…Atilla Tokatlı bana Balzac’ın Tılsımlı Deri romanın konusunu bikaç tümcede özetledi: Bir delikanlı bir antikacıda eline bir tılsımlı deri geçiriyor. Bu deri sayesinde istediği herşeyi elde ediyor ama istediğini elde ettikçe de deri küçülüyor. Bu deri, delikanlının yaşamıdır. Deri bitince delikanlının yaşamı da bitecek… Bu durumda, yaşamının bitmemesi için hiçbişey istememesi gerekir. Hiçbişey istenmeden yaşanmaz… Konu çok ilgimi çekti. Romanı bulup aldım ama yıllarca okumaya zaman bulamamıştım, ancak şimdi okuyabildim…
“Balzac’ın kahramanları birer tutku kölesidirler.”
Tılsımlı Deri adı, romanı anlatma bakımından romanın asıl adından daha doğru geldi bana. Sözlüğe baktım, “Feau” deri, meşin demek. “Chagrin” de hem bir tür deri, sahtiyan anlamına geliyor, hem de üzünçlû, acılı, kederli anlamına geliyor. Balzac özellikle iki ayrı anlama gelen bu sözcüğü roman adı olarak seçmiş olabilir. Ama Tılsımlı Deri romanı çok iyi anlatan bir ad…
Kırkiki yıl önce dilimize çevrilmiş olan bu romanı ilk kez Atilla Tokatlı’dan duymuştum. 195960 yılı filan olacak… O sıralar Kemal Tahir başta olmak üzere, belki o başı çekerek— kimi filmciler ve rejisörler, sinema için konu bitti, diye tutturdular. Öyle şey olur mu hiç? Yaşam varsa, yaşam sürüyorsa nasıl olur da konu biter, nasıl olur da senaryo konusu bulunmaz… Senaryo konusu bitti demekte kendi açılarından haklıydılar; çünkü Türk sinemasının Türk ve Türkiye yaşamıyla bu demektir ki dünya yaşamıyla ilişkisini kesmişler ve sonunda bir kısırlık içinde kalmışlardı. Sinema konusu hep yabancı sinemalarına öykünme ve sözde yabancı film uyarlamasıydı.
Benden hiç senaryo yapılmadığı, yapıtlarımla sinemacılar hiç ilgilenmediği için, bu çok gülünç “konu bitti” konusuna değinmiyor, tartışma açmıyordum. Sinemacılar yapıtlarıma ilgi göstermiyor diye araya girdiğim sanılabilirdi. Salt benim yapıtlarımda bile sinema için yüzlerce konu vardı. (Çok şaşılası bişeydir, birbirimize pekçok yakın olduğumuz o dönemde Kemal, yapıtlarımdan bir senaryo yapılmasını yakını olduğu filmcilere hiç önermemiş, anımsatmamıştır; çok şaşılası bişey…)
Türkiye’de konu kalmayınca yabancı konulara koşuyorlardı. Tılsımlı Deri de Türk filmi yapmak için, Balzac’tan aparacakları bir konuydu. Sanırım romanı çok daha önce Kemal Tahir, Hamdi Varoğlu çevirisinden okumuştu. Yanılmıyorsam Atilla Tokatlı ya yeniden çevirecek yada senaryosuna yardım edecekti. İşte o zaman Atilla Tokatlı bana romanın konusunu bikaç tümcede özetledi: Bir delikanlı bir antikacıda eline bir tılsımlı deri geçiriyor. Bu deri sayesinde istediği herşeyi elde ediyor ama istediğini elde ettikçe de deri küçülüyor. Bu deri, delikanlının yaşamıdır. Deri bitince delikanlının yaşamı da bitecek… Bu durumda, yaşamının bitmemesi için hiçbişey istememesi gerekir. Hiçbişey istenmeden yaşanmaz…
Konu çok ilgimi çekti. Romanı bulup aldım ama yıllarca okumaya zaman bulamamıştım, ancak şimdi okuyabildim.
Şu Balzac’ı bitürlü sevemediğimi açıklasam kimbilir neler söylerler benim için; ne anlayışsızlığım, ne beğenisizliğim, ne düzeysizliğim kalır… İyi de, Manc’la Engels herkesin ağzında sakız olan o övücü sözleri söylememiş olsaydı Balzac için, yine de Balzac’ı böylesine beğenecekler miydi? Bu bir… İkincisi de, Balzac hayranlarına sormak isterim: Balzac’ın gerçekten kaç romanını okudular? Adlarını kulaktan dolma ezberlemek değil ama, gerçekten okumak… Ben inatla Balzac okumayı sürdüreceğim yine de…
Bir yapıtı yazıldığı dönemin değer yargılarıyla değerlendirmek gerekir, diye bir söz var. Yok öyle şey. Evet bir yapıtı ve yazarını kendi döneminin değerleriyle yargılamak ve değerlendirmek gerekir ama bu yazın tarihçilerinin, eleştirmenlerin işidir. Ben ne tarihçiyim, ne eleştirmen. Ben bir okurum. Bir okur olarak da, en eski yapıtı bile günümün değerlerine, değer yargılarına, geçerli ölçütlerine göre değerlendirmek durumundayım. Bugünün değer ölçütlerine göre şimdi bu romanı ele alalım bana göre Tılsımlı Deri hiç de değerli değil. (Zavallı Zola’nın nasıl da hakkı yenmiştir.) Hem de hiçbir bakımdan değerli değil.
Yazın gerçekliği bakımından inandırıcı olabilirdi. Oysa büyük usta Balzac, romanda anlattığı tılsımlı deriyi ve onun çevresinde dönen bütün olayları ve olayların kişilerini, öteki romanlartndaki gibi gerçekçi olarak anlatmış. Cîerçckçi olarak yazılınca da yazın gerçekliğini, inandırıcılığı yitirmiş bence… Tılsımlı deri konusu, bir gerçeküstü simge olarak gerçeği anlatmak için kullanılsaydı ki bu günümüzün değer yargtsıdır olağanüstü bir roman ortaya çıkardı. (Günümüzün değer yargılarıyla eskiyi yargılamak tarihçilere saçma gelse de, bir okur için tersini yapmak daha da saçmadır.)
Tılsımlı Deriyi31 yaşında yazmış; demek acemilik döneminin yapıtı değil. Bu roman Eugenie GranrlcU Coriot Brtba Kuzin Bette gibi önemli yapıtlarından sayılıyor.
Tılsımlı Deriyi beğenmezken elbet büyük usta Balzac’a göre beğenmiyorum, ününe, değerine, büyüklüğüne göre… Yoksa büsbütün değersiz demek istemiyorum. Ama genellikle Balzac’ta bir Hüseyin Rahmi —yada Hüseyin Rahmi de Balzac’ılıkyok mu? O Hüseyin Rahmi de hep eleştirilen, romanda araya yazar olarak girip de anlatmalar… Dolu… Örnek ne çok, ilerde veririm.
Bu romanın en önemli yanı, sanırım, romanın başkişisi RaphaeTin gençlik yaşamı olarak anlatılan o sıkıntılı parasızlık döneminin ve baba disiplini ağır olan dönemin Balzac ın özyaşami olmasıdır. (Gençlik dönemi demek yanlış, hep genç çünkü, genç de ölür. Yaşamının ilk delikanlılık dönemi demeli.) Balzac’ın 51 yaşında ölmesi dc pek yazık ve bu kısa yaşamında 0 denli çok vc büyük yapıtlarını nasıl yazabilmiş… Yazarak boşalma ve boşalarak kurtulma olayını Goethe’de olduğu gibi k Goethe’ nin hemen bütün yaşamı bu Balzac ta da görüyoruz.
Bibakımdan daha Goethe ye benziyor; kendine güven, büyük yazarlığına inanışı… Bu inanç ve güven hemen bütün büyük yazarlarda var; kimisi açıkça söylüyor, belirtiyor, kimisi de sezdiriyor. Goethe ve Balzac açıkça belirtenlerden… Napolyon’un bir yontusunun altına el yazısıyla şöyle yazmış: “Bunun kılıçla yapamadığını ben kalemimle yapacağım!” Kendine “yazı mareşali” diyormuş. Sık sık şöyle dermiş: “Paris’te dillerini hakkıyla bilen üç kişi var: Hugo, Gautier ve ben.”
Bu sözü Kemal Tahir’in şu sözüne benzer: “Dünyada üç romancı var; Balzac, Dostoyevski, Faulkner…” Ama bu sözü öyle bir söylerdi ki, dördüncüsünün kendisi olduğunu söylemeden anlatır ve de bunu anlamamak için de eşek olmak gerekirdi. Ve Türkiye’de üç yazar olduğunu da benim yanında olmadığım zamanlar söylerdi: Şiirde Nâzım, romanda kendisi ve gülmecede de ben…
Ahmet Şuayip şöyle yazmış: “Balzac’ın kahramanları birer tutku kölesidirler.” Başka türlü büyük dram yaratılamaz ve büyük dram olmayınca da büyük roman olmaz. Oblomov, gerçekte gerçekleşememiş büyük tutkulu kişidir. Romana yazdığım notlar:
Sayfa 3 “Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi gibi okurla konuşur. Yazarın okurla konuştuğu bu bölümler romandan atılsa roman hiçbişey yitirmez, tersine kazanır.” (Bundan sonra 3, 4, 5, 6, 7. sayfalarda atılabilecek yerleri işaretlemişim. Başka sayfalarda da bu işaretli yerler var.)
Evet, Balzac en ince ayrıntıları anlatıyor ama, bu ayrıntıların romana yararı ne, katkısı ne? Sayfa 20’den bir örnek:
Taze ve tombul yanaklı, kızıl saçlı, samur kasketli genç bir çocuk [Çeviri burda iyi değil. Genç çocuk olur mu? Belki küçük bir çocuk olacak.] (…) genç adama, lakayt bir tavırla,
Bakınız efendim, dedi, bakınız.
Bu çocuğu böyle ayrıntılarla anlatmanın anlamı ne, romana yararı ne? Çocuk kıvırcık kızıl saçlı olsa ne olur, düz kara saçlı olsa ne çıkar? Her anlatılan ayrıntı bir gereğin zorunu olmalı ve romanı bütünlemelidir.
Bütün 20. sayfaya şöyle yazmışım: “Bakalım bütün bu ayrıntıların romanla ilişkisi ne? Romanı bütünlemeye yarayacak mı?” Romanı okuyup bitirince gördüm ki o ayrıntıların romana hiçbir yararı, katkısı yok ve romanı bütünlemiyor.
2227. sayfalarda antikacı dükkânını anlatıyor. Şöyle yazmışım: “İçime fenalık geldi. Kaç sayfa sürer antikacı dükkânını anlatmak? Balzac hayranı Kemal Tahir de bir romanında böyle inceden ayrıntıyla bedesteni anlatır. Belli Balzac etkisinde… O bedesten bölümü, tek başına yazı olarak çok güzeldir. Romanda da bize güzel gelmişti, çünkü anlattıkları Türk işiydi ve romandan büsbütün de kopuk değildi.
Sayfa 32: “Kaç kişi satın almıştır, diye sormuyorum ama kaç Türk okur okuyup da bitirebilmiştir bu romanı diye çok merak ediyorum. Ah, böyle bir istatistik yapılabilseydi…”
Sayfa 33: Okurla işte böyle konuşuyor: Belinden kalın ipek kaytanla bağlı, siyah kadifeden bir hırka giymiş, kuru ve sıska, ufak tefek bir ihtiyar tasavvur ediniz. Kimileyin bu okurla konuşmalar sayfalar sürüyor.
Çok hoşuma giden yerler: Sahibi olduğum bir konutun bahçesinde gezer gibi dünyada dolaştım.
Hayalî bir sarayım, sahip olmadığım bütün kadınlar orda benimdirler. (Sayfa 46)
Sayfa 50: Bir köprüden geçene dek Seine köprülerinden biri kahraman karşılaştığı arkadaşıyla üçbuçuk sayfalık konuşuyor hiç ara vermeden. Üçbuçuk sayfalık söz sekizdokuz dakikada ancak konuşulur. Kemal Tahir de ustası Balzac gibi konuşturur kahramanlarını gerçeğe aykırı olarak…
Sayfa 54: Ne yapay konuşmalar… O zamanda insanlar böyle konuşmazlar.
Sayfa 60: Salonla yemek salonu arasındaki kapı açılınca, salondan yemek salonuna geçene dek süren konuşma bir sayfa boyu sürüyor.
Sayfa 69: Raphael’in geçirdiği o sefahat gecesindeki şu konuşmayı, ne kadar kitap okunur ve kültürün ne olduğu üzerine deneme yazıma koyacağım kaynak göstererek:
Öğrenim, ne budalaca şey, Mösyö Heineffettermach basılmış kitap sayışım bir milyardan çok diye kestirir. Oysa bir insanın yasamı, yüz elli bin cildi okumaya yetişmez. Öyleyse öğrenim sözcüğünün ne anlama geldiğini anlatır mısınız.
Günümüz koşucularına, örneğin ikiyüz yıl öncenin 100 metre rekoru ne kolay elde edilir gelirse, bugün de bu romanın tekniği bana öyle kolay geliyor.
Kör değneğini bellemiş gibi, Manc’la Engels’ten ve Hugo’dan Balzac’ın büyük romancı olduğunu naklen ve kulaktan dolma bilgiyle söyleyenleri bir baskın soruya tutup Balzac’ın hangi romanlarını okuduklarını öğrenmeli. Sonucu çok merak ediyorum.
Sayfa 84: Örneğin iki sayfa süren bu kızın betimlenmesi roman için bir gerekli ayrıntı mı, yoksa gereksiz bir uzatma mı?
Sayfa 93: Nasıl çevirebilmiş bu romanı Hamdi Varoğlu? Çevirmenler gözümde gittikçe büyüyor.
Sayfa 96: Balzac yaşamında bikez olsun böyle yada buna benzer biçimde konuşmuş mudur? Hiç sanmam… Masa başında yazılmış uydurma konuşmalar…
Sayfa 130: Sanırım burda anlattığı sevgili de Balzac’ın özyaşamından olacak, bana öyle geliyor. Biraz da benim Nemika ya duyduğum ilgiyi açıklıyor. Aslında üst sınıfa atlama isteği bu, ayrımsamadan hem de… Şöyle yazıyor Balzac Raphael’in ağzından:
Birkaç arşın kumaşı, kadifeyi, ince patisti, bir perükârın maharetlerini, mumları, bir konak arabasını, bir unvanı, camcıların boyadığı yada bir kuyumcunun yaptığı hanedan armalarını, özetleyin kadında yapay ve en az kadın olan ne varsa onu sevmenin ne kadar gülünç olduğunu, kesin yüz kez düşünmüşümdür; kendimle alay etmişimdir, ama hepsi boş. Soylu bir kadın onun incelikli gülümseyişi, tavırlarının kibarlığı ve vakarı beni büyüler.
Raphael şöyle der: Ben muhal bir aşk için doğmuşum. Bir tümce degıl bu, bir dize…
Sayfa 145: Rahatlıkla atlana atlana okunabilir bu roman. Çünkü gevezeliklerle dolu. Hem de masa başı uydurması gevezelikler… Ama ben okumadan geçemem ki… Kötü bir huy işte.
Sayfa 165: Ne olmayacak şeyler. Ne yaşam gerçekliği, ne yazın gerçekliği…
Sayfa 196: Ah, ne güzel rastlantılar, ne uydurma… Ne olmayacak rastlantılar…
Sözlükte “deri” ve başka bir anlamı olarak “üzünç” diye Türkçesi yazılan “chagrin” sözcüğü üzerine sayfa 285’te şu açıklama var:
Deriye verilen ismin köküne değgin düşünceler değişiktir. Kimisi “chagrin”sözcüğünün Türkçe olduğunu iddia eder, kimisi de bir kent adı olduğunu iddia eder.
Sayfa 363: Şiir. Çok güzel. Büyük yazarlığının belirdiği tek yer bu romanda.
Tılsımlı Deri, Honore de Balzac
6 Temmuz 1982, Saat 21:41 Çatalca, Nesin Vakfı
Kaynak: Aziz Nesin Okuma Güncesi [Nesin Yayınevi, 704 Sayfa]