“Bu kızda yazıncık mührü var” Tezer Özlü’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri” kitabına dair – Aziz Nesin

177

Çocukluğun Soğuk GeceleriÇocukluğun Soğuk Geceleri ‘nin en belirgin özelliği içtenliği… Hatta aşırı içtenliği bile denilebilir. Zaman zaman bu denli içtenlik gerekli mi diye de soruyordum kendime kitabı okurken. Yazarın içtenliğine sınır koymak doğru olur mu? Olmaz elbet… Ama bu kitaptaki içtenlik salt cinsel konuda olunca, şöyle de düşündüm: Yazar bir göstermeci, bir sergilemeci (teşhirci, egzibisyonist) mi? Çünkü kitap, yazın yoluyla gerçekleştirilmiş bir kendini sergilemecilik biçimini almış.
İçtenlik, neyi anlatmak gerekiyorsa onun için olmalıdır. Cinsellik ve başka nitelikler için de aynı kural geçerlidir: Neyi anlatmak için ne kerte gerekiyorsa o kertede içtenlik, o kertede cinsellik, hatta o kertede gerçekçilik, hatta o kertede ayrıntı… Anlatılmak istenilenin dışındaki herşey, her nitelik (ister cinsellik, ister ayrıntı, ister içtenlik, hatta ister gerçekçilik) yapıtın aleyhine olur, gereksiz olur ve okuru tedirgin eder, örneğin, ayrıntılar bir öykü yada romanı değerlendirir. Ancak…

Uçuş Korkusunu okuduğum – adını anımsamadığım— Amerikalı kadın yazarın* daha böyle erotik — bence pornografik— romanları varmış. Öbürleri de öyleymiş, Uçuş Korkusunun özyaşamdan kaynaklandığı belli oluyor. Bu romanda, romanın da yazarı olan kadın yazarın doğal ve sapık cinsel ilişkileri, ilişkide bulunduğu erkeklerin de yine doğal ve sapık ilişkileri anlatılıyor. O ortamı tanıyan Amerikalı okurlar belki de romanda anlatılan kişileri de tanımışlardır.
Geçenlerde bu kadın yazarla yapılmış bir konuşmanın Yankı dergisinde yayımlanan çevirisini okudum. Amerikalı kadın yazara, bu romanları yazdıktan sonra annesinin, kocasının, daha başka yakınlarının tepkisinin ne olduğunu sormuşlar.

Çok şaşılası bir benzerlik ki, Berlin’de (15-17 Aralık 980) Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı kitabı okuyunca, yazarı Tezere şunu sormak istemiştim: Bu kitabı annen, baban, ağabeyin de okumuşlardır elbet. Haydi ağabeyini biyana bırakalım. Annen, baban bişey demediler, herhangi bir tepki göstermediler mi? Sonra oğlun büyüyünce, ilerde ne düşünecek senin için diye sen şimdiden düşünmüyor musun?

Olanak bulup bu soruları soramadım, İstanbul’a dönüşte sorarım diye düşünmüştüm. Yankı’daki Amerikalı yazarla yapılan konuşmada o yazar, herkesin kendisine aynı soruları sorduğunu söylüyor.

Demek Tezer e sormak istediğim bu soruyu bu türlü yazan (özyaşamından kaynaklanan erotik yada pornografik yapıtlar yazan) yazarlara herkes soruyor. Herkesin merakı bu: Çocuğun okuyunca ne diyecek? Senin için ne düşünecek? Annen, baban, kocan nasıl bir tepki gösterdi bunları okuyunca?..

Bu kitapları her okuyan bunları merak edip sorduğuna göre, benim de aynı soruları Tezer’e sormam boşuna mı? Olabilir. Ama ben yine de soracağım.

Çocukluğun Soğuk Geceleri ‘nin en belirgin özelliği içtenliği… Hatta aşırı içtenliği bile denilebilir. Zaman zaman bu denli içtenlik gerekli mi diye de soruyordum kendime kitabı okurken. Yazarın içtenliğine sınır koymak doğru olur mu? Olmaz elbet… Ama bu kitaptaki içtenlik salt cinsel konuda olunca, şöyle de düşündüm: Yazar bir göstermeci, bir sergilemeci (teşhirci, egzibisyonist) mi? Çünkü kitap, yazın yoluyla gerçekleştirilmiş bir kendini sergilemecilik biçimini almış.
İçtenlik, neyi anlatmak gerekiyorsa onun için olmalıdır. Cinsellik ve başka nitelikler için de aynı kural geçerlidir: Neyi anlatmak için ne kerte gerekiyorsa o kertede içtenlik, o kertede cinsellik, hatta o kertede gerçekçilik, hatta o kertede ayrıntı… Anlatılmak istenilenin dışındaki herşey, her nitelik (ister cinsellik, ister ayrıntı, ister içtenlik, hatta ister gerçekçilik) yapıtın aleyhine olur, gereksiz olur ve okuru tedirgin eder, örneğin, ayrıntılar bir öykü yada romanı değerlendirir. Ancak bir öykü yada roman salt ayrıntıları anlatmak için yazılırsa o zaman ayrıntı için ayrıntı yazılmış olur. Oysa biz ayrıntıyı ayrıntı için değil, yazacağımız yapıt için, öykü yada roman için yazmalıyız. Ayrıntı ayrıntı için değil roman içindir. İçtenlik için de, gerçekçilik için de ve başka nitelikler için de aynı yargı doğrudur. Anlatılmak istenenler anlatıldıktan sonraki her ayrıntı, her gerçekçilik, her cinsellik, herşey gereksizdir.

Son beş on yıldır Türkiye’de mutlu bir kadın yazar patlaması oldu. Kadın yazarların hepsinde ortaklaşa nitelik: Ayrıntılara, hatta ayrıntıların ayrıntılarına yer vermeleri. Kadın yazarlarda bu ortaklaşalığın elbet bir bilimsel nedeni olmak gerekir. Ama kimi kadın yazarlar ayrıntıyı yapıtın – anlatmak istediklerinin- gerektirdiğinden çok kullanarak ayrıntı için ayrıntı yazmış oluyorlar ki bu, ormanın içindeki ağaçlara bakarken ormanda olduğunu unutmaktır.

Ayrıntı da, cinsellik de, gerçekçilik de amaç değil, anlatılanın en iyi biçim ve özde anlatılabilmesi için birer araçtır. Cinselliğin kendisi bile anlatılmak istense —olabilir- yine de gerektirdiği kertede cinsellik (erotizm yada pornografi) bulunmalıdır.

Benzetmenin yanılgılara neden olabileceğini de gözden uzak tutmamalı. Bir ilaç yeterince ve gerektiğince ayrı ayrı maddelerin bileşiminden olur… İlacı oluşturan maddelerden biri -yararlıdır düşüncesiyle- gerektiğinden, yeterinden çok konulursa sonuç neyse, bir romanın gereksindiğinden çok bîr nitelik (ayrıntı, cinsellik, gerçekçilik yada içtenlik) konulursa, sonuç aynı olur.

Kitabın adı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri’nin, aslında “Çocukluğumun Soğuk Geceleri” anlamına geldiği okuyunca belli oluyor.

Kitabı okurken, kapağına şunları yazmışım: “Ne yürekli kız! Nasıl yazdı? Demek, annesi, babası, ağabeyi, kocası okursa umurunda değil. Ya çocuğu! Açılan vapurdan denize atlamış bikez, bu kız ya boğulacak ya yüzüp kurtulacak; yani yazar olacak. Ne olup ne olmayacağı bundan sonra belli olacak. Şimdilik belli olan, denize adamış olduğu.”
Onun, her ahlak sahibini – geçerli biçimsel ahlak— tedirgin eden ve ayıp sayılan gerçekleri, ancak yazarlığının değerliğiyle bağışlanabilir. (Yani örtülür.)

Bir de şu notum var, kitabın kapak içinde: “Müthiş bişey! İçten, gerçek, özyaşam ve anı. Ne var ki roman değil. Çünkü olaylara, dünyaya, çevresine, herşeye salt kendi eleştirel bakışıyla bakıyor. Ya anne, ya baba, ya ağabey?.. Aynı olaylar, aynı konular üstünde onlar neler düşünüyorlar? Onların bakışıyla verilseydi küçük kızın yaşadığı dünya, o zaman Özyaşam anlayışından çıkıp roman —daha doğrusu nouvelle- olabilirdi. Anne ve babanın da duygularını, düşüncelerini yansıtarak, yine birinci kişi ağzından bir roman yazmalı ”

Notlarım bunlar.
Dili genellikle güzel, Bikaç yanlış. Sayfa 6’da “kar tipisinden” diyor; “tipi” demek yeterdi. Sözlüğe bakalım. Başka ne tipisi olur ki?

Sayfa 7’de: Dağ yamaçlarında sığırlar otluyor. Başka ne yamacı olabilir? “Yamaçlarda sığırlar otluyor,” yeter.
Sayfa 37: Öğleden sonra güneşinin vurduğu bu pastane… “Öğleden sonra”nın bir adı vardır, tek sözcüklü bir ad: ikindi. İkindi güneşi… Hiç değilse öğle sonrası güneşi. “Sabah” yerine nasıl gece sonrası demiyorsak, öğle yerine sabah sonrası demiyorsak…

Herşey biyana, kitabı beğenilsin beğenilmesin, bu kızda yazıncılık mührünün olduğunu ortaya koyuyor. Hemen bütün kadın yazarlar gibi kalemini kendine daldırıyor, mürekkebini kendinden çekiyor. Hele bir de başkalarını anlatsın bakalım.

2 Şubat 1981, Pazartesi

Kaynak: Okuma Güncesi, Nesin Yayınevi, Kasım 2014, 704 sayfa

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz