çok geç çıkarmıştır “Şiirler”ini. Tanpınar’da karar ve kararsızlık, bütün hayatı boyunca öylesine hazın bir diyalog kurmuştur ki. “işirler”i yayımlama karan üzerinde enikonu oyalanmak gerekir. Abartılı bir düşünce mi, olsun: Yahya Kemal’i burada da beklemiş midir? Bir kitaba daha yürüyebilmek adına, neredeyse 40 yıldır elini kolunu bağlayan şiirlerle arasına nihayet mesafe germeyi kabullenmiş olabilir mi? Ahmet Kutsi Tecer’e yazdığı mektuplarda şiir konusunda biraz olsun açılmıştır.
İç takvim yaprakları” olarak görür bu kristal çalışmalarım. Şiir üzerine birebir düşündüklerini, daha çok Fuzuli ve Valery için yazarken ortaya koymuştur bana kalırsa: Arınma matematiği. Yalıtırken sözünü onu bir köşede sarmıştır. Nereden bakılırsa bakılsın: Tanpınar’da büyük bir şair beklemiş, ama şiir, yerinde duramayıp, nesre uzanmıştır. Onun ince yüksek ışık kımıltılarından yoksun takvimi, romanlarında ve denemelerinde boy atmıştır, diyemez miyiz?
Mahur Beste, Huzur, Beş Şehir, Edebiyat Üzerine Makalelerin bir bölüğü, Mallarme’nin ünlü “üslûp üzerinde her böyle çaba gösterilişinde, bir mısra çalışması yapılıyor demektir” sözünü doğrulayan örneklerle doludur. Cümlesini hep çalışmıştır Tanpınar. Şairaneliğin pençesine düşmeksizin imge donanımı sağlar ona. Gibi’leri tırmalamaz. Düzyazımıza şiirinin metafor gücünü armağan etmiştir.
Ölümünden sonra, sağda ve solda sancıları sınırlandı. Kültürel duruşu, edebiyata ilişkin tercihleri şüphesiz önemliydi. Gelgelelim, bir odağa ya da başkasına yerleştirilmesi en hafifinden derinliği ve inceliğiyle çelişiyordu. Bir de birikimi vardı: Kendisiyle aynı rakıma sahip olmanın hayli berisindeydi yorumcuların çoğu. Yüceltmeye ya da indirgemeye yöneldiler Tanpınar , oysa yaşadığı sürece anlamaya, anlamlandırmaya çalışmıştı.
Benim gözümde, “tam edebiyat adamı” Ataç, oturduğu dorukta yalnız değildi. Durmadan takıştığı, ara sıra küçümsediği Tanpınar ile 1940-60 döneminin büyük yol ayrımlarını paylaşmışlardı. Ataç’taki cüret, köktenci yenilikçilik, şeffaflaşma ustalığı Tanpınar’da bambaşka özelliklerden gelinir. Mahur besteci oranında edebiyatın derin sularında dolaşabilmiş ikinci bir yazarımız olduğunu sanmıyorum.
İkisini de hakkıyla okuyamadık. Son 30 yıl edebiyattan, başka yerlerden nektar toplamak adına uzaklaşılan bir dönem oldu. Baştan uca; değer yargılar, ölçütleri kaynaklar, en önemlisi de sancıları özenle göz önünde tutularak okunurlarsa, ardımızda, bizi kıpırdata- bilecek iki kılavuzun beklediği anlaşılabilecektir. Ansiklopediler, Tanpınar’ın “Monsieur Teste” çevirisine soyunup tamamlamadan bir kenara bıraktığım yazmıyorlar doğal olarak. Onun bütün yazı serüveni, aslında, ‘bir gün okurunu bulabilir’ umuduyla gözü gününe kapalı bir edayla kurulmuş gibidir. Partönerini gelecek zamana erteler. Monoloğunu, ikide bir, “kabfle”ye ilişkin süssüz yoklamalarla deler. Som bir yalnızlık burcudur. Dönüp yeniden, önemi ye terince kavranamamış “Mahur Beste”ye ve Behçet beyin dünyasında zonklayan ölüm, aşk, kayboluş, zaman, düş, kefaret, teslim denklemlerine bakmak, Tanpınar’ın bizim geleceğimizi de etkileyebilecek geleceğine oradan bir kez daha girmeyi denemek için çok mu geç? Edebiyatı sahiden de sevmiyorlar mı artık?
1992
Enis Batur
Tanpınar İçin Portre Denemesi
Kaynak: Bir Gül Bu Karanlıklarda