Dostoyevski: “Mistik bir insan değilimdir. Batıl inançlarım yoktur. Fala inanmam…”

244

Ezilmiş ve AşağılanmışlarGeçen yılın 22 Mart akşamı garip bir olay geçti başımdan. Bütün gün dolaşmış, kendime bir daire aramıştım. Oturduğum yer pek rutubetliydi, bu yüzden kötü kütü öksürmeye başlamıştım. Daha sonbaharda koymuştum aklıma oradan çıkmayı, ama ilkbahara kadar oyalanmıştım.
Sabahtan beri dolaşmıştım ama istediğim gibi bir yer bulamamıştım. Tek oda bile olsa, ayrı bir daire olsun istiyordum Sonra, geniş elbette kirası da az olmalıydı. Dar yerde kişinin düşüncelerinin de daraldığım anlamıştım. Yazacağım öyküleri düşünürken odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşmayı severim. Sırası gelmişken söyleyeyim: Öykülerimi yaşmaklan çok, onlar üzerinde düşünmek, hayal kurmak hoşuma gitmiştir her zaman. Doğrusu, tembelliğimden değildir bu. Peki ama nedendir öyleyse?

Sabahtan beri iyi hissetmiyordum kendimi. Akşamüzeri ise oldukça fenalaşmıştım, titriyordum Üstelik, bütün gün ayaktaydım, yorulmuştum. Hava kararmaya başladığında Voznesenski Caddesinden geçiyordum. Petersburg’un narlı güneşine, özellikle gurubuna kuşkusuz açık, dondurucu soğuk akşamlara bayılırım. Her yanı kızıl bir ışık kaplar birden. Evler alev alev yanmaya başlar sanki. Boz, kirli yeşil renklerinin kasvetli görünümü bir anda kaybolur, insanın içi aydınlanır sanki. Ürperirsin ya da biri dirseğiyle dürtmüş gibi irkilirsin. Yepyeni duygular doldurur içini… Bir güneş ısınının insanın ruhunda yaratabileceği değişiklik öyle büyüktür ki!..

Gelgeldim, çok geçmeden yok olmuştu bu güneş ışını. Dondurucu soğuk burnumun ucunu sulatıyordu. Hava iyice kararmıştı Dükkanların pencerelerinden gaz lambalarının ölgün ışığı sızıyordu Millerin pastanesinin bulunduğu yana bakıyordum içimde. olağanüstü bir şey olacakmış gibi bir duygu vardı. Tam o anda karşı kaldırımda yanında köpeğiyle yaşlı bir adam ilişti gözüme. Anlayamadığım, tuhaf bir duygunun yüreğimi hızlı hızlı çarptırmaya başladığını bugünmüş gibi anımsıyorum.

Mistik bir insan değilimdir. Batıl inançlarım yoktur. Fala inanmam. Bununla birlikle, herkes gibi benim başımdan da garip birkaç olay geçmiştir. Sözgelimi, bu ihtiyarı alalım: Onunla karşılaştığımda o aksam tuhaf bir şeyin olacağı niçin doğmuştu içime? . Üstelik hastaydım da. İnsan hastayken duyguları genellikle yanıltıcı olur.

Yaşlı adam bitkin adımlarla, bacaklarını hiç bükmeden, değnek gibi um atıyordu iki büklüm, elindeki bastonunu yere hafifçe vurarak pastaneye doğru yavaş yavaş vuruyordu. Ömrümde böylesine garip biçimli bir insan görmemiştim. Daha önceleri de Miller’in pastanesinde onunla her karşılaşmamda tuhaf bir duyguya kapılırdım. Uzun boyu, kambur sırtı, seksenlik ölgün yüzü. lime lime paltosu; ancak ense kısmında aktan çok sarı beyaz bir tutam saç kalan çıplak basındaki, kullanılacak yeri kalmamış, yirmi yıllık, yuvarlak kenarlı şapkası; sanki düşünülmeden yapılan, kurumuş bir zemberek yardımıyla sürdürülüyormuşa benzeyen hareketleri… Bütün bunlar ilk bakışta şaşırtıyordu insanı. Doğrusu, yası böylesine geçkin bir ihtivan yapayalnız, yardımcısız görmek pek tuhaftı. Üstelik, bakıcılarından kaçmış bir deliyi de andırmıyor değildi hani. Aşırı sıskalığı da garibime gidiyordu: Beden diye bir şey yoktu onda sanki, iskeletinin üzerine yalnızca bir deri yapıştırılmış gibiydi.. Çevresi mosmor, iri, ama fersiz gözleri hiçbir şey görmüyordu ama bunu kesinlikle biliyorum hep karsıya bakardı. Yüzünüze baka baka önünde kimse yokmuş gibi üzerinize üzerinize yürürdü. Birkaç kez tanık oldum buna. Miller’in pastanesinde son zamanlarda gözükmeye başlamıştı. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Köpeği hep yanındaydı. Pastane müşterilerinden konuşan yoktu onunla. Zaten o da konulmuyordu kimseyle. Kaldırımda durmuş, meraklı gözlerle onu izliyordum, “Niçin Miller’in pastanesine dadandı bu adam? diye düşünüyordum. Ne işi olabilir orada?” Hastalığımın, yorgunluğumun sonucu, anlaşılmaz bir can sıkıntısı sarmıştı içimi. Kendi kendime sormayı sürdürüyordum: “Niyeti ne acaba? Ne düşünüyor? Bakalım düşünüyor mu hem? Yüzü bir şey anlatmaktan çok uzak.. Öylesine ölgün ki! Ondan bir parçaymış gibi yanından hiç ayırmadığı o köpeği de nereden bulmuş? Ne çok benziyorlar birbirine!.’

Zavallı köpek de seksen yaşında olmalıydı. Evet evet, kesinlikle o da seksen yaşındaydı. Bir kere, bir köpeğin gösteremiyecegi kadar yaşlı gösteriyordu. Sonra niçin onu ilk gördüğüm an, bu köpeğin öteki köpeklere benzemeyen, olağanüstü bir köpek olduğunu geçirmiştim aklımdan? Yüzde yüz büyülü, esrarlı bir yanı vardı? Belki de köpek kılığında bir Mefisto olduğunu, kaderinin birtakım bilinmez, gizli bağlarla sahibinin kaderine bağlandığını düşünmüştüm?.. Onu görseniz, son kez yirmi yıl önce birşeyler yemiş olabileceğini siz de düşünürdünüz. Sahibi gibi bir deri bir kemikti. Hemen hiç tüyü kalmamıştı üzerinde. Arkasında bir sopa gibi sarkan, hep bacaklarının arasına sıkıştırdığı kuyruğu da çıplaktı. Koca kulaklı basını hiç kaldırmaz, dalgın dalgın önüne bakardı. Ömrümde onun kadar iğrenç bir köpek görmedim. Adam önde, köpek arkada yürürlerdi. Hayvanın bumu, yapışık gibi sahibinin paltosunun eteğinden ayrılmazdı Yürüyüşleri de, görünümleri de her adımda şöyle söylerdi sanki:

“Yaşlıyız Tanrım, yaşlıyız, öyle yaşlıyız ki!”

Dostoyevski
Ezilmiş ve Aşağılanmışlar*

Orhan Pamuk’un iletişim yayınevi için yazdığı önsöz:

Dostoyevski’nin duygusal bir melodram ile kendi kişisel hikâyesini birleştirdiği ilk büyük romanı.Ezilmiş ve Aşağılanmışlar`ı diğer melodramatik-duygusal-tefrika romanlardan bambaşka bir yere yerleştiren şey, anlatıcı kahramanı Vanya`nın Dostoyevski`nin kendisine çok benzeyen bir romancı olmasıdır. Dostoyevski kendi gençliğinden çıkardığı pek çok ayrıntıyı zekice ve anlayışlı bir dil ile başkahramanı Vanya`nın hayatına döker. Tıpkı Dostoyevski`nin başına geldiği gibi, günün ünlü eleştirmeni Belinski, İvan Petroviç`in ilk romanını coşkuyla över. Bu romanın içeriği Dostoyevski`nin ilk romanı Zavallılar`a benzer. Bu övgüler üzerine aklı başından giden genç yazarın kitapta içtenlikle anlatılan mutluluğu da Dostoyevski`nin gençliğindeki mutluluğuna benzer diye düşünür okur. Bu noktada nerede yazarın kendi hayat hikâyesinin bitip nerede hayalgücünün başladığını çıkaramamak okuru daha da kışkırtacaktır.
Orhan Pamuk
Dostoyevski’nin duygusal bir melodram ile kendi kişisel hikâyesini birleştirdiği ilk büyük romanı.Ezilmiş ve Aşağılanmışlar`ı diğer melodramatik-duygusal-tefrika romanlardan bambaşka bir yere yerleştiren şey, anlatıcı kahramanı Vanya`nın Dostoyevski`nin kendisine çok benzeyen bir romancı olmasıdır. Dostoyevski kendi gençliğinden çıkardığı pek çok ayrıntıyı zekice ve anlayışlı bir dil ile başkahramanı Vanya`nın hayatına döker. Tıpkı Dostoyevski`nin başına geldiği gibi, günün ünlü eleştirmeni Belinski, İvan Petroviç`in ilk romanını coşkuyla över. Bu romanın içeriği Dostoyevski`nin ilk romanı Zavallılar`a benzer. Bu övgüler üzerine aklı başından giden genç yazarın kitapta içtenlikle anlatılan mutluluğu da Dostoyevski`nin gençliğindeki mutluluğuna benzer diye düşünür okur. Bu noktada nerede yazarın kendi hayat hikâyesinin bitip nerede hayalgücünün başladığını çıkaramamak okuru daha da kışkırtacaktır.



*1861 yılında ilk baskısı yapılan roman. Dostoyevski’nin en başarılı eserlerinden biri olan Dostoyevski Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’da , yazar diğer romanlarında da yaptığı gibi ruh çözümlemelerine sıkça yer vermiş, okurun karakterlerin psikolojisine bürünmesini sağlamıştır. Roman, toplumda hep aşağılanan ve hor görülen insanların, nüfuzlu kimselerin bencilce hesapları arasında ezilişini ve sarsılışını işler. Dostoyevski, seçtiği sıradan ama olağanüstü yaşantıları ile bizi şaşırtan karakterleri ile okuru ürpertiyle karışık bir merağın içinde bırakmıştır. Yazar ustaca kurgusu, okuyucuyu sıkmayan anlatımı ile “Dostoyevski Ezilmiş ve Aşağılanmışlar”ı en başarılı romanlarından biri olarak edebiyat dünyasına kazandırmıştır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz