Çok tedirgindi prens. Merdivenleri çıkarken kendini cesaretlendirmeye çalışıyordu: “En fazla, kabul etmezler beni,” diye geçiriyordu içinden, “Kötü bir şeyler düşünürler benimle ilgili veya kabul edip yüzüme bakarak alay ederler… Eh, umurumda değil!” Gerçekten de bu o kadar korkutmuyordu onu şimdi. Ne var ki “içeride ne yapacağı, oraya neden geldiği” sorularına içini rahatlatacak bir cevap bulamıyordu. Bir fırsatını bulur da Nastasya Filippovna’ya “O adamla evlenmeyin, kendinizi mahvetmeyin, sizi sevmiyor, paranızı seviyor, kendisi söyledi bunu bana, Aglaya Yepançina’dan da duydum aynı şeyi, buraya size bunu söylemek için geldim,” diyebilirse… bunun bile her açıdan doğru bir şey olacağından kuşkusu vardı. Bundan başka çözemediği bir sorun daha vardı. Bu öylesine büyük bir sorundu ki, onu düşünmekten bile korkuyordu. Hatta onu sözcüklere dökmeye cesaret edemiyor, aklına geldikçe kıpkırmızı oluyor, titremeye başlıyordu. Ama bütün endişesine, kuşkularına karşın, yine de girmişti kapıdan ve Nastasya Filippovna’yı sormuştu.
Nastasya Filippovna büyük sayılamayacak, ama gerçekten son derece güzel döşenmiş bir dairede oturuyordu. Bu beş yıllık Petersburg yaşamının başları, Afanasiy İvanoviç’in onun için parayı acımadan bol bol harcadığı bir zaman dilimi olmuştu. O zamanlar onun aşkını kazanabileceğine dair hâlâ bir umudu vardı Afanasiy İvanoviç’in. Bu yüzden de, insanın lükse çok kolay alıştığını, ama zamanla edindiği ve yavaş yavaş bir gereksinim olan bu alışkanlığı sonra çok zor bıraktığını bildiği için Nastasya Filippovna’yı lükse ve konfora alıştırmayı düşün-müştü. Bu olayda Totskiy eski güzel geleneklere sadık kalmış, duygularının yenilmez gücüne duyduğu sınırsız saygıyla bu geleneklerin hiçbirini değiştirmemişti. Nastasya Filippovna kendisine sunulan bu lüksü geri çevirmemiş, hatta sevmişti. Ama (çok tuhaftır) onsuz her zaman yapabilecekmiş gibi, hiçbir zaman esiri olmamıştı lüksün. Hatta birkaç kez bunu açıklayarak Totskiy’i hiç hoş olmayacak biçimde şaşırtmıştı. Bununla birlikte Nastasya Filippovna’nın yaptıkları arasında (sonraları Afanasiy İvanoviç’i neredeyse aşağılanmış kadar şaşırtan) hoş olmayan bir sürü şey daha vardı. Onun kendisine yakın olmalarına ara sıra izin verdiği veya kendisinin yakın olmaya çalıştığı birçok insanın çirkin davranışları bir yana, Nastasya Filippovna’da garip birtakım eğilimler de dikkati çekiyordu: İki ayrı zevkin bir araya gelmesi, dürüst ve iyi yetişmiş bir insanda bulunması, belki de yadırganacak tuhaf birtakım şeylerle ilgilenmek ve yetinmek yeteneği gibi… Gerçekten de Nastasya Filippovna birden hoş ve sevimli bir bilgisizlikle, sözgelimi köylü kadınların onun giydiği gibi patiska iç çamaşırı giyemeyeceklerini söyleyecek olsa, Afanasiy İvanoviç buna pek sevinirdi herhalde. Bu konularda bilgili olan Totskiy’in isteğiyle Nastasya Filippovna’ya uygulanan eğitim programının sonucu başlangıçtan beri böyle tuhaf sonuçlara yol açmıştı maalesef! Yine de o eğitimden bir şeyler kalmıştı Nastasya Filippovna’da. Öyle ki olağanüstü, çekici orijinalliğiyle kimi zaman Afanasiy İvanoviç’i bile şaşırttığı oluyordu.
Prensi hizmetçi bir kız karşıladı (Nastasya Filippovna her zaman kadın hizmetçi kullanırdı) ve prens ona kendisinin geldiğini Nastasya Filippovna’ya haber vermesini söylediğinde kızın onu son derece sakin dinlemesine pek şaştı. Ne çamurlu çizmeleri, ne geniş kenarlı şapkası, ne kolsuz yağmurluğu, ne de çekingen duruşu en küçük bir kararsızlığa düşürmüştü kızı. Hizmetçi kız prensin yağmurluğunu aldı, bekleme odasında beklemesini söyleyip, geldiğini haber vermek için hemen içeri gitti.
Nastasya Filippovna’nın konukları her zamanki dostlarıydı. Geçmiş yıllardaki bu tür toplantılara oranla daha az kalabalık olduğu da söylenebilirdi. En önemli konuklar olarak önce Afanasiy İvanoviç Totskiy ile İvan Fyodoroviç Yepançin vardı. İkisi de pek cana yakındı, ama Gavrila ile ilgili yapılacak açıklamanın pek saklayamadıkları beklentisiyle içten içe huzursuzdular. Anlaşılacağı üzere, onların dışında Gavrila vardı. O da somurtkan ve çok dalgındı, hatta hiç “cana yakın” da değildi. Uzak bir köşede dikiliyor, hiç konuşmuyordu. Varvara’yı getirmemişti. Zaten Nastasya Filippovna da neden gelmediğini sormamıştı. Yalnızca selamlaşmış, sonra da gündüz prensle arasında geçen olayı hatırlatmıştı. Olaydan haberi olmayan general konuyla ilgilenince Gavrila o gün olan her şeyi, olaydan sonra prensten özür dilemek için odasına gittiğini soğuk, ölçülü, ama oldukça açıkyüreklilikle anlattı. Bu arada heyecanla, prense birilerinin tuhaf bir biçimde neden budala dediğini anlayamadığını, kendisinin hiç de öyle düşünmediğini, prensin çok aklı başında biri olduğuna inandığını söyledi. Nastasya Filippovna onun prensle ilgili söylediklerini büyük bir dikkatle dinliyor, Gavrila’yı merakla izliyordu. Hemen arkasından konu sabahki olaya öylesine çok katkıda bulunan Rogojin’e geldi. Afanasiy İvanoviç ile İvan Fyodoroviç aynı büyük ilgiyi Rogojin üzerine anlatılanlara da gösterdiler. Rogojin’le ilgili en doğru bilginin akşam saat dokuza kadar onunla koşturup duran Ptitsın’da olduğu anlaşılmıştı. Rogojin ondan ısrarla akşama dek yüz bin ruble bulmasını istiyormuş. Şöyle anlatıyordu Ptitsın: “Sarhoştu… ama yüz bin ruble, bu kadar parayı bulmak her ne kadar kolay olmasa da, sanırım bulacaklar, ama bugün mü, yarın mı, orasını bilmiyorum. Birçok kişi bunun için çalışıyor: Kinder, Trepalov, Biskup… Faizi ne olursa olsun önemli değilmiş, öyle diyor… elbette sarhoş olduğu için… Bir de ilk anlık sevincinden…” Sözlerini böyle bitirmişti Ptitsın. Bütün bu haberleri herkes ilgiyle, biraz da can sıkıntısıyla dinlemişti. Nastasya Filippovna, düşüncelerini açıklamak istemiyor gibi sessizce dinliyordu. Gavrila da öyle. En çok heyecanlanan General Yepançin’di: Daha sabahtan hazırladığı inci kolye aşırı soğuk bir nezaketle, hatta pek değişik bir gülümsemeyle kabul edilmişti. Konuklar arasında yalnızca Ferdışçenko pek neşeli, keyifliydi ve arada bir (topluluğun soytarısı görevini üstlendiği için olacak) neye olduğu bilinmeyen şen kahkahalar atıyordu. İnce, zarif bir söz ustası olarak isim yapmış olan, önceleri bu çeşit toplantılarda genellikle sohbeti yöneten Afanasiy İvanoviç’in bu akşam keyifsiz, hatta her zamankinin aksine, sanki kafasının karışık olduğu belliydi. Pek kalabalık olmayan öteki konuklar (Tanrı bilir neden çağrılmış pek zavallı, ihtiyar bir öğretmen; son derece ürkek, söze hiç karışmayan, kimsenin tanımadığı bir genç; aktrislerden, kırk yaşlarında delidolu bir kadın ve olağanüstü hoş, olağanüstü güzel, çok şık giyimli, son derece sessiz, genç bir kadın) konuşmalara katılmadıkları gibi, bazen neden söz edildiğini bile anlayamıyor gibiydi.
Böylece prens tam zamanında gelmiş gibi oldu. Hizmetçi kız geldiğini bildirdiğinde herkes şaşırmış, özellikle Nastasya Filippovna’nın şaşkınlık okunan yüzünden onu davet etmeyi aklından bile geçirmediği anlaşılınca da birkaç kişi anlamlı anlamlı gülümsemişti. Ama Nastasya Filippovna ilk şaşkınlığı geçtikten sonra karşısında birden onu gördüğüne öylesine sevinmişti ki, konukların büyük çoğunluğu beklenmeyen bu konuğu neşeyle, gülümseyerek karşılamaya hazırlanmıştı.
İvan Fyodoroviç Yepançin şöyle dedi:
— Tutalım ki saflığından oldu bu, ama bu tür olayların desteklenmesi tehlikelidir. Ne var ki şu anda böylesine değişik bir biçimde buraya gelmesi hiç de fena olmadı: Onu tanıdığım kadarıyla bizi neşelendirebileceğini dahi düşünüyorum.
Hemen Ferdışçenko girdi araya:
— Üstelik kendi kendine de geldi!
General soğuk bir tavırla (hiç sevmezdi Ferdışçenko’yu) kesti sözünü:
— Bundan ne çıkar?
Ferdışçenko açıkladı:
— İçeri alınmasının karşılığını ödemesi gerekir…
Ferdışçenko ile aynı ortamda, eşit koşullarda bulunmayı uzun süredir içine sindiremeyen general sabredemedi,
— Ama o Prens Mışkin’dir, bir Ferdışçenko değil, dedi.
Ferdışçenko gülümseyerek karşılık verdi:
— Hey general, acıyın bu Ferdışçenko’ya. Hem özel haklarım vardır benim.
— Ne gibi özel haklarınız varmış?
— Geçen sefer herkese ayrıntılarıyla anlatmıştım… Saygıdeğer ekselansları için bir kez daha anlatayım. Bildiğiniz gibi efendim, herkesin bir nükte yeteneği vardır, ama öyle bir yetenek bende yok. Buna karşılık ben de gerçekleri söylemek hakkını kazandım, bilindiği gibi, gerçeği yalnızca nükte yeteneği olmayanlar dile getirir. Ayrıca nükte yeteneğim olmadığı için çok kindarımdır da. Her türlü hakareti uysallıkla kabullenirim, ama bana hakaret edenin en küçük başarısızlığına kadar… Onun ilk başarısızlığında hemen hatırlarım bana yaptığı hakareti ve intikamımı bir türlü alırım; benden söz ederken İvan Petroviç Ptitsın’ın söylediği gibi “tekmeyi atarım”. Oysa kendisi hiç kimseye tekme atmamıştır… Krılov’un “Aslan ile Eşek” fablını biliyor musunuz ekselansları? Sizinle ben tıpkı öyleyiz işte. Sanki bizim için yazmış bu fablı Krılov.
General öfkelenmişti.
— Yine saçmalamaya başladınız Ferdışçenko, dedi.
— Ne oldu ki ekselansları? dedi Ferdışçenko (Sözü daha da uzatabileceğini düşünüyordu). Telaşlanmayın ekselansları, haddimi bilirim ben: İkimizin Krılov’un fablındaki aslanla eşek olduğumuzu söylediysem, elbette eşek rolünü ben kendi üzerime alıyorum, siz ekselansları da Krılov’un fablında anlattığı gibi, aslan oluyorsunuz:
Güçlü aslan, ormanların kralı,
Kocamış, güçten düşmüştü.
Bense eşeğim, ekselansları.
General bir şey düşünmeden,
— Bu son söylediğinize katılıyorum, dedi.
Generalin ağzından kaçırdığı bu kaba ve kasıtlı söz, Ferdışçenko’nun bir soytarı olduğu herkesçe kabul edildiğinden pek yadırganmamıştı kuşkusuz.
Sesini yükseltti Ferdışçenko:
— Beni de bunun için alıyorlar böyle yerlere zaten. Böyle şeyler söyleyeyim diye. Yoksa böyle yerlere kabul edilecek biri miyim ben? Biliyorum bunu. Beni, Ferdışçenko’yu Afanasiy İvanoviç gibi bir centilmenle yan yana oturtmak olur mu hiç? İster istemez bir tek açıklaması kalıyor bunun: İkimizi bir arada düşünmek olanaksız olduğu için yapıyorlar bunu…
Ferdışçenko’nun sözleri kaba olmakla birlikte iğneleyiciydi de, hatta bazen çok iğneleyiciydi. Nastasya Filippovna’nın hoşlandığı da galiba buydu. Onun evine konuk olmak isteyenler Ferdışçenko’nun varlığına katlanmak zorundaydı. Ferdışçenko, orada bulunmasının Totskiy’e baştan beri dayanılmaz geldiği için davetli olduğunu düşünmekte belki de haklıydı. Gavrila’ya da çok çektiriyordu. Bu açıdan Nastasya Filippovna için epey yararlıydı.
Ferdışçenko ne diyeceğini anlamak istiyormuş gibi Nastasya Filippovna’nın yüzüne bakarak,
— Prens gelir gelmez moda bir romans söyleyecektir bize, dedi.
Nastasya Filippovna soğuk bir tavırla,
— Sanmıyorum Ferdışçenko, dedi, heyecanlanmayın lütfen.
— A-a! Kendileri özel korumanız altındaysa, ben de susuyorum…
Ama onun sözünü bitirmesini beklemeden kalktı yerinden Nastasya Filippovna, prensi karşılamak için yürüdü. Prensle karşılaşınca,
— Bugün o telaş arasında sizi davet etmeyi unutmuşum prens, dedi, çok üzgünüm. Ama bu kararlılığınızdan ötürü size teşekkür etmek, takdirlerimi sunmak fırsatını bana verdiğiniz için de çok mutluyum.
Konuşurken prensin buraya gelişinin nedenini anlamaya çalışıyormuş gibi onun gözlerinin içine bakıyordu.
Prens Nastasya Filippovna’nın bu hoş sözlerine belki bir karşılık verirdi, ama gözleri öylesine kamaşmıştı, öylesine şaşkın bir durumdaydı ki, ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Nastasya Filippovna da bunu fark etti ve bu durum pek hoşuna gitti. Nastasya Filippovna o akşam üzerindeki kıyafetle göz kamaştırıyor, çevresinde olağanüstü bir etki yaratıyordu. Elinden tutup konuklarının yanına götürdü prensi. Tam konuk salonunun kapısında birden durdu prens, büyük bir heyecan içinde aceleyle fısıldadı Nastasya Filippovna’ya.
— Kusursuz bir insansınız… zayıflığınız, yüzünüzün solukluğu bile… Başka türlü düşünmek gelmiyor sizi insanın içinden… Buraya gelmeyi çok istedim… ben… özür dilerim…
Gülümsedi Nastasya Filippovna.
— Özür dilemeyin. Böyle çıkagelmenizin ilginçliği, orijinalliği kaybolur sonra. Anlaşılan, çok tuhaf biri olduğunuzu söyleyenler haklıymış. Demek beni kusursuz buluyorsunuz, ha?
— Evet.
— Pek yerinde tahminleriniz var, ama bu kez yanıldınız. Bu akşam hatırlatacağım bunu size…
Nastasya Filippovna konuklarına tanıttı prensi. Konukların yarısından fazlası zaten tanıyordu onu. Totskiy hemen hoş bir şeyler söyledi ona. Sanki herkes biraz canlanmış, hep birden konuşmaya, gülüşmeye başlamıştı. Nastasya Filippovna hemen yanına oturttu prensi.
Ferdışçenko’nun sesi herkesinkinden yüksek çıktı:
— Peki ama, prensin buraya gelmesinde ne gibi bir gariplik var? Onun açısından son derece anlaşılır bir şey bu!
Söze pek karışmayan Gavrila birden destekledi onu,
— Onun açısından son derece anlaşılır bir şey. İvan Fyodoroviç’in masasında Nastasya Filippovna’nın resmini gördüğünden bu yana bütün gün inceledim prensi. Çok iyi hatırlıyorum, sabahleyin “acaba mı?” diye düşündüğüm şeyden ve prensin bana bir ara itiraf ettiği şeyden şimdi kuşkum yok.
Gavrila çok ciddiydi; sözcüklerinde en küçük bir şaka belirtisi yoktu, hatta yadırganacak derecede ciddiydi.
Kıpkırmızı kesilen prens,
— Herhangi bir itirafta bulunmadım ben size, dedi. Yalnızca sorunuza cevap verdim.
— Bravo, bravo! diye haykırdı Ferdışçenko. En azından içtenlikle söylüyor; hem kurnazca, hem de içtenlikle!
Herkes kahkahalarla gülmeye başladı.
Ptitsın nefretle çıkıştı ona:
— Bağırmayın Ferdışçenko!
İvan Fyodoroviç,
— Sizden böyle bir cesaret beklemiyordum prens, dedi. Kimlere yakışır bu, biliyor musunuz? Bense sizi bir filozof sanmıştım! Ah siz mülayimler!
O ana kadar ağzından tek sözcük çıkmayan, bir şeyler söyleyeceğini de kimsenin beklemediği, dişleri dökük, yetmişlik emekli öğretmen, beklenmedik bir biçimde konuşmaya ya da daha doğrusu homurdanmaya başladı:
— Prensin masum bir şaka karşısında bile tertemiz bir genç kız gibi kızardığına bakılırsa, bence dürüst bir genç olarak onun kalbinde son derece soylu, övülesi duygular yer etmiştir.
Herkes daha çok gülmeye başlamıştı. Onun nüktesine güldüklerini sandığı için olacak, ihtiyarcık herkesin yüzüne bakıyor, (arada sert sert öksürerek) kendi daha yüksek sesle gülüyordu. Öyle ki bu çeşit orijinal, hatta tuhaf ihtiyarları nedense pek seven Nastasya Filippovna hemen okşamaya, öpmeye başladı onu ve ona bir çay daha getirmelerini söyledi.
Çayı getiren hizmetçiden şalını istedi, sıkıca sarındı şalına, şömineye daha odun atmalarını söyledi. Saatin kaç olduğu sorusuna hizmetçi kız on buçuk olduğu karşılığını verdi.
Birden sordu Nastasya Filippovna:
— Baylar, şampanya ister misiniz? Hazırlatmıştım. Belki daha bir neşelenirsiniz. Çekinmeyin, resmiyeti bırakın lütfen…
Nastasya Filippovna’nın konuklara (hem de böylesine içten bir tavırla) içki teklif etmesi çok tuhaftı. Önceki davetlerinde onun olağanüstü resmi olduğunu herkes biliyordu. Ne var ki toplantı her zamankinden daha neşeli geçiyordu. İçki teklifini kimse geri çevirmedi. En başta da general, sonra pek hareketli kadın, ihtiyarcık, Ferdışçenko, onların arkasından da herkes. Oluşan yeni havaya uyum sağlamak, bu havaya küçük bir şakayla elinden geldiğince katkıda bulunmak umuduyla Totskiy de bir kadeh almıştı. Yalnızca Gavrila içmiyordu. Nastasya Filippovna’nın (o da şarap içiyordu ve bu akşam üç kadehten fazla içmeyeceğini söylüyordu) ansızın susan, hüzünlü bir dalgınlıkla kesilen, tuhaf, isterik ve nedensiz kahkahalarından da, bazen pek keskin ve hızlı çıkışlarından da bir şey anlaşılamıyordu. Kimileri sinir krizi geçirdiğini düşünüyordu. Bir süre sonra onun bir şey beklediğini, sık sık saate baktığını, giderek daha sabırsız ve dalgın olduğunu fark etmişlerdi.
Hareketli kadın,
— Sanki küçük bir nöbet geçiriyorsunuz? dedi.
— Küçük değil, büyük, diye karşılık verdi Nastasya Filippovna. Şalıma da onun için sarındım.
Gerçekten de yüzü bembeyaz olmuştu, zaman zaman titremesine engel olmaya çalışıyordu.
Salonda herkes telaşlanmış, kıpırdanmaya başlamıştı.
Totskiy, İvan Fyodoroviç’e bakıp,
— Hanımefendiyi artık rahatsız etmesek iyi olmaz mıydı? dedi.
Nastasya Filippovna birden ısrarcı ve anlamlı bir tavırla yükseltti sesini:
— Kesinlikle olmaz baylar! Çok rica ediyorum, oturun. Burada bulunmanız bu akşam özellikle gerekli benim için.
Hemen bütün konuklar bu toplantının verilecek çok önemli bir karar için düzenlendiğini bildiğinden, Nastasya Filippovna’nın bu son söylediği olağanüstü etkili olmuştu. Generalle Totskiy bir kez daha bakıştı, Gavrila huzursuzca şöyle bir kıpırdadı olduğu yerde.
Hareketli kadın,
— Küçük bir oyun oynayalım mı? dedi.
Ferdışçenko atıldı:
— Yeni, harika bir oyun biliyorum… En azından dünyada bir kez oynanmış ve başarısız olmuş bir oyun…
Hareketli kadın sordu:
— Nasıl bir oyun bu?
— Bir gün arkadaşlarla toplanmıştık. Evet, içmiştik de kuşkusuz… Biri ansızın bir öneri attı ortaya: Sırayla herkes, masadan kalkmadan, hayatında kötü davranışlarının en kötüsü olduğunu düşündüğü bir davranışını yüksek sesle, içtenlikle anlatacaktı. Ama içtenlikle, önemli olan içtenlikle anlatmasıydı, yalan söylemeyecekti!
— Garip bir düşünce, dedi general.
— Evet ekselansları, garip olduğu kadar da güzel.
— Komik bir düşünce, dedi Totskiy, ama anlaşılır da: Bir çeşit övünme…
— Belki amaç da buydu Afanasiy İvanoviç.
Hareketli kadın araya girdi:
— Böyle oyunlarda gülecek yerde ağlarsınız.
Ptitsın,
— Olmayacak, anlamsız bir şey, dedi.
— Sonuç başarılı oldu mu? diye sordu Nastasya Filippovna.
— Olmasına olmadı, iğrenç bir sonuç çıktı ortaya. Herkes bir şeyler anlattı elbette, çoğunun anlattığı da gerçekti, ama düşünün ki, bazıları bundan haz bile duyarak anlattı; sonundaysa hepsi utandı, oyunu sürdüremediler! Ama genellikle neşeliydik, yani değişik bir neşeydi bizimki…
Nastasya Filippovna birden heyecanlandı.
— Evet, gerçekten hoş bir oyun!.. Biz de bir deneyelim baylar! Nasıl olsa neşemiz pek yerinde değil. Herkes bir şey anlatmayı kabul ediyorsa… öyle bir şey yani… yani isterse kuşkusuz, herkesin kendi isteğine bağlı, öyle değil mi? Belki biz sonuna kadar sürdürebiliriz oyunu! En azından çok orijinal bir oyun…
— Harika bir fikir! diye haykırdı Ferdışçenko. Ama hanımları ayrı tutalım, önce erkekler başlasın. O zaman yaptığımız gibi, sırayı kura ile belirleyeceğiz! Evet, kesinlikle öyle yapacağız, kesinlikle! Anlatmak istemeyen doğal olarak, anlatmayacak, ama bu çok sevimsiz kaçacaktır kuşkusuz. İsimlerinizi birer kâğıda yazıp verin baylar. Onları şuraya, şapkanın içine atalım. Çekilişi prens yapacak. Oyun çok basit, hayatımızda yaptığımız en kötü şeyi anlatacağız. Çok kolay bir oyun bu baylar! Göreceksiniz!.. İçinizden biri unutacak olursa, ben hemen anlatırım nasıl olacağını!
Bu fikir hiç kimsenin hoşuna gitmemişti. Bazıları yüzünü ekşitmişti, bazıları kurnaz kurnaz gülümsüyordu. İtiraz edenler bile çıktı ama pek sert değil… Sözgelimi, Nastasya Filippovna’nın bu tuhaf düşünceye nasıl sarıldığını gören ve ona itiraz etmek istemeyen İvan Fyodoroviç bunlardandı. Nastasya Filippovna, istekleri kendisi için yararsız, hatta basbayağı kapris olsa bile, onları açığa vurmaya karar vermişse daima acımasız olur ve durdurulamazdı. Şimdi de sinir krizine tutulmuş gibiydi. Telaşlanıyor, özellikle de iyice tedirgin olan Totskiy’in itirazlarına karşılık kesik kesik, isterik kahkahalar atıyordu. Simsiyah gözleri kıvılcım saçıyordu, solgun yanaklarında kırmızı iki leke belirmişti. Konukların birkaçının yüzünde beliren bezgin ve alıngan ifade alay etme isteğini daha da kışkırtıyordu besbelli. Belki de bu düşüncenin özellikle hayasızlığı, acımasızlığıydı onun hoşuna giden. Konuklar arasında onun bu işte özel bir hesabının olduğunu düşünenler bile vardı. Ama yine de tek tek kabul etmeye başladılar. Çünkü ne de olsa, merak uyandıran bir şeydi bu, birçok kimse içinse çok çekici. Herkesten çok da Ferdışçenko telaşlıydı.
Sesi pek çıkmayan genç, ürkek bir tavırla,
— Ya… hanımların yanında anlatılamayacak bir şeyse? diye sordu.
Ferdışçenko karşılık verdi:
— O zaman siz de onu anlatmazsınız. Sanki yaptığınız iğrenç başka bir şey yok mu hayatınızda. Ah, şu gençler!
Hareketli kadın,
— Ama ben yaptıklarımdan hangisinin en kötü olduğunu bilmiyorum ki! dedi.
— Kadınlar anlatıp anlatmamakta serbestler, diye tekrarladı Ferdışçenko. Ama yalnızca serbestler, anlatmak isteyenler saygıyla dinlenir. Anlatmak istemeyen baylar da anlatmamakta serbesttir.
— Peki, anlatanın yalan söylemediğini nereden bileceğiz? diye sordu Gavrila. Öyle ya, yalan söylüyorsa oyunun hiçbir anlamı kalmaz. Hem kim yalan söylemeyecek ki? Kesinlikle herkes yalan söyleyecektir.
— Evet ama, aramızda yalan söyleyeni dinlemenin de bir çekiciliği olacak. Bu konuda senin çekineceğin bir şey yok Gavrila. Çünkü en iğrenç davranışını bilmeyen yok senin. (Ferdışçenko heyecanla birden yükseltti sesini:) Düşünün baylar, yalnızca şunu düşünün: Burada anlatacaklarımızdan sonra yarın birbirimizin yüzüne nasıl bakacağımızı düşünün!
Totskiy pek ciddi,
— Çok doğru, olacak şey mi bu? dedi. Bu konuda gerçekten kararlı mısınız Nastasya Filippovna?
Nastasya Filippovna alaylı alaylı gülümseyerek,
— Kurttan korkan ormana girmez! dedi.
Giderek daha çok kaygılanan Totskiy,
— Ama izninizle, Bay Ferdışçenko, böyle oyun olur mu? dedi. İnanın, böyle şeyler iyi sonuç vermez. Kendiniz de söylüyorsunuz, bir kez denemişsiniz, iyi sonuç alamamışsınız.
— Alamadık olur mu? Geçen sefer nasıl üç ruble çaldığımı anlatmıştım. Nasıl çaldıysam, öyle olduğu gibi anlatmıştım!
— Tutalım ki öyle. Ama gerçekte olduğu gibi anlatmış olamazsınız, size inanmış da olamazlar. Gavrila Ardalionoviç çok doğru söyledi: Anlatılanlarda küçücük de olsa bir yalanın olduğu hissedilirse oyun bozulur. Gerçek yalnızca rastlantı sonucu anlatılabilir burada, biraz övünür bir tavırla, son derece kötü, anlamsız ve uygunsuz bir biçimde.
Ferdışçenko,
— Ama ne zarif bir insansınız siz Afanasiy İvanoviç! diye haykırdı. Şaşırttınız beni! Düşünebiliyor musunuz baylar, hırsızlığımdan gerçekmiş gibi söz edemeyeceğimi söylemekle Afanasiy İvanoviç benim hırsızlık yapmış olamayacağımı (çünkü bundan yüksek sesle söz etmek yakışık almaz) büyük bir incelikle söylerken, öte yandan Ferdışçenko’nun hırsızlık yapmasının da gayet mümkün olduğunu söylemektedir! Ama başlayalım artık baylar, başlayalım. Kâğıtlar hazır. Evet Afanasiy İvanoviç, siz de koydunuz şapkaya adınız yazılı kâğıdı! Demek oyuna katılmak istemeyen yok! Çekilişe başlayın prens.
Prens bir şey söylemeden elini şapkanın içine soktu ve ilk adı çekti: Ferdışçenko, ikinci Ptitsın, üçüncü general, dördüncü Afanasiy İvanoviç, beşinci prens, altıncı Gavrila ve sonra ötekiler… Kadınlardan çekilişe katılan olmamıştı.
Ferdışçenko,
— Aman Tanrım, şu şansa bakın! diye haykırdı. Oysa ben birinci prens, ikinci general çıkacak diye bekliyordum. Neyse, hiç değilse İvan Petroviç benden sonra. Onu dinlediğinizde ödüllendireceksiniz beni. Evet baylar, elbette soylu bir örnek olmak zorundayım size. Ama şu anda en çok üzüldüğüm, aranızda çok önemsiz biri olmamdır. Hiçbir özelliğim yok, toplum içinde yerim de yok denecek kadar küçük. Peki ama, Ferdışçenko’nun iğrenç bir şey yapmış olmasının ilginç ne yanı olabilir? Evet, nedir benim yaptığım en kötü şey? Burada embarras de richesse[15] söz konusudur. İnsanın hırsız olmadan da çalabileceğine Afanasiy İvanoviç’i inandırmak için tekrar o hırsızlık olayımı mı anlatmalıyım?
— İnsanın kendisine sorulmadan bile aşağılık davranışlarını anlatmaktan büyük haz duyabileceğine inandırıyorsunuz beni Bay Ferdışçenko… Ama… Bağışlayın Bay Ferdışçenko.
Nastasya Filippovna sinirli, sabırsız bir tavırla emreder gibi,
— Başlayın hadi Ferdışçenko, dedi. Çok gereksiz konuşuyorsunuz, susmasını da bilmiyorsunuz!
Nastasya Filippovna’nın biraz önceki nöbet geri gelmiş gibi kahkahalarından sonra birden asık suratlı, huysuz ve sinirli olduğunu herkes fark etmişti. Üstelik bu saçma kaprisinde inatla ve zorbaca ısrar ediyordu. Afanasiy İvanoviç büyük acılar içindeydi. Öte yandan İvan Fyodoroviç’e de sinir oluyordu: General hiçbir şey olmamış gibi şampanya şişesinin başında oturuyor, hatta belki de sırası geldiğinde ne anlatacağını tasarlıyordu.
Budala – Fyodor Mihailovic Dostoyevski