Stella Ovadia: Kadın olmak aya gidilen zamanda okuma yazma bilmemektir!

98

Kadınları Sevmek…

Kadınların emeğine baba ailesinde ve evlilikte, kan bağları ve evlilik anlaşması yoluyla, yani kapitalizm dışı bir üretim ilişkisinde el konur. Bütün kadınların ezilmişliğinin ortak paydası, cins olarak, aile emekçisi olmaya yazgılı doğmalarıdır. Aile emekçiliği köleliğe benzer, çünkü işveren değiştirmek söz konusu değildir, yeni işveren-kocayı seçmek bile ailenin işidir. Kadınlar erkekler arasında mal gibi değiş-tokuş edilirler. Kadınların emek-güçleri özgürleşmemiştir, ailelerine aittir.

Kadın olmak aya gidilen zamanda okuma yazma bilmemektir. Gece sokağa çıkmaktan çekinmek, laf atıldığında utanıp tersleyememek, dayak yediğinde “yine ne yaptım?” deyip kendini koruyamamaktır. Boğaz tokluğuna dünyayı doyurmak, silip süpürmek ve yeniden doyurmak, her gün ne pişireceğini düşünüp başka şey düşünemez hale gelmektir. Kadın olmak günde 24 saat hizmet verip “çalışıyor musunuz?” sorusuna cevap aramaktır. Canını dişine takıp meslek edindiğinde yine bütün ev işlerinden sorumlu tutulmak, ev kadınlığından sıyrılamamak, ne patrona ne kocaya yaranmaktır. Doğurduğu çocuğa adını verememek, erkek doğurana kadar doğurmaya mecbur olmak, doğuramadığında horlanmaktır. Kadın olmak erkeklerden az beslenmek, az sevilmek, yaşlandığında bunları sağlığıyla ödemektir. Kadın olmak insandan sayılmamak, erkeklerden 150 yıl sonra oy verebildiğinde oyunu kendi için kullanamamaktır. istediği kadar çocuk doğurmaya kalktığında “cadı” denip meydanlarda yakılmak, kovuşturulmayı göze almaktır. Bedeninden utanmak, onu tanımamak, sevmemek, yük gibi taşımaktır. Erkeklere haz ve çocuk vermek için yaratıldığına inandırılmaktır. Kadın olmak kocasının bakıcılığını, sekreterliğini, menajerliğini boğaz tokluğuna yapmayı doğal bulmaktır. Dünyayı taşıyıp seyretmek zorunda kalmaktır. Siyasal örgütlerde çalışmaya yeltense başkalarını kurtarmak için bildiri basıp çay pişirmeye razı olmaktır. Yaşamının vermek olduğunu sanıp, hayatta kalmak için türlü cambazlıklar icad etmek, bunun için ayrıca horlanmaktır. Kadın olmak her türlü gaspın prototipi olmak, adı küfürle eş tutulmaktır.

Feminizm bu köleliğe son vermeye çalışır. Kadınların durumunu kökünden değiştirmek için verilen bireysel ve kolektif çabaların tümüdür, feminizm. Feministler dışında hiçbir özgürleştirici söylem kadınların özgül konumuyla doğrudan ilgilenmedi, ezilmelerini tarif etmedi, ezenin adını koymadı. Erkekleri özgürleştiren, vatandaşlık konumuna getiren Aydınlanma ve özellikle Fransız Devrimi yüzyıllardır süregelen eşitsizliği doğa kavramıyla meşrulaştırdı, Napoleon Kanunuyla yasallaştırdı: Kadınlar reşit değildir, vesayet altında tutulması gereken sorumsuz varlıklardır: Oy veremezler. Deliler, çocuklar gibi… Kadınlar bu şekilde kamu alanından dışlandılar, bilgi sermaye biriktirmeleri engellendi. Bu süreç içinde özel alan icad edildi, kadınlar özel alana sürüldü. Sosyalizm, insanlığın kurtuluşunu işçi sınıfının kurtuluşuna bağladı, kadınların ezilmişliğini de toplumsal üretime katılmamalarıyla açıkladı. Kadınlar yığınsal olarak üretime(?) katıldıklarında sorun kalmayacaktı. Cinsler arası işbölümü, kadınlık, analık, sorgulanmadı. Ezilmenin doğal olduğu anlayışı değişmedi.
Feminizm, kadınların durumunun doğal değil toplumsal olduğunu kabul ettirdi. Yüzyılın başında, feministler mücadelelerini genel politika alanında sürdürmüşlerdi: Oy hakkı, yasal eşitlik talepleri gibi.. ’70′lerin Kadınların Kurtuluş Hareketi ise kadınların görünmeyen, adı konmayan, dolayısıyla da yok sayılmış ezilmişliklerini görünür kıldı, baskının biçimlerini, sonuçlarını araştırdı ve en önemlisi kadınları boyunduruk altında tutan düzenin adını koydu: Patriyarka. Ve onu betimlemeye, mekanizmalarını anlamaya girişti. Feminizm kadınların durumunu iyileştirmeye çalışmakla kalmaz; en temel, en yaygın, en eski, dolayısıyla da en köklü egemenlik ilişkisi olan cinsler arasındaki iktidar ilişkisini açık ederek insanların tümünü kapsayan kölelik ilişkisini kökünden sarsar.
Kadınların binlerce yıldır süren sömürü, ezilme, horlanma, dışlanmadan silkinip, yeni bir bilinç geliştirmesi, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda kavramaya başlaması son derece zor ve acılı bir süreç. Bildiğimiz, inandığımız her şeyin bizi uyutmak için uydurulduğunu anlamak vakit alıyor. Birlikte yaşamak için “yaratıldığımızı” sandığımız erkeklerin bizi baskı altında tutmalarının gerisinde yalnızca sevgi ya da gelenek yatmadığını kavramak, ne biçim oyuna gelindiğini anlamak, her şeyi yeniden düşünmeye kalkışmak, feminizmle mümkün. Ve tabii ki, ürkütücü, çünkü atasözlerinden sağduyuya, devletten, hukuk, eğitim gibi kurumlara, herkes bize karşı. Çünkü hiçbir egemen sınıf, zümre ya da ülke erkek cinsi kadar yaygın değil. Çünkü her şeyi altüst etmeye çalışırken yaslanacak tarihimiz, değerlerimiz yok. Kadınların tarihini keşfetmek, tarihe kadın açısından bakmak yeni bir olay. Oysa kurtuluş hareketlerinin olmazsa şartı gönderme yapılabilecek, övünülecek özgür bir geçmişe, direnebilmiş bir kimliğe sahip olunduğunu sanmak değil midir? Efsanevi de olsa, boyunduruk altına alınmanın öncesinin varlığı, yenik düşmüşlüğün tarihsel olduğunun, değişebilirliğinin garantisi değil mi? Nitekim yeni feminist hareket tarih kadar antropolojik araştırmalara da çok önem verdi.

’70′lerin feministleri solcu örgütlerde cinsiyetlerinden dolayı ezildiklerini anlayan kadınlardır çoğunlukla. Bir yandan politikanın alanını genişletirken bir yandan da geleneksel biçimleri sorgulamak, farklı politika biçimleri aramak bu kadınlar için özellikle vazgeçilmez oldu. Feminizm erkekleri hareketten dışlayarak, ezilmeye karşı mücadeleyi ezilenlerin elinden almamaya çalışarak, öncü ve temsilci kabul etmeyerek geleneksel politika yapma biçimlerinde kopuş yarattı. Küçük gruplar, bilinç yükseltme grupları Kadınların Kurtuluşu Hareketi’nin temel örgütlenme biçimini oluşturdu. “Toplu olarak kendinden hareket etmek”, kadınların ezilmelerini tahlil etmenin tek yoluydu. Kendi ezilmişliğinden söz etmek ezilmişliğin etkilerini sınırlamanın, değişmenin, giderek farklı politikalar üretmenin ilk adımını oluşturdu. Bilinç yükseltme gruplarının zamanla dönüştüğü proje grupları -kahveden sığınağa, yayınevinden erkek
mesleklerini öğretmeye gibi- patriyarka içinde çeşitli direniş alanları yarattı. Küçük gruplarda herkesin söz hakkı, karara katılması daha kolay olduysa da biçimsel örgütlenme yapılarının sistematik reddi kadınları’ ‘yapısızlığın despotluğu”na teslim etti. İlişkiler zorlaştı, sürekliliği sağlamak mesele oldu. Böyle bir durumu önleyecek gelenek, bilgi yoktu. Daha önceki feministlerin verdikleri mücadeleler hep gizlenmiş, unutturulmuştu. Her başkaldıran nesil kendini ilk ve tek sandı.

Özel alanın politikasını yapmanın ve geliştirilen yöntemlerin yarattığı bu türden güçlükler dışında feminist kadınları kadınlık durumuna özgü zorluklar da bekler:

-Ne kadar feminist olursa olsun bu kadınların arkasında onların bakımını ücretsiz görecek kimse olmaması bakımından sorumlu oldukları bir ya da birkaç çocukları olması, kadınların politika yapmaya yeterli vakit ayıramamalarıyla sonuçlanır.
Erkek egemen düzene karşı çıkmak, isyankar kadınların karşı cinsle özel ilişkilerini zorlar. Erkekler ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, genellikle hakkını arayan, her şeyi sorgulayan kadınlardan uzun zaman hazzetmezler ve er veya geç feminist kadınların duygusal birliktelikleri bunalıma girer, kadınlar yıpranır.
Kadınların hepsi ezilse de feminist bilinç geliştirmelerinin karşısına nesnel, özel, ideolojik, tarihsel bir yığın engel dikilir:
-Kadınların büyük çoğunluğu geçimlerini ev kadınlığı yaparak sağlarlar ve ev dışında ücretli çalışmalarına izin verildiğinde aldıkları ücretler, iş bulabildikleri alanlar tek başına geçinmelerine olanak vermez. Boşanmak, sahipsiz kalmak geçim sıkıntısı, açlık demektir. Kendilerine bırakılan azıcık alanın sınırlarını zorladıklarında şiddetle karşılaşırlar. Bu şartlarda daha iyi bir yaşam biçimi hayal etmeleri bile zorlaşır. Feminist fikirlerden çekinirler.

-Ezilen her toplumsal grup gibi kadınlar da azınlık psikolojisi geliştirir, egemen unsurun değerlerini benimserler. Egemen unsurun arasına karışabilmek her azınlık grup gibi kadınlara da birtakım haklar getirir. Ancak birkaç ezilenin egemen unsurun arasına karışmış olması aradaki egemenlik ilişkisini sona erdirmediği gibi aldatıcı bir bilincin yerleşmesine de neden olur. Bu bilinç aldatıcıdır çünkü ezilenlerin ezilmesinde toptan bir değişme olmamıştır, ezilmenin nesnel şartları sürmektedir. Böylece ezilenlerin bir kısmı ezilmişliğini reddeder, isyanı yaşamaz, isyan edenlerle aradaki ilişkiyi kavrayamaz, “benim meselem değil” diyebilir. Özgürleşmiş kadınlar da hemcinslerini sevmezler, aşağılarlar. Çeşitli beceriler geliştirip cinslerine alt yazgıyı hafiflet- meye çalışırlar. Kimi kadınların toplumda erkeklere ayrılan yerlere gelmeyi başarması bu kadınları hemcinslerinden ayırır. Bu istisnai kadınları da mücadeleye çekmek zordur. Hayatları yaşadıklarını inkar ve çeşitli sınırları yüceltmekle geçer. Erkek kadın eşitliğini var sanırlar, bundan yararlanamadığını gördükleri kadınları suçlarlar, kaderlerinden sorumlu tutarlar.

-Cinsiyet ayırımı dışındaki etmenlerin neden olduğu ezilmelere karşı ulusal, sınıfsal boyutta mücadele eden kadınlara politik bilinçleri en gelişmiş, en dinamik unsurlar olarak bakmak gerekir. Ancak onların da bilinci kendileri, cinsleri için bir bilinç değildir. Feministleştikleri takdirde mücadelenin yaygınlaşmasını kolaylaştırabilirler ama aksi takdirde yavaşlatabilir ya da saptırabilirler de. Nitekim uluslarının ya da işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele eden bu kadınlara kadınlık durumunun sınıfları ve ulusları kesen bir durum olduğunu anlatmak neredeyse imkansızdır. Burjuva kadınlardan söz ederler, kadınların ancak burjuva karısı olabileceğini, kadın burjuvaların son derece ender olduğunu bilmezden gelirler, “burjuva kadınları”nı baş düşman ilan etmeye kadar giderler.. Ayrıca tüm dünyayı kurtarma iddiasıyla politikleşmiş bu kadınlara cinsel baskı, ırza geçme, kürtaj, dayak gibi kadınlara özgü sorunlar politika dışı gözükür, çünkü bu sorunlar kamusal değildir, dünyayı kurtarmaya yetmez.

Kadınların özgürleşmesinden yana olduklarında bu kadınlar tahlillerinde cinsiyet farkına dayalı eşitsizlikleri ataerkillikten gelen baskı ve gelenekler, ideolojik kalıntılar olarak tanımlarlar. Bu tahlilde göz ardı edilen, görmezden gelmek istenen iki cins arasındaki çıkar çelişkisidir. İki cins arasında çıkar çelişkisi olabileceğini düşünmek bağımsız bir toplumsal mücadele alanı açmak demektir: Bu zor olduğu kadar tehlikelidir de. Sınıfsal çıkar üstüne inşa edilen mücadeleyi bölmek, zayıflatmak gibi önemli bir tehlike sözkonusu. Bunu da kendi sosyalist açılarından haklı olarak göze alamazlar.
-Azınlık psikolojisi etkisini toplumsal mücadele içinde yer alan kadınlarda da gösterir: kendi ezilmişliklerini inkar pahasına, maruz kaldıkları cinsiyetçiliği görmezden gelmeye çalışırlar: Yalnızca emekçi kadınlar ezilmektedir, baş ve tek sorumlu kapitalizmdir, orta sınıf kadınları kamu yerlerinde görünmüyorlarsa “iç zincirlerinin” gücündendir! İç zincir tahlili maddeci olmadığı gibi birçok işlevi de yüklenir: Kadınlar ezilmeye razı oluyorlarsa tembelliklerinden ya da şımarık olduklarındandır , kapitalizm dışında onları ezen bir düzen yoktur, düşman içimizdedir. Kadınların ezilmesi kapitalizme yarar, erkeklere değil. Böylece kadınlık durumunun maddeci bir tahlilini yapmaya gerek de kalmaz. Çünkü maddeci feminist tahlil kendinden önceki maddeci tahlilleri allak bullak etti: toplumsal işbölümü, üretim, sömürü gibi kavramlara yeni tanımlar getirdi, toplumsal cins kavramını yerleştirdi. Bu kavramlar sosyalistlerin bilgilerini sorgular, onlarla çelişir, yok saymak uygundur.

Maddeci feminist bir tahlil kadınların durumunu üretimdeki yerlerine bakarak anlamayı gerektirir. Kadınların emeğine baba ailesinde ve evlilikte, kan bağları ve evlilik anlaşması yoluyla, yani kapitalizm dışı bir üretim ilişkisinde el konur. Bütün kadınların ezilmişliğinin ortak paydası, cins olarak, aile emekçisi olmaya yazgılı doğmalarıdır. Aile emekçiliği köleliğe benzer, çünkü işveren değiştirmek söz konusu değildir, yeni işveren-kocayı seçmek bile ailenin işidir. Kadınlar erkekler arasında mal gibi değiş-tokuş edilirler. Kadınların emek-güçleri özgürleşmemiştir, ailelerine aittir. Kadınların emeklerinin karşılığı harcanan emeğin cins ve miktarına değil, kadınların kime ait olduğuna bağlıdır. Kimi kadının kafesi altından kimisininki çamurdan olur bu yüzden. Emeğinin karşılığını geçim olarak almak özgürleştirici değildir, ücret almaya benzemez. Ücretsiz aile işçisi olarak tarlada, tezgahta, bakkal dükkanında verilen emek “aile”ye yarar, kadının konumunu değiştirmez, aile reisi tarafından gasp edilir. Kapitalist üretim ilişkisine ancak kocasının izniyle girebilen kadınlar da her şeyden önce ev kadını sayılırlar: meslekleri ne olursa olsun ücretli çalışması geçici olacak, aile bütçesine katkı olacak kadar kazanacak ve bütün ev işlerini aşkından yapacaktır. Kadınların emek piyasasındaki yerlerini köle olma nitelikleri belirler: Kadınların yığıldıkları iş kollarında ücretler düşer, o meslek saygınlığını yitirir. Böylece piyasayla evlilik kurumu arasında kadınları ev kölesi olarak tutmaya yarayan ikili bir mekanizma gelişir: Bir yandan piyasanın kadınlara özgü şartları kadınları ücretli çalışmaktan caydırır eve dönmeye iterken öte yandan, evlilik kontratının gereklerini yerine getirdikçe kadınlar, ev işleri dışında ücretli bir işe girme olanaklarını,büsbütün kaybederler. Evlilik uzun sürdükçe kadının”piyasa değeri düşer evliliğe mahkumiyeti artar. Maddeci feministler pir aşkına çalıştırılmaya sömürü derler.

Feminist olmak, toplumsal cins bilinci geliştirmek, perspektif değiştirmektir: Dünyaya ve kadınlara kadın açısından bakmak, görülen her şeyin kadınların gasp edilmiş emekleri sayesinde erkeklerin ellerinde biriktiğini düşünmeye alışmak, en ötekiler gibi olmayan erkeğin bile bu düzenin nimetlerinden yararlandığını anlamak, erkeklerin dünyaya bakışımızı biçimlendirecek kadar içimize sindiklerini, hayal gücümüze el koyduklarını görmektir. Bütün bunlardan kurtulmak için sürekli tetikte bulunmak gerektiğini, kendi fikirlerimize bile güven olmadığını, en beklenmedik anda düzenden yana olabileceğimizi akılda tutmaya çalışmaktır. …

Feminist olmak kadınları sevmektir: Kadınları keşfetmek, ortaya çıkarmak, anlamak, tanımak. Azınlık psikolojisinden sıyrılıp ezilen bir cinse ait olmanın gerektirdiği isyan ve dayanışmayı yüklenmektir.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi – cilt 7, İletişim Yay.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz