Dostoyevski: İnsanların sadece çıkarlarını düşünerek hareket ettikleri hiç görülmüş mü?

291

İnsanlar sistemlere, bazı soyut kavramlara o denli bağlıdırlar ki, sadece mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri göz göre göre değiştirmeye, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razıdırlar. Bu, çok anlaşılabilir bir örnek olduğu için ele aldım. Şöyle bir bakın çevrenize, kan gövdeyi götürüyor; üstelik şampanya gibi keyifli bir şekilde. İşte size, Buckle’ın da yaşadığı ondokuzuncu yüzyıl! İşte, büyük Napoleon ve bugünkü Napoleon! İşte, sonsuz Kuzey Amerika Birliği! İşte size, bir karikatüre benzeyen Schlezwig Holstein Prensliği!.. Uygarlık bizi nasıl yumuşatmış, görelim. İnsanların duygu çeşitliliğini artırmaktan başka işe yaramaz uygarlık. Duyguları çeşitlendikçe insan, kan dökmekten zevk almaya başlar hale geliyor.

İnsan, inanılmaz derecede ahmak bir varlıktır

Bütün bu haylazlıklarım, tembelliğimden ileri gelseydi keşke. Tanrım, ne büyük saygı duyardım o zaman kendime. Tembellik de olsa, benim de bir özelliğim olur ve bu, kendime saygı duymamı sağlardı. Birisi beni, “Kim bu adam” diye sorduğunda, “Tembelin biri” yanıtını alırdı. Ben ise bunu duyduğumda çok mutlu olacaktım. Artık benim de bilinen bir özelliğim, insanların hakkımda söylediği sözler olacaktı. Ne diyorsunuz siz, “tembel” bir şaka değildir; bir unvan, bir makam hatta koca bir gelecektir. Alay etmeyin benimle, bu gerçekten böyledir. Bu durumda, en gözde derneklerden birine üye olurdum, yaptığım tek iş de kendimi beğenmek olurdu. Tanıdığım birisi vardı, adam hayatı boyunca Lafitte şarabının uzmanı olmasıyla övündü durdu. Bu özelliğinden dolayı, hiçbir şüphe duymadan, kendisini erdemli bir insan olarak kabul ediyordu. Ölürken, büyük bir iç huzuruyla beraber, zafer kazanmış insanların o eşsiz mutluluğunu da tatmıştı. Elbette, bunda yerden göğe kadar haklıydı. Tembel olabilseydim, buna bir de oburluk eklerdim. Ama öyle sıradan bir tembel obur değil. Bütün güzel ve yüce şeylere ilgi duyan tembel oburlardan olurdum ben. Uzun zamandan beridir bunu hayal ediyorum. Bu “güzel ve yüce şeyler” kırk yaşımdayken bana hayli sıkıntı verdiler; ama kırk yaşımdayken oldu bütün bunlar. Bir de o sıralarda, ah, gençlik yıllarımdayken çıkacaklardı ki karşıma. O zaman çok çabuk bir iş de bulurdum kendime ve bütün o güzel ve yüce şeyler şerefine içerdim.
Kadehime önce bir damla gözyaşı akıtmak, daha sonra onu bütün güzel ve yüce şeylerin şerefine kaldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmazdım. Dünyadaki her şeye güzellik ve yücelik penceresinden bakar, en kötü, en çirkin şeylerin bile güzel ve yüce olan taraflarını görürdüm.
Bunun yanında, istediğim an, sulugözlü bir insan olurdum. Bir ressam, Ghe (1) ayarında bir resim yaptı diyelim; hemen ressamın sağlığına ve şerefine kadehimi kaldırırdım, çünkü bütün güzel ve yüce şeyleri seven birisiydim ben. Bir yazar, “Canınız nasıl isterse” diye bir eser mi yazdı, hemen “Canınız nasıl isterse” için kadehimi kaldırırdım. Size söyledim ya, “güzel ve yüce” ne varsa hepsini severim. Bununla beraber, insanların bana saygı duymasını bekler, istediğim saygıyı göstermeyenlerin yakasına yapışırdım. Huzur içinde yaşayıp, gösterişle ölmekten daha güzel ne olabilir! Büyüttüğüm göbeğimi, üç kat olmuş gerdanımı ve kepazece yukarıda tuttuğum burnumu görenler: “Şu kalantor herife bakın! İnsan olacaksa böyle olmalı,” derlerdi. Ne olursa olsun değerli okuyucularım, yaşadığımız şu olumsuz zamanda bu tür güzel sözleri kim duymak istemez ki?

VII
Ama bütün bunlar, güzel hayallerden başka nedir ki? Lütfen söyler misiniz, insanların çıkarlarının nerede olduğunu bilmemelerinden dolayı kötülük yaptığını ilk kez kim ortaya atmıştır? Sözgelimi, kafası aydınlanan, gerçek çıkarlarını görebilen insan, kirli işlerden uzak durarak, bir anda asil ruhlu biri olabilirmiş. Bilinçli olarak kendi çıkarlarının tersine hareket eden hiç kimse olmayacağı için kalan tek yol, iyilik yapmak olacakmış… Hey gidi çocuk; saf, temiz yürekli bebek! Dünya kurulduğundan beri insanların sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ettikleri hiç görülmüş mü? Şu halde göz göre göre, yani gerçek çıkarlarının neler olduğunu bildiği halde bunu önemsemeden, başka tehlikeli yollara atılan milyonlarca insana ne demeli? Bu insanları bu şekilde hareket etmeye iten bir tek sebep yoktu; sanki kaderin onlar için çizdiği yoldan yürümek istememiş, inatla, başkaldırarak, karanlıklar içindeki yeni, zorlu ve karışık yollara girmişlerdi. Dikkafalılık, kişisel çıkarlardan daha tatlı görünmüştür onlar için. Çıkar!.. Çıkar da neymiş? Kesin bir şekilde, insanların çıkarlarının nerede olduğunu söyleyebilir misiniz? İnsan, bazen kendisi için iyi olanı değil de kötü olanı isteyebiliyor, hatta yapmak zorunda bile kalabiliyor; ya buna ne demeli? Bu durum, öteki kuralın değerini ortadan kaldırıyor. Sizce buna imkan var mıdır? Demek gülüyorsunuz, gülün ama önce şu soruma cevap verin lütfen: İnsanların çıkarları tek tek sayılabilir mi? İçlerinde hiçbir sınıflandırmaya sokamayacaklarımız yok mudur? Bildiğim kadarıyla değerli okuyucularım, siz, insan çıkarlarını, istatistik bilgilerinden ve ekonomik formüllerden çıkarmışsınız. Size göre insan çıkarları refah, zenginlik, özgürlük ve rahatlıktan oluşur. Bütün bunlara kendi isteğiyle, açıkça sırt çeviren bir insana siz de, ben de cahil, deli adam gözüyle bakmaz mıyız? Bütün istatistikçiler ve bilginler, insanlarla ilgili birtakım hesaplar yaparken, insanların çıkarlarından birini daima gözden kaçırırlar. Hatta bu çıkarın nasıl kullanılması gerektiği üzerinde bile durmazlar; oysa tüm hesaplar ona çıkmaktadır. Ne olur sanki, bu çıkan da listemize alsak? Şu var ki, en kötü durum, bu çıkarın hiçbir sınıflandırmada, hiçbir listede bulunmamasıdır.
Benim bir dostum var baylar… Üstelik o, sadece benim değil, sizin de dostunuzdur; onunla dost olmayan yoktur zaten. Bu dost, bir işe başlamadan önce akıl, mantık kurallarına göre nasıl hareket edilmesi gerektiğini açık, güzel ve tatlı bir dille ifade eder. Bütün bunların ardından gerçek, normal bir insanın çıkarlarından heyecanlı, tutkulu bir şekilde bahsederek, aslında ne kendi çıkarlarını ne de erdemliliği anlamayan miyoplarla alay eder. Hemen ardından, bir çeyrek saat sonra, gerçekte hiçbir sebep yokken, bütün çıkarlarını hiçe sayan bir içgüdüyle bambaşka bir yol izler; yani az önce söylediklerinin tam tersini söylemeye başlar:
Aklın ve mantığın kurallarını, insanların çıkarlarını hiçe sayar. Şunu da belirteyim: “Dostum”
diyerek genel bir anlamı belirttiğim için bütün suçu ona yüklemek biraz zordur. Değerli okuyucularım, üzerinde durulması gereken en önemli konu şudur: İnsana en üstün çıkarlarından daha üstün gelen bir şey ya da (mantığın sınırları içinde kalmak için) son derece faydalı (az önce hiçbir listeye girmediğini söylediğim)
başka bir çıkar yok mudur? İnsanlar, gereğini hissedince, bu çıkar uğruna akıl, şeref, huzur, refah gibi bütün güzel ve faydalı şeylere karşı gelebilirler. Bunları, en değerli, en köklü, en yararlı olarak gördükleri bir çıkar için yaparlar.

— Demek ortada bir çıkar var yine! diye sözümü keseceksiniz. Size her şeyi anlatmama izin
verin. Laf cambazlığı değil mesele; bahsettiğim çıkar, tüm sınıflandırmalarımızı, kişilerin mutluluğu için uğraşan insan severlerin kurduğu sistemleri paramparça etmektedir. Sözün kısası, bu çıkar, her şeye engel olmaktadır. Ama sizlere bunun adını söylemeden önce, kendi aleyhime hareket edecek olsam da, birkaç söz söylemek istiyorum. Bence tüm bu sistemler, insanlığa gerçek, normal çıkarlarının ne olduğunun söylenmesi ve bu çıkarların sağlanmasıyla herkesin hemen iyi ve soylu olacağı fikri, şimdilik sadece varsayımdan ibarettir. Evet baylar, yalnızca bir varsayım… Aslına bakarsanız, insanlığın gelişmesinde kişisel çıkarlara dayanmış olan bir sistemi temel kabul etmek, Buckle’ın (2) uygarlığın insanların yumuşattığı, bu nedenle onları da daha az vahşi, savaşmaya daha az yatkın duruma getirdiğini savunmasına benzer bence. Bu şekilde bir mantık yürütülerek böyle bir sonuca ulaşılabilir. Fakat insanlar sistemlere, bazı soyut kavramlara o denli bağlıdırlar ki, sadece mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri göz göre göre değiştirmeye, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razıdırlar.
Bu, çok anlaşılabilir bir örnek olduğu için ele aldım. Şöyle bir bakın çevrenize, kan gövdeyi
götürüyor; üstelik şampanya gibi keyifli bir şekilde. İşte size, Buckle’ın da yaşadığı ondokuzuncu yüzyıl! İşte, büyük Napoleon ve bugünkü Napoleon! İşte, sonsuz Kuzey Amerika Birliği! İşte size, bir karikatüre benzeyen Schlezwig Holstein Prensliği!.. Uygarlık bizi nasıl yumuşatmış, görelim. İnsanların duygu çeşitliliğini artırmaktan başka işe yaramaz uygarlık. Duyguları çeşitlendikçe insan, kan dökmekten zevk almaya başlar hale geliyor. Buna birçok örnek gösterebiliriz; en ustalıkla işlenen cinayetlerin,  çoğu kez kültürlü, aydın insanlar tarafından yapıldığına dikkat ettiniz mi? Attila’ların, Stenka  Razin’lerin (3) ustalıkta geçemeyecekleri bu adamlar, eğer onlar kadar dikkat çekmiyorlarsa bunun tek sebebi, çok sık rastlanmalarından dolayı alışkanlık haline gelmeleridir.
Uygarlıkla beraber insanlar, daha çok kan dökmeseler de, daha kötü, daha iğrenç birer cani olmuşlardır.
Eskiden hak için kan dökülür ve bu, büyük bir rahatlıkla, iç huzuruyla yapılırdı. Zamanımızda ise, insan öldürmek suç sayıldığı halde, cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor, üstelik eskiye oranla daha da fazla. Kleopatra, (Roma tarihinden örnek verdiğim için bağışlayın beni) cariyelerinin memelerine altın iğneler batırır, onların çığlıklarından, acı içinde kıvranmalarından büyük zevk duyarmış. Şimdi siz, bunların, eski barbarlık dönemlerinde yapıldığını söyleyeceksiniz. Mecazi anlamda insanların şimdi de birbirlerini iğnelediklerini düşünerek, yaşadığımız çağın da bir barbarlık dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Barbarlık çağlarına göre günümüz insanı, daha üstün görüşlü olmakla beraber, henüz mantığın ve bilimin gereklerini yerine getirmeyi öğrenememiştir. Bunun yanında, eski ve kötü alışkanlıkları ortadan kaldırınca, öngörü ve bilimin, insanın özelliklerini tamamen değiştireceğine, doğru yollara ileteceğine inanıyorsunuz. O zaman insanların kendi istekleriyle yanlış yoldan gitmeyeceklerine ve iradelerinin, çıkarlarının tersine davranmakta onlara engel olacağına da inancınız vardır. Bunun yanında, bilimin insana birçok şey kazandıracağı, (ki bu, büyük bir lükstür) insanın aslında iradesinin ve kaprislerinin olmadığı, belki sadece bir piyano tuşu ya da bir org civatası kadar değerli olduğu inanandasınız. İnsanlar, yeryüzünde doğa kanunları olduğunu ve bütün hareketlerinin kendi kişisel istekleriyle değil de doğa kanunlarıyla meydana geldiğini anlayacaklardır. Şimdi karşımızdaki tek sorun, bu doğa kanunlarını keşfetmektir. Böylece insan, hareketlerinden sorumlu olmayacak ve hayat, onun için kolay hale gelecek. Daha sonra, insanın bütün hareketleri, matematiksel olarak yüz binlik logaritma cetvelleri haline getirilecek; bununla da kalmayıp, günümüzün ansiklopedik sözlüklerine benzer yararlı yayınlar çıkacaktır. Bu yayınların içinde her şey kesin bir şekilde hesaplanmıştır ve artık ne suç ne de macera denen şey kalmayacaktır.

İşte o zaman (bütün bunlar, sizin sözleriniz, benim değil) yeni, her şeyiyle matematiğin kesinliğiyle meydana getirilmiş bir ekonomik düzen kurulacak dünyada. Soru denen bir şey olmayacak ortada; çünkü cevaplar çok önceden hazır olacak. Sonra, sırçadan bir saray yapılacak; bunun üzerine Anka kuşu uçup gelecek. Fakat şu da var ki, (şimdi bunları ben söylüyorum) bu hayat sıkıcı değildir diye söz veremem. (Her şey matematiksel olarak hesaplanınca insana yapılacak ne kalır ki?) Bunun yanında, bir tek yanlış hareket bile görülemez; insan bu durumda can sıkıntısından neler neler uydurmaz ki? Altın iğneler de bu can sıkıntısı yüzünden batırılıyor zaten. En kötüsü, (bunu da ben söylüyorum) altın iğneleri biz de çok sevmeye başlarız. çünkü insan, inanılmaz derecede ahmak bir varlıktır. Daha doğrusu, ahmak değil de, bir eşine daha rastlanamayacak kadar nankördür. Bütün bu mantık düzeni içerisinde, bayağılığı yüzünden anlaşılan bir adam ortaya çıkıp, elini beline dayayarak, “Ne dersiniz, şu matematiksel hayatı boşverip, logaritmacıları cehenneme yollasak da biz, esl‹si gibi ahmakça, canımızın istediği şekilde yaşasak, nasıl olur?” derse, inanın bana hiç şaşırmam. O adamın böyle bağırması çok da önemli değil, önemli olan, peşinden gidecek insan yığını… İnsanın yaratılışı böyledir işte!
Bunların hepsi ne kadar küçük ve basit bir sebepten ortaya çıkıyor; insan her zaman ve her yerde, aklının ve çıkarının gösterdiği değil de, canının istediği yoldan yürümeyi sever.
Çıkarlarımızın tam tersi şeyler de isteyebiliriz, hatta bazen kesinlikle böyle olmalıdır. (Bu, benim kişisel düşüncem.) özgür, sınırlanamayan isteklerimiz, kaprislerimiz, çoğu zaman çılgınlığa kadar götüren hayallerimiz… Sınıflandırmaların hiçbirine girmeyen, bütün sistemleri ve düzenleri cehenneme yollayan, daima unutulduğu halde, çıkarlar listesinin en üstünde bulunması gereken çıkar bu işte! Bazı bilginler, insanlara doğal, erdemli isteklerin yeteceğini nereden biliyorlar? Neden bizim, mantık ve çıkar kurallarına uygun olanı istememiz gerektiğini savunurlar? İnsanlara gereken tek şey, nerede sonlanacağı bilinmeyen, hür, başıboş istektir. Bu istek denen şey de…

Yeraltından Notlar – Dostoyevski

(1) Ghe, 19. yy. tanınmış Rus ressamlarından. 30
(2) Henry Thomas Buckle: İngiliz tarihçisi, 1821-1862.
(3) Stenka Razin: Çar’a karşı isyan eden Don kazaklarının ünlü isyancısı, 1669-1671.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz