Deniz Baykal’ı 1960 öğrenci hareketleri sırasında tanıyanlar, onu kendisine çok güvenen politikaya iyice meraklı bir genç olarak anımsıyorlar. Demokratik, modern her şeyi seven, liberal bir öğrenci.
DP’ye karşı elbet: ama CHP’ye de karşı.
Turan Güneş’in rahlei tedrisinden geçti; bir süre YTP (Yeni Türkiye Partisi) çevrelerinde dolaştı. Yine de o planda yer almadı.
CHP’de, DP’nin “46 ruhu”nu sürdürmek isteyen genç adam, 1956’dan sonra AP’ye de bir yaklaşım gösterecek. Bunu bir reddi miras olarak görenler, o günlerde üniversitedeki öğretim görevlilerinin büyük ölçüde solculaşmalarına bir tepki olarak bağlayanlar var.
Ama Deniz Baykal, bir süre sonra Bülent Ecevit’in çağrısını değerlendirdi; onun beyin takımına girdi.
1968’de doçent. Türkiye’nin Siyasi Eliti Üzerine doktora çalışmasını yayımladı. Özgür İnsan’da partisinin politikasını savunan ekonomik, mali yazılar yayımladı. Akılda kalan bir çalışması da “Siyasal Bir Davranış İncelemesi” (1970).
ABD’ye gitti.
Antalya milletvekili, politikayı profesyonel bir uğraş, bir meslek olarak görür. İnsanlar için değil, durumlar arası düşünür. Popülisttir; elite karşı, bürokrasiye karşı, reel politikanın adamı. Düşünceden, ideallerden değil, güç dengelerinden çıkış yapar.
Nurullah Ataç hayranı (oğlunun adı Ataç); Ataç’ın düşüncedeki aşırı kuşkuculuğu, her düşüncenin doğru olduğu kanısı, onda “her durum sağlam olabilir” biçiminde belirir. Bu yanıyla biraz halk avcısı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’yken ATAŞ’ı millileştirdi. Petrol şirketlerinden para bulmak için ABD’ye giden Başbakan Bülent Ecevit’in uçağı Atlantik üzerinde uçarken…
Yine de çözümlemeye dayanan politika yürüten biri olarak; ilginç bir yüz olarak belirdi. Kişiliğine, hatta kişiselliğine yaslandığı halde, zaman zaman kişiliklerin ötesinde var oluyormuş gibi görünen, kendini bu niteliğiyle daha uzun süre gündemde tutan bir politik hareket yarattı.
Üniversiteye hiç yaslanmadı. Bunu onun olumlu yanlarından biri olarak görmek gerekir. Ama öğrenci derneği yönetim kurulu başkan yardımcısı gibi bir çalışma biçiminden de bir türlü kurtulamıyor. Burada bir ikilem doğuyor: Politika Deniz Baykal için hem bir hayat biçimi, hem de o kadar ciddiye alınmayabilen geçici bir şey (sanki).
Yine de Deniz Baykal demokratik hayatın bir ürünü, demokrasinin çocuğudur. Salt var olması, orada, oralarda bir yerde durması bile demokratik bir hava yaratır.
Kızamağını henüz geçirmedi.
Üç kişinin içinde ahbap, yüz kişi içinde yol gösterici, bin kişinin içinde hiç.
SHP’de “Güçlü Genel Sekreter” istemi şu soruyu akla getirdi: “Kendine uygun gelmeyen bir iktidarın da mı isteklisi?”
Ortada görünmeyen, ama göründüğü zaman görsel… Saçları alnına düşer. Kennedy (bir Halk Cumhuriyeti Kennedy’si) çağrışımı.
Reel politika, ona görünmeden de varolma olanağını sağladı. “Sosyal davranış” kürsüsü doçenti, ustası, daha doğrusu ağabeyi Turan Güneş gibi sadece bir “eda” halinde kalmadı; belirsiz de olsa, bir “tavır” olarak boy göstermeyi bildi. Baştan sanıldığı gibi, Ecevit’in bir karikatürü olmadı. Karizması yok, bu yüzden bilinçli biçimde, sloganı da yok. Tavrı sanki partinin, hatta bütün politika tarihinin olması gereken tavrı. Bağırmayı gerçekçi bulmaz. Ama küçük kardeşi Alyoşa (İsmail Cem) gibi aydınlık sayılabilen bir gülümsemesi de yoktur. Onun gibi miyop değil, geleceğe fazlaca uzaktan bakar. Ama miyopluk gibi bunun da bir adı yok mu?
Şu tavır: “Biz daha öyle birkaç kişiyiz ki…” Bedavacı.
Reel politika, natüralist politika mıdır? Baykal bir yerde natüralizmi izlenimci bir ılıca turizmine bağladığının ayrımında mı acaba? Belirsizlikten çok şey umuyor; belirliliği de beklenmedik anda gövde gösterisi olarak alıyor. Köksüz, ama sürekli bir veliaht duygusu içinde. Tam denge yitimi noktasında “dayılanma” eğilimi bu duygunun sonucudur. Oysa kendisinin toplumdaki izdüşümünden çok daha nitelikli olduğu da belli. Gemi aslanı felsefesi Baykal’ı yıprattı. Eskiden merak edilirdi. Bugün, biraz da yanlış bir düşünceyle adamakıllı özsüz sanılmakta. Yalnız gölgesiyle göründü; ışığın hemen önünde durarak, hep öyle yaparak gölgesini büyüttü. Öyle ki pelerini ürkütücü de sayılır oldu.
Evet, CHP’ye karşı bir CHP’liydi. Bülent Ecevit’in “karşısında” kimi zaman direnmeyi, eleştiri gibi gösterirdi.
Şimdilerdeyse, Erdal İnönü’nün “önünde” eleştiriyi direnme olarak gerçekleştirmek ister gibi. Bu da onu SHP’nin “dışında” bir SHP’li durumuna getirebilir.
Her şey bitti mi? Sayılmaz.
Deniz Baykal’ın o saç büklümü, alınyazısını bugün yine özenle gizlemekte. Eskisi kadar güvenli biçimde olmasa da.
18 Ocak 1987
Cemal Süreya
Kaynak: 99 Yüz