…(Devlet) Kürtlerin kimlik ve anadili taleplerini bölücülük sayarak, bölünmeye, bizzat kendisi hizmet ediyor. Türklüğü kanunla korumaya alıyor, Kürtlüğe ise her türlü aşağılama ve hakareti serbest bırakıyor. Bu ülkede çok satan ulusal bir gazete (Star, 29 Mayıs 2003), manşetten Kürtler için “KERKÜRT” (Eşek Kürt)* tabirini kullandı, hakkında soruşturma açılmadı. Bu tabir, aksine çok kimseyi keyiflendirdi.
Devlet, Kürtlere uyguladığı bu zalimane ve dışlayıcı politikalarıyla, bu işte günahı olmayan birçok masum Türkü de zan altında bıraktı. Çünkü bu haksızlıkları, Türklük ve Türkler adına yaptığını iddia ediyor. Türkler, Kürtlerin bu mağduriyetini anlayıp devletlerine karşı, onların haklarını savunmalıdır.
Bölünmez bütünlük ve Kürtler
Anayasanın (değiştirilemez) 3. Maddesi’nde yer bulan “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ibaresi, ayrılıkçı hareketlere karşı tedbir olarak konuldu. Bu maddenin fiili muhatabı Kürtlerdir. Kürtler dışında, ülkede yaşayan diğer etnisitelerin açığa vurdukları, kaydadeğer bölücü bir faaliyeti yok. Aynı madde, dolaylı olarak, bölünme gibi bir tehlikenin var olduğunu ve bunu önlemenin, devletin birinci derecede görevi olduğunu söylüyor. Bu madde, öneminden dolayı, ‘değiştirilmesi teklif bile edilemez’ olan üç maddeden biri. Maddenin içeriği, devleti yönetenlerin ağzında, “tek vatan, tek millet, tek bayrak…” biçiminde, milliyetçi-ulusalcı gençlerin dilinde ise, “vatan bölünmez” şeklinde telaffuz ediliyor.
Bu ülkede olup bitenlerden haberi olmayan biri, anayasanın bu maddesine bakarak, devlet yönetimine, halkı ve üzerinde yaşadığı toprağı bir arada tutmak için nasıl önemli bir görev verildiğini görecek ve böyle bir misyonu takdir edecektir. Milleti oluşturan ana ırktan olmayan, mesela bir Kürt, olup bitenden habersizse, bu maddeye bakarak, kendi devletinin, farklı kökenlerden gelenleri bir arada yaşatmayı nasıl ilke edindiğini, hele aynı anayasadaki eşitlik (Madde 10) maddesini de okuyunca, varlığından ve geleceğinden mutmain olacak, bundan büyük bir haz alacaktır.
İnsanlar bölündü
Ne var ki, Cumhuriyetin 88 yıllık tarihinde, daha önceki anayasalarda da mevcut olan bu maddenin gereği, kısmen korundu, kısmen de korunamadı. Vatan toprakları bölünmezken, üzerinde yaşayan insanlar bölündü. Devlet, vatanın parçalanmaması için her türlü tedbiri aldı, bölünme riski altındaki bölgeye çok sayıda asker ve mühimmat sevk etti. Bölmeyi hedefleyen güçlerle 30 yıldan beri cansiperane bir mücadele verdi, veriyor. Ancak toprağa uyguladığı bu yatırımı, o topraklarda yaşayan insanlara yapmadı. Başka bir deyişle, vatanın bütünlüğü korundu ama milletin bütünlüğü korunamadı. Neden böyle oldu? Açıklamaya çalışalım.
Her şeyden önce şunu belirtelim ki, kültürümüz ve dünya görüşümüz, insan merkezli değil. Yani kültürümüzde birçok şey, insandan daha kıymetli. Vatan bunlardan biri. İnsanlar vatana kurban olur, ama kimse “vatan insana kurban olsun” demez. Oğlu vatan için şehit olan, içi yanan bir baba, şimdiye kadar, “vatan oğluma kurban olsaydı” demiş değil. Hâlbuki içten içe temennisi budur. Oğlu öldükten sonra, o vatan üzerinde pek de mutlu olmayacağını bilir. Ancak içinden gelen sesi dillendirmek yerine, kültürün ona verdiği sözleri telaffuz eder, söylediklerine fazla bir anlam vermeden.
Vatana kurban
Ayrıca kültürümüzde bir vatanda bulunmanın meşruiyeti kan ve ölümle gerekçelendiriliyor: “Vatan, uğrunda ölen varsa vatandır”, “kanla yoğrulmuş topraklarımız” gibi. Gerçek olan şu ki, vatan yaşamımızı kolaylaştırdığı, bizi mutlu ettiği müddetçe vatandır. Bizi ayakta tutamayan, bizi besleyemeyen, mutlu bir yaşam sunmayan topraklar, vatan olmaktan çıkar. Türkler, anavatanları olan Orta Asya steplerinden, mutlu olmadıkları için göç ettiler, eski vatanı terk edip başka toprakları vatan edindiler. Demek istediğim şu: Vatan ve üzerinde yaşadığımız topraklar, yaşamımıza imkân sağladıkları, mutluluğumuza katkı sağladıkları için kıymetlidir. Onları korumak, mutluluğumuzu korumak demektir ve bu doğal bir reflekstir. Ancak insan olmadan vatanın ve toprağın hiçbir kıymeti yoktur. Bu sebeple önce vatan değil, önce insan.
Toprak, üzerinde yaşayan insandan daha kıymetli olunca, Kürtlerin yaşadığı bölgeye, sanki “vatan bölünmediği müddetçe, üstünde yaşayanlar bölünse de olur” gibi bir politika uygulandı. Bir Kürt, anayasanın adı geçen maddesini okuyup “devletim beni ne kadar da seviyormuş, benden hiç ayrılmak istemiyor” şeklinde algılayarak sevinecekken, pratikte kendisine hiç kıymet verilmediğini, adam yerine konmadığını görünce, hayal kırıklığına uğrar, maddenin içeriğinden şüphe etmeye başlar. Yeni bir anayasa yapılacaksa, içinde böyle bir madde olmasın der. Hâlbuki madde görünür haliyle masumdur. Hem de her vatandaşın eşit olduğunu söyleyen madde (10. Madde) kadar! Problem maddede değil, maddeyi koyan zihniyette.
Vazgeç, makul olan
Aynı zihniyet, bütünlük ve bölünmezlik adına egemen olan Türk ırkının kimliğinin ve dilinin diğer ırklar tarafından kabulünü şart koştu, kendi kültür ve dillerinin yasaklanmasını meşru saydı. Kürtler, anadillerinden ve kültürel yaşantılarından vazgeçmek şartıyla makbul vatandaş sayılabilmişlerdir. Bu kabul bile yeterli sayılmadı, kendi öz kimliğine ve anadiline karşı mücadele etmesi istendi. Garip olan şu: Bu fedakârlığı yapan Kürtler dahi, itibar edilen zevat kategorisine yükselemediler. “Kendi kimliğine ve kültürüne ihanet eden biri, bir gün bize de ihanet eder” prensibi, sanki bilinçaltından etkisini gösterdi.
Türklerin toprak sevgisi ve onu insandan daha kıymetli sayması, onları, “Kürtler benden olmayabilir, bu düzeni sevmiyorsa, buraları terk edebilirler, ama üstünde yaşadıkları topraklar bizimdir” tavrına kadar götürdü. Yıllar önce, bir devlet başkanı (S. Demirel) sınırda vuku bulan çatışmalar üzerine konuşurken, Kürtleri dışlayarak, “O topraklar bizim” dedi. Yine bazı gazetelerin logolarının altında, “Türkiye Türklerindir” ibaresi, “Türkiye Kürtlerin değildir” şeklinde algılanabilir. Bu tavır, Kürtlerin binlerce yıldan beri, üzerinde yaşadıkları toprakların kendilerine ait olmadığı, konumlarının bir kiracı durumundan ibaret olduğu kanaatini güçlendiriyor. Başka bir deyişle, milyonlarca Kürt, kendilerine ait olmayan topraklarda yaşıyor. Vatana sahip olmanın kıstası da, kan ve ölüm olunca, devletin Kürtlere gösterdiği yol, şerefli mutlu bir beraberlikten öte, dikenli, ıstıraplarla dolu bir yol.
Kürtlüğe hakaret
Bu analizi yapmamdaki kasıt, devletin, bütünlük ve bölünmezlik adına, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, ortaya koyduğu politikaların, tam tersi yönde neticeler verdiğini belirtmek. Kürtlerin kimlik ve anadili taleplerini bölücülük sayarak, bölünmeye, bizzat kendisi hizmet ediyor. Türklüğü kanunla korumaya alıyor, Kürtlüğe ise her türlü aşağılama ve hakareti serbest bırakıyor. Bu ülkede çok satan ulusal bir gazete (Star, 29 Mayıs 2003), manşetten Kürtler için “KERKÜRT” (eşek Kürt) tabirini kullandı, hakkında soruşturma açılmadı. Bu tabir, aksine çok kimseyi keyiflendirdi.
Devlet, Kürtlere uyguladığı bu zalimane ve dışlayıcı politikalarıyla, bu işte günahı olmayan birçok masum Türkü de zan altında bıraktı. Çünkü bu haksızlıkları, Türklük ve Türkler adına yaptığını iddia ediyor. Türkler, Kürtlerin bu mağduriyetini anlayıp devletlerine karşı, onların haklarını savunmalıdır. “İşte başbakan, cumhurbaşkanı bile oluyorlar, daha ne olsun” gibi bahanelere sığınıp ıstıraplarını görmezden gelmesinler. Kürtlerin Türk milletine karşı bir düşmanlığı olamaz, olmamalı. Kürtlerin problemi devletledir. Bu devlet, Kürtlere haksızlık ederek Türklere hizmet etmiş olabilir mi?
Türkler, bu topraklarda, yüreklerinden gelen bir arzuyla, Kürtlerle gerçekten birlikte yaşamak istiyorlarsa, Kürtlerin ıstırabını duyup onlara destek olmalıdır.
Prof. Dr. Yasin Ceylan
ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.
Kaynak: Radikal 2 [06/11/2011]
* Sitenin Notu: Ulusalcı Yılmaz Özdil bu süreçte Star Gazetesi genel yayın yönetmeniydi. Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı savunmasından önce “Ker-kürt” ve “Kro-Vat” manşetleriyle kendi kişisel ırkçı geçmişinin en parlak dönemini yaşadı.