“Bazı tatil günlerinde öğleden sonraları Nevskiy’e çıkar, caddenin güneşli tarafında yürürdüm. Bunun, pek de keyifli bir yürüyüş olduğu da söylenemezdi. Küçük düşürülmekten gelen büyük acılarla kendimi yer bitirirdim; belki de asıl istediğim buydu. Kalabalığın ayakları arasında hızlıca dolaşıp, durmadan generallere, subaylara ya da hanımefendilere yol veriyordum. Görünüşümün iğrençliğini, fıldır fıldır dönen vücudumun bayağılığını düşündükçe her tarafımdan terler boşanır, kalbimin duracağını sanırdım. İnsanlardan daha zeki, daha kültürlü, daha soylu olduğum halde, onların karşısında ezilmekten, hor görülmekten,küçük düşürülmekten iğrenç bir sinek haline geldiğimi hissediyordum. Bu hissettiklerim, bana çok büyük sıkıntılar veriyor, beni kahrediyordu. Bütün bunlara rağmen, neden Nevskiy’e gidip bu işkenceye katlanıyordum, bilmiyorum. Sanki, beni oraya çeken bir kuvvet vardı.”
Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” adlı eseri üzerine
Fransız edebiyatçı Andre’ Gide, Dostoyevski’nin yazarlık hayatının zirvesine ulaştığı, onun bütün eserlerinin kilit taşı olarak gördüğü bu romanın en önemli özeliklerinden biri yazarın modern psikolojiye dair gelişmeler ve varoluşçu filozofların düşüncelerini sezmiş durumda olmasıdır. Yeraltından Notlar, Dostoyevski’nin edebiyat dilinde varoluş üzerine ifade ve imgelemini net olarak ortaya koyduğu, başta Camus olmak üzere birçok Batılı yazarı varoluşçu anlamda etkilediği bir klasiktir.
Yeraltından Notlar gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hezeyanlarını konu alır. Pek çok eleştirmen tarafından, Dostoyevski’nin Rus aydınına duyduğu öfke, Batılı olmaya karşı oluşu, fakat işlerin ancak Batılılaşma ile çözülebileceği konusundaki farkındalığı ekseninde değerlendirilmiştir. Kitabın büyük bölümünü, Dostoyevski’nin diğer yapıtlarında da görülen karakter yapıları ve kitabın kahramanının durumu üzerine (özellikle de Dostoyevski’ye has o asosyal, insanlardan korkan, tiksinen, nefret eden yeraltı adamı üzerine) anlatımları oluşturur.
Dostoyevski’nin genel olarak yazdıklarında, acıma temelli yaklaşımlar ve psikoloji iki ana yaklaşım görünümündedir.
Dostoyevski, aslında uzun bir monolog olan bu yapıtında, bize bir yanda düşkün, alçakgönüllü (bu alçakgönüllülüğü, iğrençlik bataklığına gömülüp bundan zevk almaya vardıracak kadar), öbür yanda da kibirli (kibri, hayatı mahvetmeye vardıracak kadar) hasta ruhlu, karşıt duygular içinde gidip gelen bir insanın öyküsünü anlatır.
Roman kahramanının patolojik halleriyle Dostoyevski’nin hayatı arasında bazı paralellikler vardır. Sürgün hayatı sürerken, kardeşine yazdığı mektupta şöyle diyecektir Dostoyevski: “… Mişa, bunun için kızma bana sakın, düşün ki yapayalnızım, fırlatılıp atılmış bir taş parçasıyım sanki. Otedenberi karamsar, hasta, alıngan huyluyumdur. Bütün bunları düşün ve sızlanışlarım haksız, aklıma gelenler de saçma ise bağışla beni.” Karşıt duygular içinde mekik dokuyan roman kahramanından sözederken, böylesi bir özelliğe imkan veren şeyin, Dostoyevski’nin özverisi ve boyun eğişi olduğunu belirtmeliyiz; onu eşine az rastlanır kılan da, içinde taşıdığı o olağanüstü aykırılıkların bolluğudur zaten. Bunu, Ecinniler’deki günlük’ün yazarı diliyle Dostoyevski, şöyle ifade edecektir: “Bu karşıt duyguların böyle birarada varoluşlarını açıklamaya kalkışacak değilim.” Delikanlı’da ise bu durum, “Karşıt duygulardan meydana gelen kasırga, zihnimi altüst ediyordu. Bunun tam anlamıyla bir delilik hali olduğunu sanmıyorum,” şeklinde dile getirilecektir.
Kitabın kahramanı, aşırı hınç duyduğu zaman sevgiye, aşırı sevgi duyduğu zaman da hınca çok yaklaşır. Dostoyevski’nin romanlarında bize sunduğu çift karakterlilik ise farklı bir şeydir. Bunların, oldukça sık görülen o patolojik hallerle genelde hiçbir ilgisi yoktur ya da çok az ilgisi vardır. Bu gibi hallerde, öz benliğin üzerine yerleşen ikinci kişilik, zaman zaman onun yerini alır. İki ayrı kişilik, aynı bedende iki ayrı konuk vardır karşımızda. Bunlar, yerlerini peşpeşe birbirlerine bırakırlar; birbirlerinden habersiz sırayla ortaya çıkarlar. Asıl şaşırtıcı olan, tüm bunların aynı zamanda oluşu; herkesin kendine ait birbirini tutmaz davranışlarının ve ikili benliğinin farkında bulunuşudur.
Dostoyevski’nin, bu romanında olduğu gibi diğer romanlarında da bir düşüncesini açıkladıktan sonra, bunun tersini savunduğu, sık sık görülür.
Düşünceleri mutlak değildir Dostoyevski’nin; hemen hemen bunları açıklayan kişilerle ilintili kalırlar. Olaylar, birbirlerine karışıp düğümlenirler; ahlaksal, psikolojik ve dış unsurların birbiri içinde kaybolup yeniden buluştukları girdaplardır bunlar. Hiçbir yalınlaştırma, çizgide hiçbir arıtma görmeyiz onda. Karmaşıklıktan hoşlanır, onu korur. Duygular, düşünceler, tutkular an halde ortaya çıkmazlar…
Dostoyevski’nin kendisini bulmaya başladığının ilk kanıtı olan kitap olarak görülmektedir. Suç ve Ceza’daki karakter tahlilinin nereden geldiğini burada anlayabilirsiniz. Bir siyasî görüş olarak asla değerlendirilmemelidir. Tamamen insanın beyninin içindeki öz düşünceleri anlatmaktadır Dostoyevski bu kitabında. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” ve ” Karamazov kardeşler ” kitabı ile birlikte muhakkak okunması gereken kitabıdır.
Yeraltından Notlar, bu bağlamda bir benlik çözümlemesidir. Dostoyevski, bu eserinde de kendini ve kendi gibi hafakanlar içinde boğuşan ruhların öyküsünü kaleme alıyor.
Bu notlar ve yazarı tümüyle bir hayal ürünüdür. Bununla birlikte, etrafımıza şöyle bir baktığımızda, bu notların yazarı gibi olanların aramızda yaşamasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda gerekli olduğunu kabul ederiz. Ben, yalnızca yakın bir geçmişin sıkça rastlanılan tiplerinden birini okuyucularıma tanıtmak istedim. Bu tip, hala yaşamakta olan bir kuşağın temsilcisidir. “Yeraltı” adını taşıyan bu bölümde, bu kişi kendisini ve düşüncelerini anlatırken, toplumumuzda neden bulunduğunu, bulunmasının niçin kaçınılmaz olduğunu sanki açıklamak ister gibidir, ikinci bölüm ise bu kişinin yaşamındaki bazı olayları anlatan gerçek anılardır.