Rus Politikacı, Yazar ve Eleştirmen Lunaçarski’nin Kültür ve Sanat Anlayışı üzerine…

Lunaçarski, Sürgün yıllarında hayatını kazanmak için Fransa’da kurduğu parka, soyadının ilk iki hecesini vererek dünyanın ilk  Lunaparkını  açtı. Devrimci faaliyetlerini bu parktan sağladığı gelirle finanse etti.

Lunaçarski, Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirilen sanat ve kültür politikasının belirlenmesinde, örgütlenmesinde, düzenlenmesinde, geliştirilmesinde birinci dereceden rol oynayan kişilerden biridir.
25 Ekim 1917’de (yeni takvime göre 7 Kasım) Büyük Proleter Ekim Devrimi’nin zafere ulaşmasının ardından, II. Sovyetler Kongresi tarafından 26 Ekim’de (yeni takvime göre 8 Kasım), Lenin başkanlığında bir “Halk Komiserleri Konseyi” kurulması kararı alınmış, bu konseyde “Eğitim İşleri Halk Komiseri” görevi Lunaçarski’ye verilmiş ve Lunaçarski, 1929 yılına kadar bu görevi başarıyla sürdürmüştür. Yüksek okullar da dâhil olmak üzere bütün eğitim kurumlarının, siyasi aydınlatma çalışmalarının, basın yayın organlarının, sanat ve edebiyat çalışmalarının bu komiserliğe bağlı olarak yürütüldüğü düşünülürse, Lunaçarski’nin kuruluşundan itibaren Sovyetler Birliği kültür hayatında oynadığı rol daha iyi açığa çıkar.


Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski, liberal bir memur ailesinin çocuğu olarak 1875 yılında Ukrayna’nın Poltava kasabasında dünyaya gelmiştir. Genç yaşlarda devrimci harekete katılan Lunaçarski, 1897 yılında Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) girmiştir. Yürüttüğü devrimci faaliyet nedeniyle Çarlık polisi tarafından defalarca tutuklanan Lunaçarski, 1898-1904 arasındaki yılları Sibirya’da sürgünde geçirmiştir.
Parti, Bolşevikler ve Menşevikler olarak iki kanada bölündüğünde Bolşeviklerin safında yer almıştır. Sürgünden sonra yurtdışına çıkan Lunaçarski, bu yıllarda Fransa, İsviçre ve İtalya, ‘da yaşamıştır. Bu yıllarda Lunaçarski, hayatını kazanmak için Fransa’da kurduğu parka, soyadının ilk iki hecesini vermiş ve böylece -bildiğimiz- Lunapark doğmuştur. Lunaçarski, sürgün yıllarındaki devrimci faaliyetlerini bu parktan sağladığı gelirle finanse etmiştir (Büyük Larousse).
Lenin’le ilk defa 1904 yılı Aralık ayında Paris’te karşılaşan Lunaçarski, burada diğer Bolşeviklerle birlikte “Vperyod” (İleri) ve “Proletari” gazetelerinin çıkarılması çalışmalarına aktif olarak katılmıştır. Lunaçarski, bu dönemde Lenin’le birlikte yürüttüğü çalışmaların, daha sonraki siyasi gelişmesinde çok önemli rol oynadığını belirtmiştir.
RSDİP’nin 1905 Londra Kongresi’nde silahlı ayaklanma üzerine sunulan karar tasarılarından birini Lunaçarski hazırlamıştır. 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonraki yıllar, Bolşeviklerle Lunaçarski’nin yollarının belli bir süre ayrıldığı yıllar olmuştur. Lunaçarski, bu dönemde Bogdanov tarafından yönetilen “tanrı arayıcıları” grubuna katılmıştır. Lunaçarski’ye yazdığı bir mektupta “Bilimsel Sosyalizm’le din arasında bir birliktelik arayanlarla bütün yollarımız kesilmiştir” (Lenin, “Mektuplar” cilt II, Almanca, sayfa 154) diyen Lenin’le Lunaçarski arasındaki mektuplaşmalar 1908 yılında kesilmiştir. Lunaçarski’nin bu yıllarda kaleme aldığı “Din ve Sosyalizm” (1908-1911) adlı kitap, Lenin tarafından oldukça sert eleştirilmiştir.
Zamanla Lunaçarski, bu idealist okuldan kopmuş ve 1917 Şubat Devrimi’nden sonra tekrar Bolşeviklerin safına katılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Ekim Devrimi’nden sonra kurulan ilk hükümette, “Eğitim İşleri Halk Komiserliği” gibi çok önemli bir görevin Lunaçarski’ye verilmesi, Lunaçarski’nin bu süreçte gösterdiği olumlu gelişmenin bir işaretidir.
Lunaçarski, Eğitim İşleri Halk Komiseri olarak Sovyetler Birliği’ndeki sanat ve kültür hayatının oluşması ve gelişmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Bu görevi yerine getirirken Lunaçarski, Lenin tarafından “fütürizminden ötürü dayağı hak ediyor” (“Lunaçarski’ye Mektup”tan, Marx-Engels-Lenin “Sanat ve Edebiyat” Ekim Yayınları, sayfa 349) diye yer yer eleştirilse de, “ender rastlanan yetenekte biri” (M. Gorki, “Lenin’den anılar”, Berlin 1951, Almanca sayfa 237), “sadece her şeyi bilen ve çok yetenekli değil, aldığı parti görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getiren biri” (Westnik Komünistiçeski Akademi, 1935; aktaran “Vom Proletkult zum sozialistischen Realismus”, Berlin 1981, Almanca, sayfa 6) olarak da övülmüş ve desteklenmiştir.
Lunaçarski, bu dönemde kaleme aldığı bir dizi makaleyle sanatın değişik sorunları, kültür ve eğitim çalışmalarının örgütlenmesi gibi sorunlar üzerine tavır takınmış, “proleter sanat”, “sosyalist kültür” tartışmalarına birinci elden müdahale etmiştir. Lunaçarski, 1929 yılında Eğitim İşleri Halk Komiserliği görevinden ayrıldıktan sonra da “Bilimler Akademisi”nin bir üyesi olarak bu alandaki çalışmalarını sürdürmüştür.
Lunaçarski 1933 yılında Büyükelçi olarak İspanya’ya gönderilmiş, bu görevi yerine getirmek için Madrid’e giderken 26 Aralık 1933’te Mentone’da (Fransa) ölmüştür.
Sovyetler Birliği’nin sanat ve kültür politikasının oluşmasında en önemli rollerden birini oynayan Lunaçarski’nin görüşlerinin bilinmesi, “Proletkült” ve “sosyalist gerçekçilik” tartışmalarının daha iyi anlaşılması için büyük önem taşımaktadır.
Bu makalede biz, Lunaçarski’nin sanat ve kültür üzerine bütün görüşlerinin etraflı bir dökümünü yapmak değil, onun bu alandaki ana düşüncelerini kısaca vermek istiyoruz. Bu görevi yerine getirirken dayandığımız temel eser; A. Yermakova tarafından hazırlanan,1975 yılında “Iskusstvo” yayınevi tarafından Rusça olarak Moskova’da basılan, “A. V. Lunaçarski, Estetik Üzerine Seçme Makaleler” adlı derlemenin, Dietz Verlag tarafından 1981 yılında “A. Lunaçarski, Proletkült’ten Sosyalist Realizme” adıyla Berlin’de basılan Almancasıdır.
Bu makalede, sayfa (s.) numaralarını belirterek yapacağımız bütün alıntılar bu kitaptandır. Lunaçarski’nin sanat ve kültür üzerine görüşlerinin kapsamlı bir Türkçe çevirisi, ne yazık ki bugüne kadar gerçekleştirilememiş olup, bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Lunaçarski’nin “Lenin ve sanat” adlı makalesinin Türkçe çevirisi, yurtdışında yayınlanan Güney sayı 13’te vardır. Ayrıca, bu sayımızda Lunaçarski’nin “Marksist Eleştirinin Görevleri Üzerine Tezler” adlı makalesinin tam çevirisini yayınlıyoruz. Okuyucularımızdan, bu ve diğer makalelerde dile getirilen görüşler üzerine düşüncelerini, eleştirilerini ve önerilerini bekliyor, tartışmalara aktif katılmalarını talep ediyoruz.

Sosyaldemokrat sanatsal yaratıcılığın görevleri

Lunaçarski, 1907 yılında kaleme aldığı “Sosyaldemokrat sanatsal yaratıcılığın görevleri” adlı makalede, sosyal-demokrat hareketle sanat faaliyetlerinin ilişkisini inceler. Lunaçarski, bu makale için 1925 yılında yazdığı bir dipnotta; o zamanlar kendilerinin RSDİP’nin sol kanadında yer aldıklarını ve bu makalede sosyaldemokratlar için söylenenlerin komünistler için aynen geçerli olduğunu belirtir.
Lunaçarski makalenin başında, “Komünist Manifesto yayınlanalı 50 yıl oldu, fakat görünürlerde hâlâ Marksist bir sanat akımı yok” (s. 50) şeklinde gelen eleştirilere şöyle yanıt verir:
“Ben, sosyaldemokrat bir yaratıcılığın olması gerektiğini ve olacağını, onun daha şimdiden görevlere sahip olduğunu gerçekten iddia ediyorum. Parti sanatı üzerine gevezelikler gereksiz hale gelecektir.
Sosyal-demokrasi, sadece bir parti değil, bilakis büyük bir kültür hareketidir. Hatta bu zamana kadar var olanlar içinde en büyüğüdür. Sadece en güçlü dinsel hareketler yer yer onunla karşılaştırılabilirler ve Hıristiyan sanatından bahsedildiğinde bu kimseye komik gelmemektedir. Ve bazıları, Bilimsel Sosyalizmin yepyeni bir dünya görüşü ve dünya duygusu olduğunu kavramasa da, bu onların bir eksikliğidir…
Sosyalizmin kapitalizme karşı mücadelesi, en büyük kültür mücadelesidir. Bu mücadele, ağırlıklı olarak siyasi ve iktisadi silahlarla sürdürülse de, bu hiçbir şekilde, muazzam iktisadi mücadelenin ruhsal yansımasının felsefe ve sanatta dev bir rol oynamayacağı anlamına gelmez.
Felsefe alanında burjuvazi daha şimdiden bir dizi ağır yenilgiler almıştır, sanat alanında mücadele daha yeni alevlenmektedir. Fakat her büyük kültür hareketi kendi sanatına sahipti. En büyük kültür hareketi olan işçi sınıfı hareketi de bir sanat hareketine sahip olacaktır.
Yani birincisi: Hıristiyan, Budist veya Helenist sanatlarda olduğu gibi, aynı şekilde sosyaldemokrat bir sanat da mümkündür.
Ve bunun ardından ikincisi: Her sınıfın kendi dünya anlayışı ve dünya duygusu vardır. Tabii ki, üstteki sınıflar için bunu belirlemek ve ifade etmek daha kolaydır, fakat egemen olan sanat egemenlerin sanatıdır ve bu sanat, güçlü bir şekilde gelişen ve özgürlük için mücadele eden alttaki sınıfları tatmin edemez ve elbette aristokrat, burjuva, küçük-burjuva bir sanatın olduğu yerde, proleter bir sanat da olmak zorundadır.” (s. 50-51)
Bu makalesinde Lunaçarski, sınıflara bölünmüş bir toplumda, proleter bir sanatın oluşmasının şartları ve gelişmesinin zorunluluğu üzerine doğru düşünceler savunmaktadır. “En büyük kültür hareketine sahip olan işçi sınıfı hareketi”nin, “nasıl büyük bir sanat hareketine de sahip olacağı”, Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nde yaşanan gerçeklerde ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan Lunaçarski’nin bu makalesinde, o zamanlar mensubu olduğu “Tanrı Arayıcıları” grubunun dinle Sosyalizm’i birleştirme çabalarının etkilerini görmek mümkündür. Lunaçarski, bu makalesinde Marksist bir sanat akımının mümkünlüğünü gerekçelendirirken, dini akımların çevresinde oluşan sanat akımlarını kanıt olarak göstermekte ve bu mümkünlüğü sürekli dini akımlarla paralellikler kurarak açıklamaya çalışmaktadır.
Lunaçarski’nin o dönem “gereksiz hale gelecektir” dediği “Parti sanatı üzerine gevezelikler”i yapanlardan biri de Lenin’dir. Lenin daha 1905 yılında; “Parti Yazını ve Parti Örgütü” adlı makalesinde, sanat ve edebiyat üzerine dile getirdiği görüşler, Lunaçarski’nin iki yıl sonra bu makalede dile getirdiği görüşlerden çok daha ileri ve berraktır. Lunaçarski’nin bu makalede yaptığı daha çok, Lenin’in görüşlerinin dinle sulandırılmasıdır. Lenin’in bu makalesinin tam çevirisi, yurtdışında yayınlanan Güney’in 10. sayısında basılmıştır.

Proletarya ve sanat

(I. Tüm-Rusya Proletkült Konferansı’nda verilen rapor için tezler)
Lunaçarski’nin acil olarak Petrograd’a gitmek zorunda kalması yüzünden katılamadığı “I. Proleter Kültür ve Aydınlanma Örgütlerinin Tüm Rusya Konferansı”, 15-20 Eylül 1918 tarihleri arasında Moskova’da yapıldı. Lunaçarski’nin bu hazırladığı rapor, konferansta onun yokluğunda okundu ve Lunaçarski “fahri yönetime” seçildi. Lunaçarski’nin 9 tezden oluşan bu rapordaki tezler şöyledir:

“1. İnsanlığın genel hazinesinin tamamlayıcı öğeleri olarak belli çağlarda ve halklar tarafından yaratılan sanat eserlerindeki değerli olan her şey, tüm insanlığa ait sanat eserleri olarak adlandırılabilirler.
2. Bununla birlikte, tek tek çağların ve halkların sanatında göze batan değişiklikler, kimse tarafından reddedilemez.
3. Biz Marksistler bu değişikliklerin, ulusal ruh, dönem, klima gibi berrak olamayan kavramlarla değil, sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiyle belirlenen toplumsal düzene bakılarak açıklanabileceğini biliriz.
4. Sanat şu veya bu sınıfın ideolojisinin saf ifadesi olabileceği gibi, bir dizi sınıfın karşılıklı etkisi altında da durabilir; fakat sanat eserlerinin incelenmesinin en verimli yöntemi sınıfsal analizdir.
5. Aynı sınıfın sanatı, sürekli aynı kalmaz. Sınıf sanatının evriminin klasik örneği şöyledir: İlk başlangıç, çabalama dönemi, klasizm, realizm, kararsızlığın romantizmi, mistisizm.
6. Belli bir sınıfın sanatının tüm evrim basamakları, hiç de az olmayan bir şekilde bu sınıfın psikolojisi tarafından renklendirilirler.
7. Gelecekteki proleter sanatın karakterini oluşturma denemeleri bu önermelerden yola çıkmalıdır.
8. Proleter yaratıcılığın bağımsızlığı, kendini hiçbir şekilde sanatsal olmayan orijinalliklerde göstermez ve geçmiş kültürlerin tüm meyvelerinin tanınmasını bir önşart olarak kabul eder.
9. İlerici karakterde bir dizi eser yaratarak aydınlar, proleter sanatın oluşmasında daha şimdiden belli bir rol oynamaktadırlar. ” (s. 65)
Proletkült delegeleri arasında o dönem, kültür mirasını reddetme, yepyeni bir kültür yaratma, bu yeni kültürün sadece işçiler tarafından yaratılabileceğini kabul etme gibi anlayışlar hâkimdi. Bu yüzden, Lunaçarski tarafından raporda dile getirilen tezler arasında, geçmiş kültür değerlerine sahip çıkan, geçmişin reddi temelinde orijinal proleter kültür yaratmayı reddeden, proleter sanatın oluşmasında aydınların rolünü olumlayan düşünceler, konferansta çoğunluk tarafından reddedildi.

Proletkült ve Sovyet kültür faaliyetleri üzerine bir kez daha

Ekim Devrimi’nden iki gün sonra, 9 Kasım 1917’de, Lenin ve Lunaçarski tarafından imzalanan bir kararnameyle, “İşçilerin, askerlerin ve köylülerin kültür ve eğitim alanındaki bağımsız sınıf örgütlerinin, hem devletin merkezi mevkilerine hem de belediyelere ait merkezi mevkilere karşı tamamen ve bütünüyle özerk oldukları” (s. 392) kabul edilmişti.
Devrimden hemen sonra emekçilerin değişik alanlardaki sınıf örgütlerinin, olumlu bir şekilde bağımsız gelişmeleri için öngörülen bu uygulama, bazı Proletkült yöneticileri tarafından, yanlış ve yer yer parti karşıtı bir siyaset oluşturulmasına dayanak olarak kullanılmıştı. Bu dönemde Proletkült örgütleri içinde, geçmişin kültür mirasını tamamen reddeden ve yepyeni, saf bir sınıf kültürü yaratmak isteyen kişiler sayıca çok olmasa da etkileri bakımından oldukça güçlüydüler. Bazı Proletkült yöneticileri, parti siyasetiyle kendi siyasetlerinin çeliştiği noktalarda, bu kararnamede yer alan “tam özerklik” maddesini sığınak olarak kullanıyor, sosyalist inşa çalışmasında kendi paylarına düşen görevleri yerine getirmek istemiyorlar veya bu görevleri kendi düşüncelerine göre çözmek istiyorlardı.
Bu gelişmede parti içinde Proletkült örgütlerinin tamamen dağıtılmasını savunan görüşler de ortaya çıkmış, Moskova’daki Proletkült örgütünün, Moskova Sovyeti tarafından tasfiye edilmek istenmesi üzerine, 13 Nisan 1919’da Lunaçarski bu makaleyi kaleme alarak, bu girişime karşı çıkmıştır. Lunaçarski, bu makalesinde hem Proletkült içindeki yanlış düşüncelere, hem de Proletkült örgütlerinin tamamen kapatılması düşüncesine karşı çıkıyordu.
Lunaçarski, kültür mirasını reddeden, saf proleter kültür yaratmak isteyen Proletkült içindeki düşünce sahiplerine şöyle karşı çıkıyordu:

“… Proletaryanın genel insanlık bilgisinin tümüne sahip olması gerektiğini bininci defa tekrarlıyorum, o tarihi bir sınıf olarak tüm geçmişle bağıntı içinde ilerlemelidir.
Geçmişin bilim ve sanatını, onlar burjuvaziye ait olduğu için reddetmek, işletmelerdeki makineleri veya demiryollarını da aynı gerekçeyle reddetmek kadar saçmadır.” (s. 68)
“Eğer biz şu an devlet aygıtına, sadece yeni olanı, sadece proleter olanı yaygınlaştırma görevi verseydik, o zaman biz proletaryayı barbarlığa sürüklerdik, onu köklerinden koparırdık…” (s. 69)
Proletkült içindeki yanlış düşüncelere bu şekilde karşı çıkarken Lunaçarski, Proletkült örgütlerinin dağıtılmasına da karşı çıkıyor ve kendi dar alanında Proletkült örgütlerinin oynayacağı olumlu role dikkat çekiyordu:
“… Proletkült bütün dikkatini stüdyo çalışmasına; proleterler arasında özgün yetenekler bulunması ve desteklenmesi, işçi sınıfı içinden her türden yazar, ressam, grafikçi, genç bilim adamı çevrelerinin oluşturulması, çok çeşitli stüdyoların ve bedensel, ruhsal kültür çalışmasının her alanında canlı örgütlerin yaratılması, abartmadan ve önünü kesmeden proletaryanın ruhunda gelişen özgür ve dayatmasız tohumların desteklenmesi vazgeçilmez görevine yoğunlaştırmalıdır.” (s. 69)
Böylece Lunaçarski, hem geçmiş kültür mirasını reddederek saf bir kültür yaratmak isteyen Proletkült içindeki yanlış anlayışlara karşı çıkıyor, hem de işçi sınıfı içinde sanat faaliyetlerinde Proletkült örgütlerinin oynadığı olumlu pratik çalışmaları görmeyen ve Proletkült örgütlerinin tamamen kaldırılması gerektiğini savunan anlayışa karşı çıkıyordu.
Proletkült’ün bağımsızlığını savunanlarla dağıtılmasını savunanlar arasındaki tartışmalar devam etti. Lenin, bu tartışmalara “Proleter kültür üstüne” adlı karar tasarısıyla müdahale ederek, Proletkült örgütlerinin partiye karşı bağımsızlığı görüşünü reddetti ve Proletkült örgütlerinin özerk değil, “Eğitim İşleri Halk Komiserliği’ne bağlı yardımcı organlar olarak çalışmaları gerektiğini” savundu.

Kitabın özgürlüğü ve devrim

Lunaçarski, 1921 yılında kaleme aldığı bu makalesinde devrimle birlikte anılan; demokrasi, diktatörlük, şiddet, sansür, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük gibi kavramları ele alarak, devrimden sonra bu kavramların anlamını ve sınırlarını tartışır. Devrimci şiddet konusunda şunları söyler:
“En son hedefi olarak devlet iktidarının sönmesini ve tüm savaşlara son verilmesini açıklayan sosyalist devrim bile, ilk zamanlarda kendine has militarizm ruhunu güçlendirmek, devlet iktidarının diktatörlüğünü, hatta onun polisiye karakterini güçlendirmek zorundadır.
Gerçek bir devrimci için, bir hamkafa için değil, bilakis gerçekten profesyonel bir devrimci için, gerici bir hükümetin elinde iğrenç olan şiddetin, devrimcilerin eline geçince kutsal ve gerekli olması gayet açıktır.” (s. 82)
Lunaçarski, burada dile getirdiği görüşlerde, özgürlük, kardeşlik, eşitlik gibi kavramların sınıfsal içeriğine dikkat çekerek, bu kavramlar üzerine soyut tartışmanın boş gevezelik olduğunu belirtir.
Makalenin devamında Lunaçarski, “Rusya’da yaratıcı bireylerin haklarının korunmadığını” iddia eden küçük-burjuvaları şöyle yanıtlar:
“Ama her şeyden önce şu sorulmalıdır: Devrimci hükümet, ilkesel olarak bireysel yaratıcılığın haklarını korumak zorunda mıdır?
Bu soruya kıvırmadan şu yanıtı veriyorum: Evet o zorunludur. Kautsky, bugün de oldukça dikkat çekici ve öğretici olan «Sosyal Devrimden Sonraki Günler» adlı kitabında; «Üretimde en büyük düzen ve planlı yönetim, sanat alanında ise tam anarşi» derken tamamen doğru bir formül öne sürüyordu.
Burada bahsi geçen «anarşi»den sıradan darkafalıların anladığı gibi düzensizlik değil, bir iktidarın olmaması, şu ya da bu biçimden esinlenilmesini şart koşan bir hükümetin var olmaması anlaşılmalıdır.” (s. 83)
Sanat alanında sosyalist bir devletin yerine getirmesi gereken görevler konusunda Lunaçarski, bu makalede şunları söyler:
“… Devrimci kültür devleti, ülkede bir bütün olarak sanatın, hem hayat sevinci veren, hem de yaşanılan zamanın duygularını berrak bir biçimde tasvir eden sanatın gelişmesiyle ilgilenmelidir.
O, kendine uygun düşen sanatı, özellikle selamlamak ve desteklemek zorundadır. Ama o, herhangi bir nedenden dolayı kendine uzak gördüğü veya kendi ideallerine tam uygun görmediklerine yapmacık bir şekilde çiçek uzatmamalı ve zevksiz şarlatanlara ve yaltakçı taklitleri sanat olarak satmak isteyen dalkavuklara göz yummamalıdır.
Bundan başka, şuna dikkat çekilmek zorundadır: Plakatlar, plakativ ajitativ parçalar, devrimci marşlar vs. vb. yaratmak devletin hakkı ve görevidir.” (s. 84)
Lunaçarski, ülkenin içinde bulunduğu duruma göre sanatın yeri ve önemi konusunda, şunları söylemektedir:
“Her şeyden önce askeri gerilim ve devrimci hükümetin (bu arada bizim de) elindeki araçların kısıtlılığı, ülkenin kaynaklarının en gerekli alanlarda kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, ona nasıl yaklaşırsak yaklaşalım sanat her şeye rağmen ikinci sırada gelen bir ihtiyaçtır.
Birisi belki şöyle diyor: En yüksek, ama buna rağmen ikinci sırada. Romalılar, «önce yemek, sonra felsefe» diyorlardı.” (s. 85)
Lunaçarski, sansür konusunda şunları söylemektedir:
“Eğer devletin kendisi, sanatsal bir propaganda yaratmak ve desteklemek istiyorsa, o zaman o aynı zamanda sanatsal karşı propagandayı da yasaklamak zorundadır.” (s. 86)
Lunaçarski devamla, emekçilerin sanat adı altında zehirlenmesini engellemek için sansürün gerekli olduğunu savunmaktadır.
Bu makalede dile getirilen görüşler bütünlük içinde ele alındığında; bir yandan biçimde esinlenmeye sınır koymayı reddetme anlamında sanatta “anarşizm”den yana olan Lunaçarski’nin, diğer yandan kendine uygun bir sanat anlayışını geliştirip, desteklemeyi, devrimci devletin sadece hakkı olarak değil, görevi olarak da gördüğü açığa çıkmaktadır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz